"Kendi duvarlarımıza çarparak öğreniyoruz"
Selda Uzunkaya, kadının hikayesinin kız çocuğu olarak doğmakla başladığını ve ölene kadar devam ettiğini söylüyor. Ona göre, bir kadın yazmak istiyorsa kimsenin tahakkümü altına girmeden bunu yapar, hikayelerini kimselere bakmadan istedikleri gibi yazar!
PERİ BAYAV
İzmir-‘Kadın yazar’ olmak, her alanda olduğu gibi kadınların mücadele verdiği bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki yüzyıllar boyunca yayın dünyasına kadının giremeyeceği inancı hâkim olsa da kadınlar zamanla öyle olmadığını gösterdiler. Bu kadınlardan biri de bana göre Selda Uzunkaya. Çocuk & Gençlik, Çocuk Öykü & Roman gibi kategorilerde eserler kaleme alan yazar, kadınlara ilham verecek yazma serüvenini anlattı.
“Birinde doğrudan bir dünya, diğerinde dolaylı bir dünya var”
1983 yılında Kars’ta doğan Uzunkaya, Ankara’da büyüdü. Ankara Üniversitesi Tiyatro Tarih Teorisi’nden mezun olduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi, Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi ASD’de “Çocuk Tiyatrosu” üzerine yüksek lisans yaptı. Öyküleri; Kibrit, Har, Öykü Gazetesi, Uçurtma, 7’den 70’e Çocuk, İnsan ve Kültür dergilerinde yayımlandı. “Meraklı Mişka” adında bir çocuk kitabı da olan Uzunkaya, çok şey öğrendiğini ve öğrenmeye devam ettiğini her fırsatta söylüyor.
“Görme engelli arkadaşlarım var. Her cuma buluşurduk. Onlara kitap okurdum. Sonra çok yakın dost olduk. Dedik ki sadece kitap okumayalım. Bir araya gelelim ve sohbette edelim. Arada bir şeyler okuyup üzerine konuşalım ya da biz yazalım. Sonra ben yazmaya başladım. Baktım bir tek ben yazıyorum. Tiyatroyu da çok seviyordum. Tiyatronun Yazarlık Bölümü olduğunu duyduğumda çok heyecanlandım. Çünkü arka kısmında çalışmak istiyordum. Dramatik Yazarlık diye bir bölüm çok sevindirici olmuştu. İstediğim tam öyle bir şeydi. 6 yıldır Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri yapıyorum. Çocuklarla Masal ve Kurgu Atölyesi çalıştım bir süre. Çocuk öyküleri de oradan çıktı. İki çocuk dergisinde yazıyorum. 10 yıldır da çocuklarla Yaratıcı Drama çalışıyorum. Ara ara yazarlık da çalışıyoruz. Çok enteresan 2 deneyim. Çünkü çocuklarla atlayıp zıplayıp bir dünya kuruyoruz. Sonra yazarlık dersine gidiyorum. Tomris Uyar’dan ve Tezer Özlü’den bahsediyoruz. Birden kendimi çok başka bir alanda bulmaya başlıyorum. Birinde doğrudan bir dünya, diğerinde dolaylı bir dünya var. Oradan da çok şey öğreniyorum buradan da.”
“Hiçbir sanat eseri yaşamdan daha acımasız değil!”
Yazmanın kendisinde yarattığı farklılıklardan bahsederken çocukluk sürecini de vurguluyor. Çocukluğu biraz yoksul geçmiş. O yüzden de derdini pek anlatamıyormuş. Sınıfta parmak kaldırmanın, bir şeye karşı gelmenin ve kendini ifade etmenin hep çok zor olduğunu söylüyor. Çünkü, haddine olmadığını düşünürmüş. O da yazarak özgürleşmeyi seçmiş.
“Derdimi dökebildiğim, hesaplaşabildiğim bir yerdi yazmak. Öncesiyle arasındaki fark zihnimin özgürleşmesiydi sanırım. Yaşamın başka bir gerçekliği var. Hiçbir sanat eseri yaşamdan daha acımasız değil! O yüzden o acımasız yönleri de görmek gerekiyor. Oralarda uyandığımı fark ettim. Yazmak beni biraz daha işlevsel kıldı. Çoğunlukla çocukluğumdu beni etkileyen. Ben de sonradan kabul ettim. Çünkü çocukluk insanın anavatanıdır. Bir baktım, aslında gündelik hayattım da beni etkileyen çoğu şey orada kilitlenmiş. Önce orayı döküp saçmak istedim. Yoksul çocuk hikâyeleri yazdım.”
“Kendi hikâyelerini kendileri yazan kadınlar…”
Durumlara, ilişkilere, hayata ve politikaya dair de yazmaya başlayan Uzunkaya, politikayı bağıra çağıra değil de bir meselenin içinde yayarak, bakış açısını gizli bir yere koyarak yaptığını vurguluyor. Ajite etmeden bir dil kurmaya çalışıyor. Yola ilk çıkışı çocukluğuyla olmuş. Çocukluğu onu hep beslemiş.
“Bu coğrafyada kimileri çok zor koşullarda çocukluklarını yaşadı. İnsanların köyleri yakıldı, dilleri yasaklandı. Benimki onlara göre biraz daha kişiseldi. Onlarınki biraz daha toplumsaldı. Kadınların hayatları doğdukları zamandan beri hikâyedir hep. Kadının hikayesi, kız çocuğu olarak doğmakla başlıyor, ölene kadar da devam ediyor. Bir kadın yazmak istiyorsa oturup yazmalıdır. Erkek yazar tahakkümü ne kadar olursa olsun. Yazmak kimsenin tekelinde değil. ‘Erkek yazar’, ‘kadın okur’ algısıyla ev içine hapsolmuş kadınlar. Kitap okurlar ama okudukları bütün kitaplar erkeklere aittir. O kararları onlar verir. Artık oradan çıkıp kendi hikâyelerini kendileri yazan kadınları okumak çok keyif verici.”
“Çocukların kültürel ve sanatsal hakları var”
Çocuk öyküleri üzerine de konuşan Uzunkaya, bu alanın çok başka sorumluluğu olduğunu belirtiyor. Çocuklar üzerine yazmaya değinirken de Ursula K. Le Guin’den bir örnek veriyor. Onun çok sevdiği bir hikâyesinden bahsediyor: Bir röportaj sırasında muhabirin, ‘Bunca ağır şeyden sonra çocuk kitabı yazmak basit bir şeydir sizin için’ demesi üzerine Le Guin, ‘Tabi ki çok basit. Onlara bakmak ve yetiştirmek kadar basit’ diyor.
“Ama burada bir ünlem var. Yetişkin öyküsü yazarken nereye temas eder diye düşünmezsiniz. Yetişkin kendi başının çaresine bakabilir. Ama çocuklar için yazmak çok başka bir sorumluluk istiyor. Çocuğun dünyası çabuk anlamaya, yaşamsal bir deneyim kazanmaya çok açık. Onun yerine düşünmeden, söz sahibi olmadan yazmak gerekir. Bakın böyledir şöyledir demeden yazmalı. Bunu yaparken o kadar yetişkin tahakkümü altında kalıyoruz ki, kendimi sürekli orada durduruyorum. Bu beylik bir söz ve karakter bunu söylememeli, diyorum. Hata payını çok önemsiyorum. Karakter hata yapabilmeli. Sanki tek bir doğru var ve o doğruyu bir kişi biliyor. Başka doğrular da var. Bazen sonu böyle ya da şöyle oldu, diye bitmiyor öykülerimin. Ucu açık bitiyor. Okuyucu kendi sonunu kendi yazsın. Süreci kendi zihninde devam ettirsin. Onları üretim sürecine dâhil edip okuyucuyla işbirliği yapmalı. Senin yerine düşünmüyorum, beraber düşünüyoruz. Hatta belki ben senin kadar düşünemiyorum. Çocukların kültürel ve sanatsal hakları var. O haklara sahip çıkmak gerektiğini düşünüyorum. “
“Çocuk Tiyatrosu zor bir alan”
Çocuk Tiyatrosunun çok zor bir alan olduğunu vurguluyor Uzunkaya. Yaklaşık 10 yıldır çocuklarla çalışıyor. Tez sürecinde 60’a yakın Çocuk Oyunu incelemiş. Okudukları arasında kötü oyunların çoğunlukta olduğunu, sadece birkaç tanesinin iyi oyun olarak nitelendirilebileceğini belirtiyor. Kendi çalışma süreçlerinde dikkat ettiği noktalara da değiniyor. Genelde ilahi adaletle çözülen, kötünün birden iyileştiği sonlarla biten oyunlara vurgu yapan Uzunkaya şöyle anlatıyor:
“Çocuklara deneyim kazandırmayan, onların potansiyelini görmeyen, duyusal işlevlerini, duygusal beklentilerini ve pedagojik ihtiyaçlarını görmeyen oyunlar var. Tiyatro sağlıklı olmayı, temiz olmayı, doğayı sevmeyi ve iyi olmayı öğretir algısı var. Sanat bu kadar iyi niyeti kaldıran bir şey değil. Çocuk, ailede ya da okulda gördüğü şeyin bir benzerini tiyatroda görünce oradan uzaklaşmaya başlıyor. Çocuk Tiyatrosu zor bir alandır. Tiyatro Terminal’de dramaturji çalışmalarına çok uzun zaman ayırıyoruz. Masa başı çalışmalar ve metin süreci psikolog eşliğinde ilerliyor. Metin yazılırken de özellikle çocuklarla beraber izlemeye çalışıyorum. Onlardan gelen geri bildirimleri önemsiyorum. Onlar için yapılan bir şeyde onları dışarıda bırakmayan bir üretim süreci gerekiyor. Çocuklardan çok şey öğreniyorum. Bazen susup kaldığım, bazen çok şaşırdığım bambaşka bir dünya. Sanırım onları iyi tanımıyoruz. Zihinleri çok açık. Gördükleri herhangi bir şeyi unutmuyorlar. Onları alıp uyguluyorlar. O yüzden doğru davranmak gerekiyor. Renk çalışmalarında toplumsal cinsiyet rolleri ayağımıza çok takılıyor. Onu o giymez. Bunu bu yapmaz. Kadın taklidi yapmamalıyım. Kızların elini tutmamalıyım. Sen o rengi giyemezsin. Sen erkeği veya sen kadını oynayabilirsin. Burası okul değil; zihnimizin, bedenimizin ve ruhumuzun özgür olduğu bir alan. Eğitim sürecimiz böyle ilerliyor”.
“İnsan en iyi kendisinin eleştirmenidir”
Yaratıcı Yazarlık üzerine yapılan tartışmalardan da bahseden Uzunkaya, “Yazarlık öğretilebilir mi” sorusuna “O bir yol yöntem göstermektir” şeklinde karşılık veriyor.
“Öykü teknikleri, öykü biçimleri, anlatım teknikleri, dramatik yapı ve metinlere dair konuşuyoruz. Bir sinema filmini ya da tiyatro oyununu izleyip ardından çözümlüyoruz. Bir roman ya da öykü kitabı okuyoruz. Yazarını davet ediyoruz. Başkalarının gelişim sürecini izlemek katılımcılar içinde ilginç bir deneyim oluyor. Bu süreçleri beraber görmek çok keyifli oluyor. Farklı yol ve yöntemler görmek hepimizi geliştiren bir şey. Benim de yazma sürecimi genişleten, ufkumu açan bir süreç. Kimin üslubu nasılsa onu zenginleştirmeye çalışıyoruz aslında. Eleştirinin bir edebiyat olduğuna inanıyorum. Eleştiri yöntemleri öykü atölyelerinde çok önemli. İnsan en iyi kendisinin eleştirmenidir. Kendisini eleştirirken sevdiği bir yazarın gözünden bakıyor. Farklı eleştiren biri varsa belki o daha gerçekçi diğeri daha gündelik bir yaşam dili ile yazıyordur. Onların, birbirinin bakış açısıyla kendilerine baktıkları bir süreç.”
“Suç başka bir yerde”
Son olarak kadın mücadelesine ve örgütlenmesine dair de konuşan Uzunkaya, kadınların örgütlenmesinin çok mühim bir şey olduğunu vurguluyor. Erkeklerin karar verdiği, kadınların o kararların gölgesinde kaldığı değil, kadınların kendi kararlarını vererek mücadelesini yürüttüğü bir alanın genişlemesi gerektiğini belirtiyor.
“Aslında biz en çok kendi duvarlarımıza çarparak öğreniyoruz. Kadın kahkaha da atacak, hamileyken sokağa da çıkacak, “kız mıdır kadın mıdır” bununla da kimse ilgilenmeyecek; istediği saatte, istediği gibi, kimseden izin almadan dışarı çıkacak. O da o saatte orada gezmeseydi, düşüncesi çok kötü bir düşünce. Bununla mücadele etmek gerekiyor. Totalde görünen büyük baskının dışında, baskının küçük araçları da var. Bu araçlardan yola çıkarak oraları çözmek lazım önce. ‘Zihnimizdeki polisler’ diyor Augusto Boal. İnsanın zihnini durduran polisler var. Önce onları yenebilmek gerek. Hayır o saatte çıkmasın! Hayır çıkacak, diyebilmek… Şule Çet’in babasına soruyorlar, onun o saatte orda ne işi vardı, diye. Saatle, insanların kimle, ne yaptığıyla ilgilenmeden, ona ait hakları savunarak hareket etmemiz gerek. Ama buralar hep manipüle ediliyor. Oradan kendilerine bir toplumsal gerçeklik yaratıyorlar. Sosyal medya ve haberler de o şekilde. Oradan pekiştirildikçe kişinin kendi suçluluğuna dönüşüyor. Suçun odağı orası değil aslında. Suç başka bir yerde.”