“Flamenko hayata dair, insana dair ne varsa hepsini kapsıyor”

“Sürekli tepemizde ötmeye çalışan eril tahakküm her alanda olduğu gibi sanat alanında da kendini gösteriyor. Eşit iş yapıp eşit ücret almayan kadınlar, bedenleri üzerinden hele ki göz önündelerse sürekli konuşulan, eleştirilen kadınlar ya da idealize edilen kadın bedenleri, bunun yanında hem kendileri hem de sanat ve diğer alanda yaptıkları görmezden gelinen LGBTİQ bireyler… Genel olarak görmezlikten gelinmemiz sanat alanına özgü değil, toplumda da bu durum olduğu için hayatın her alanında bunun yansımalarını görüyoruz.”

EKİM ZEYNEP AKGÜL

Ankara- Acıyı, neşeyi, aşkı, ölümü, öfkeyi kısacası yaşadığımız ve hissettiğimiz her duyguyu flamenko ile dışa vurabiliyoruz. Özellikle kadınlar için çok güçlü kendini ifade etme yolu. İçten dışa, dıştan içe sağaltabiliyoruz kendimizi flamenko ile. İşte kendini flamenko ile sağaltan kadınlardan biri de Beyza Gümüş.  Flamenko dans eğitmeni, dansçı Beyza Gümüş, derin ve engin flamenko anlayışını kendine has dans diliyle tüm dünyaya ulaştırmayı amaçlıyor. Kaygılarını, arzularını, korkularını ve duygularını kendine özgü tarzı ile sunan Gümüş,  şu anda sayıları çok az olan flamenko dans eğitmenlerinden biri aynı zamanda.

Beyza Gümüş ile asi olduğu kadar asil, fevri olduğu kadar kırılgan, hüzünlü olduğu kadar da kıvrak bir dans türü olan flamenko ile olan hikâyesini konuştuk.

• Eğitiminiz ve kısa bir özgeçmişinizle başlayalım isterseniz. Bize kendinizi anlatır mısınız?

1981 Sinop doğumluyum. İlk önce Marmara Üniversitesi ‘Ekonometri’, yani ‘Matematiksel İktisat’ bölümünü bitirdim. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı ile Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümlerinden çift ana dalla mezun oldum. Şu anda bir lisede Fransızca öğretmenliği yapıyorum. Küçüklüğümden beri, koşullar nedeniyle çok düzenli olamasa da dansla haşır neşir oldum; olmaya çalıştım. İlkokul yıllarımda 2 sene bale eğitimi aldım ve halk dansları da o yaşlarda hayatımda ağırlıklı yer edindi diyebilirim. Okullardaki çalışmalar dışında çeşitli derneklerde dans ettim. 2000-2005 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nde (BÜFK), 2005-2010 yılları arasında Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nda (BGST) dans ettim. Flamenko, müzik olarak kulağımda aslında ortaokul yıllarından beri vardı, ama dansı ile tanışmam teknolojinin ve internetin gelişmesiyle 2005 sonrasına denk geliyor. O zamandan beri de hayatımda çok önemli bir yeri var flamenkonun. İstanbul’da flamenko dansına, kısa da sürse Melek Yel ile çalışarak başladım. Kısa bir süre sonra Pera Sanat Akademisi’ne gelen Endülüslü dansçıların çeşitli flamenko atölyelerine ve eğitimlerine katıldım. 2010-2014 arası Reinalar ile birlikte çalıştım. Orada hem dansçı hem çalıştırıcı olarak görev aldım. 2015 ve 2018 yıllarında ikişer ay Sevilla’da flamenko eğitimi aldım. Pandemiyi atlatırsak da devam etmek istiyorum. Gelişimin sonu yok ne de olsa…

• Flamenko acının dili olan bir dans; duyguları yansıtırken sert duruşlar ve ifadeler kullanılıyor. Bu ifade edişi siz kendinizle nasıl ilişkilendiriyorsunuz? Siz bu dansı kendinize göre nasıl tanımlarsınız?

Aslına bakarsanız bu tanım çok doğru bir tanım mı emin değilim. En azından eksik diyebilirim. Çünkü flamenko sadece acının dansı ya da müziği değil. Hayatta yaşadığımız bütün duyguların flamenkoda karşılığı var ve bunun içinde neşe, aşk, ironi… vb. de var. Bütün formlar acıyı, ölümü, isyanı anlatmıyor. İş, aşk ya da çok sıradan bir olayın anlatıldığı şarkılar da var. Bu şarkıların dans edilebilir formlarında da daha yumuşak duruşlar ve ifadeler görebiliyoruz. Solea ya da siguiriyas ne kadar sert olabiliyorsa guajiras, tangos gibi formlar da o kadar akışkan ve yumuşak olabiliyor. Tarihsel olarak değerlendirmek istediğimizde flamenkoda da ciddi bir değişimden bahsedebiliriz. Sözel olarak muhtemelen 15. yy. ve öncesinde söylenen ve günümüzde flamenko tarihi içerisinde okuduğumuz ya da dinlediğimiz, hatta bugüne de aktarılan flamenko formlarındaki şarkı sözlerinde eril tahakküm cümleleri, kadının belli kalıplara ve formlara sokulduğu şarkılar ya da kadın bedeni üzerinden son derece saçma namus güzellemeleri! görebiliyoruz. Mario Bois’nın  ‘‘Le Flamenco’’ adlı ansiklopedik kitabı bu konuda çok iyi bir kaynak; orada bir sürü örnek görebiliyoruz. Muhafazakar bir toplumun da yansımaları bunlar. Ama zaman içerisinde flamenkoda da gender anlamında müdahaleler olmuş ve hâlâ oluyor. Bugün mesela flamenco queer konuşulabiliyor ve performans anlamında izlenebiliyor. Bütün bunları düşünürsek, benim için flamenko, insanın, hayatta durduğu yerden en samimi ve dürüst haykırışıdır; hayata dair, insana dair ne varsa hepsini kapsar. İyi, kötü, acı, tatlı, yaşadığı, yaşamadığı, hissettiği, karşı olduğu, savunduğu, eleştirdiği her şeyin dürüstçe ve açıkça yapılan anlatısıdır.  Bunun içinde de herkes kendinden bir şeyler mutlaka bulur gibime geliyor. Dans da bütün bu söylemi, haykırışı destekleyen ve bütünleyen bir alan. Sert duruş ve ifadeden ziyade çok güçlü ve samimi ifadeler görüyoruz desek daha doğru olur sanırım.

“Eril tahakküm her alanda olduğu gibi sanat alanında da kendini gösteriyor”

• Sanat dünyasında kadın olarak var olmak konusunda ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz? Kadın sanatçılar neden görmezden geliniyor?

Bu konuda görece şanslı olduğumu söyleyebilirim sanırım. İçinde olduğum yapılar (BÜFK, BGST) genelde gender meselesini dert eden, sadece kadınlarla değil bütün ötekileştirilmeye çalışılan kişilerle dayanışan, bu dayanışmayı dert edinen yapılardı. Burada kadınlar olarak sözümüz de önemliydi. Flamenko çalışmaya başladığım anda da genelde bireysel çalışmalar yürüttüm. Dolayısıyla tersi bir deneyimim gene olmadı. Tabii derneklerde dans ettiğim zamanlarda, bu erkek-kadın ayrımını çok net görebiliyordum; genelde bütün ekipler erkek dansçılarla başlıyor; daha zor, güç gerektiren hareketler erkekler tarafından yapılırken daha narin, çıtkırıldım ve edalı hareketler kadınlara atfediliyordu… vb. Şu anda da büyük bir değişim var mı bilemiyorum; uzun zamandır takip edemiyorum. Belki köçekleri bu genellemenin dışında tutabiliriz. :)

Bunun dışında sanat dünyası ki bu terimi hiçbir zaman tam anlayamadım aslında… ilişkim çok içeriden yani piyasa ile doğrudan ve direkt para odaklı değil. Geçimimi başka alanlardan sağladığım için bir şey üretirken direk para kazanma odaklı bir düşüncem olmuyor. Tabii ki emeğimin karşılığını almak isterim ama şu ana kadar böyle bir gösteri ortaya çıkarmadığım, genelde video performans üzerine çalışmalar yaptığım için bu anlamda söyleyebilecek çok fazla bir sözüm yok şimdilik. Dolayısıyla farklı öncelikleri sahiplenebiliyorum. Özgürce gerçekten yapmak istediklerime odaklanabiliyorum. Ortamımı da çalışmak istediğim insanları da belirleme şansım var. Çünkü ortak paydada buluşabileceğiniz insanlarla rahat ortamlarda sanat üretmek çok daha keyifli, rahatlatıcı ve güven verici. Tabii projeleri üretirken birlikte çalıştığım insanların dayanışması olmasaydı bu projeler hayata geçer miydi emin değilim ya da bundan sonraki fikirleri hayata geçirirken her alanda kadın olmanın zorlularıyla karşılaşacağımdan da eminim açıkçası. Çünkü bu güne kadar kadın olmanın zorluğunu çalıştığım ve ürettiğim alanlarda çok yaşamasam da bu, haksızlıkları ve eril tahakkümü görmediğim anlamına gelmiyor. Sürekli tepemizde ötmeye çalışan eril tahakküm her alanda olduğu gibi sanat alanında da kendini gösteriyor. Eşit iş yapıp eşit ücret almayan kadınlar, bedenleri üzerinden hele ki göz önündelerse sürekli konuşulan, eleştirilen kadınlar ya da idealize edilen kadın bedenleri, bunun yanında hem kendileri hem de sanat ve diğer alanda yaptıkları görmezden gelinen LGBTİQ bireyler… Genel olarak görmezlikten gelinmemiz sanat alanına özgü değil, toplumda da bu durum olduğu için hayatın her alanında bunun yansımalarını görüyoruz. Bunun karşılığında da mücadele hâlâ devam ediyor ve edecek. Tabii 21. yy.’da hâlâ bu saçmalıkları konuşup daha da geriye gidiyor olmamıza nasıl bir yorum getireceğimi gerçekten bilemiyorum. 

• Çalışmalarınızı yaparken ne tür referanslar ya da hangi sanatçılar sizi etkiliyor?

Çok kapsamlı bir soru bu aslında. BÜFK yıllarımdan başlayarak anlatmam daha doğru olur sanırım. Genel olarak bir çalışma yaparken öncelikle dansın ve müziğin çıktığı kültüre bakılırdı. Yaşam, tarih, kültür çıkacak sahneyi etkilerdi doğal olarak. Sadece dans alanında okumalar değil genel politik, sosyolojik ve benzeri okumalar da yapılırdı. İnsan hikayeleri, deneyimleri de çok önemli tabii. Sonrasında bu, genel anlayışımı da belirledi diyebilirim. Simone de Beauvoir, Virginia Woolf, Judith Butler, Cynthia Enloe, Cynthia Cockburn, Pınar Selek, Vandana Shiva,  Foucault, Sartre, Edward Said, Jacques Derrida, John Berger… ve burada daha aklıma gelmeyen bir sürü yazar, akademisyen, felsefeci, sosyologların eserleri, yazıları genel olarak hayattaki duruşumu etkiliyor ve bu da hayatta yarattığım ve yaratmaya çalıştığım bütün değerlere de yansıyor. Yazılarından etkilenmemek mümkün değil, eleştirme hakkı saklı kalmak şartıyla tabii. Bunun dışında Türkiye’de Arzu Öztürkmen ve Berna Kurt gibi akademisyenlerin yazılarını ve çalışmalarını takip etmeye çalışıyorum, çünkü çok değerli ve önemli çalışmalar yapıyorlar. İkisinin de yazıları, çalışmaları sizi bir yerden daha ileri bir yere götürüyor kesinlikle. İyi ki varlar ve iyi ki yazıyorlar, üretiyorlar.

Sanatsal olarak da birçok isim var tabii, Pina Bausch ya da Çıplak Ayaklar gibi. Ya da güncel olarak çağdaş dans çalışmaları yapan çok da farklı kimlikleri bünyesinde barındıran sanat grupları var. Sanata yaklaşımlarını ve sanatsal üretimlerini çok seviyorum ve zevkle takip ediyorum. Son dönemde de birçok farklı alanda çok güzel çalışmalar yapıldığını da görüyoruz hepimiz. Belki isimleri henüz aklımızda yer etmedi ama yapılanlar kesinlikle görülüyor. Alternatif sahneler, yapılar çoğaldıkça bizim de keyfimiz katlanarak artıyor.

Flamenko alanında da Manuel Linan, Rocio Molino, La Lupi, Marco Flores… ve burada daha ismini sayamadığım ama sanat anlayışlarına ve yaptıkları işlere bayıldığım isimler var. Bazılarının derslerine ve atölyelerine katılma imkanı da buldum ve bakış açılarını daha da iyi anladım ve bütün bunlar beni de geliştirdi ve geliştirmeye de devam ediyor. Sanırım yine yeri geldi: Gelişimin sonu yok ne de olsa…

“Ortak acılarımız, isyanlarımız, sevinçlerimiz var”

• Ülke gündemi, siyasi çalkantılar, politik tavırlar sanatınızı etkiliyor mu?

Etkilemez mi! Bir insanın siyaseti onun hayattaki tavrıdır bana göre. Dolayısıyla yarattığımız her değere yansır. Söylemlerimize, eylemlerimize bizi anlatan, ifade eden her şeye yansır. Bu yansımalar yaşadığımız coğrafyadan bağımsız olabilir mi emin değilim. Hatta post truth çağında ve bu kadar iç içe geçebilen bir dünyada sadece ülke gündemi değil dünya gündemi bile etkiler ürettiklerimizi. İnsanların dünyanın herhangi bir yerinde başlattıkları bir söylemin dalga dalga yayılmasının sebeplerinden biri de bu değil mi? İnsanlık adına, insan olarak farklı coğrafyalarda yaşadığımız ve sahiplenebileceğimiz o kadar çok ortak acılarımız, isyanlarımız, sevinçlerimiz var ki…. Sanat da en güçlü ifade biçimlerinden biri. Sanat ve toplumu ayrı düşünebilmek mümkün mü emin değilim. Sanat için sanat yaptığını iddia eden varsa bana anlatmasını isterim açıkçası.

“Su akar yatağını bulur”

•  Bir dönem tango çok popülerdi ve herkes tango kurslarına gidiyordu, şimdilerde ise flamenkoya büyük bir ilgi var. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Yaşasın popüler kültür diyorum. Bu tarz popülerleşmeler dönemsel de olsa aynı zamanda geliştirici de bence. Hem kişileri hem de flamenko alanını geliştiriyor. Tabii Adorno’nun popüler kültür eleştirilerini de kulak arkası etmemek gerekli. Ama bu popülerleşmeleri reddetmemek gerekiyor diye düşünüyorum. İnsanlar üretsin, çabalasın, eleştirilsin, konuşulsun. Bence bütün bunlar değerli ve katkı sağlar. En sonunda su akar yatağını bulur ne de olsa…

• İlerleyen dönemlerdeki projeleriniz neler? Planlarınızdan ve hedeflerinizden biraz bahseder misiniz?

Aslında o kadar çok ki ama neyi ne zaman nasıl yapacağım henüz çok net değil. Öncelikle eril tahakkümü hedefimize koyduk tabii ki. Sonrasında göç ve göçmenlikle ilgili yapmak istediğim bir proje var. Bütün bunları Özge Yılmaz’a da anlatıyorum ve benimle aynı heyecanı paylaşıyor ve bu çok değerli. Ortak noktalarda buluşabilmek birlikte çalışmayı çok verimli hale getiriyor çünkü. Şarkıları söylemesi eminim bütün fikirleri ve çıkan işi çok başka yerlere götürecek. Bunların dışında birkaç fikir üzerine daha konuşuyoruz Özge ile. Ara sıra üzerinde durduğumuz ve bizi ayrıca heyecanlandıran bir ‘tablao’ projemiz var. Yani dans müziğin bir arada olduğu eğlencelik bir gösteri. Umuyoruz ki onu da eş zamanlı çalışıyor olacağız diğer projelerin yanında.

“Sanatla uğraşan herkes yalnız bırakıldı”

• Kovid-19 krizinden sonra sanat camiasını neler bekliyor? Siz bu süreci nasıl geçirdiniz ve geçiriyorsunuz?

Herhangi bir şey bekliyor mu ondan bile emin değilim. Sanatla uğraşan herkes o kadar yalnız bırakıldı ki. Umursanmadık bile. Zira şu andaki ana akım zaten sanatı önemsemiyor; bunu çok net görebiliyoruz. Dolayısıyla sanat üretenlerin ne durumda oldukları çok umurlarında değil elbette. Sanat üreten insanlar içerisinde kendine dijital ortamda fırsatlar yaratanlar oldu tabii. Dijital gösterim yapan tiyatrolar, müzisyenler… Bütün bu dijital gösterimlerin, en azından benim için, yerinde izlemek ve deneyimlemekle kıyaslanmayacağını da belirtmem lazım. Bütün bu dijital alanın dışında kalan çok ciddi bir kesim de var tabii. Belediyelerin dayanışma projeleri bu anlamda önemli bir katkı sağlamış olabilir ama neredeyse bir buçuk yıllık bir süreçten söz ediyoruz ve ciddi anlamda yıpranmış, yıpratılmış bir sanat alanı var artık. Bana gelince; daha önce de dediğim gibi paramı kazandığım alan direkt sanat alanı olmadığı için bu anlamda etkilendiğimi söyleyemem ama sanatsal aktiviteler anlamında etkilendim tabii ki. Çalışmalarımı kesmek zorunda kaldım; haftada dört gün çalışma yaparken şu anda neredeyse bir buçuk yıldır düzgün çalışma yapamadım. Sanatsal faaliyetleri takip etmek daha da zorlu bir hale geldi. Sanat üreten diğer arkadaşlarımla bir araya gelemedim. Kendimi beslediğim alanlar durdu diyebilirim. Dijital alanda herkes elinden geleni yapıyor ve ben de elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum ama bu dijital alandan bir an önce çıkmak istiyorum. Sanatsal faaliyetleri yerinde, canlı canlı izlemeyi çok özledim ve o buluşulacak anları sabırsızlıkla bekliyorum.