“Etnik kimlikli kadınları çiziyorum”

Ressam Nuran Boztaş yaşadığımız bu zor dünyada, bu kaos ortamında üstelik her kültürde giderek sessizleşen, bastırılmaya çalışılan ‘Kadın’ı” tuvallerine aktarıyor. Bu kadınlar, hep etnik kimlikli kadınlar. Bedevi’yi çiziyor, Çingene’yi çiziyor, Hindistanlı bir kadını çiziyor, Kürt bir kadını çiziyor… Hep kimliğini ifade eden kadınları çiziyor. Nedenini şöyle açıklıyor: “Çizdiğim kadının bundan haberi olmasa da, ben onunla bir bütün olduğumu düşünüyorum. O Bedevi kadının arkasındaki toprağı ben hissediyorum. Çölün sıcaklığını, gecenin soğukluğunu hissediyorum. O kadının yaşadığı şeyi ben hissediyorum. Hissettiğim için onu yapıyorum.”

PERİ BAYAV
İzmir- Nuran Boztaş benim için Nuran Teyze ile tanışıklığım, kızıyla birlikte çalıştığım zamanlara rastlıyor. Hayata karşı duruşu, çizdiği resimler, enerjisi oldukça etkilemişti beni. Aklımda hep o kocaman gülüşü var. Ha bir de kızıyla arasındaki o çok ender gördüğüm güçlü anne kız ilişkisi. Sıkça yanımıza uğrar, o soğuk kış günlerinde pamuk kalbiyle içimizi ısıtırdı. Kendisini yakından tanıdıkça giderek bağ kurmuş, enerjisi ve yaşama tutunma mücadelesinden kendime çokça şey çıkarmıştım. Gelin hep birlikte Nuran Teyze’nin resimle olan yolculuğuna eşlik edelim. 
Sokağa girdiğimde, kocaman gülüşüyle pencerede beni beklerken buluyorum Nuran Teyze’yi. Bana el salıyor. Bahçeden giriyorum, kapıda tatlı bir telaşla duruyor. Ardından içeri girer girmez, bir çırpıda hazırladığı kahvaltı sofrasında buluyorum kendimi.  O arada çiçeklerini suluyor. Sonra hemen kahveleri yapıp tatlı bir sohbete koyuluyor, benimle. İçimden “ondan öğreneceğim ne çok şey var” diyorum. En çokta yaşadığı onca sağlık sorununa rağmen yaşamı bu kadar çok seviyor olması, kendimin hayatla kurduğu ilişkiyi sorgulatıyor bana. 
Resim yapmak bitiş noktası olmayan bir süreç
1965 Almanya doğumlu olan Nuran Boztaş, Buca Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği okumuş. Resim yapmaya eşinin ölümünden sonra başlamış. Resim yapmanın her zaman yaşamın her karesini anlamlı kılmak olduğunu düşünüyor. Bu yüzden “resim yapmaya şu tarihte başladım” demek güç diyor, Nuran Teyze. Fakat ciddi olarak önce Konak Belediyesi’nin açtığı bir kursta başladığı çalışmalarının sonrasında yaklaşık 3 yıldır Karşıyaka’da AGA Sanat atölyesinde eğitim alarak devam ediyor. Sakıp Sabancı Kültür Merkezi ( AGA Sanat Karma Sergi) 2015, Karşıyaka Çarşı Galerisi (AGA Sanat Karma Sergi) 2016, Çeşme Aya Haralambos Kilisesi (Karma Sergi) 2107 adlı üç sergisi olmuş. Yağlı boya çalışıyor. Çok az akrilik çalıştığı da oluyor. Yeni yeni suluboyaya başlamış. İkisini birbirinden çok farklı gördüğünden bahsediyor. Suluboyanın özgür ama bir o kadarda zorluğu kendisini üçüncü sergisinde etkilemiş. Hayatının en önemli yerini resim tutuyor. Ama bunun yanında başka şeyler de yapıyor. Güzel motifler işlemeyi, çantalar yapmayı çok seviyor. Resim yapabilmesi için Nuran Teyze’nin etkilenmesi gerekiyor. Resim yapmanın bitiş noktası olmayan bir süreç olduğunu belirtiyor. “Her zaman kafandaki mükemmelliği yakalayamazsın” diyor.
“Resim yapmak, hayatın üstesinden gelme biçimi”
Nuran Teyze, resim yapmaya eşinin ölümünden sonra başlamış. Kendini böyle tedavi ediyormuş. Herkesin hayatını idame ettirirken yaşamak için bir yöntem bulması gerektiğine değiniyor. Bunu da herkesin başka türlü yaptığını dile getiriyor. Kimisinin içerek, kimisinin namaz kılarak, kimisinin de kendisi gibi resim yaptığını vurguluyor. Bu yüzden resim yapmayı bir üstesinden gelme durumu olarak görüyor. En yalın anlamıyla resim yapmanın kendini ve kendi duruşunu ifade etmek olduğundan bahsediyor. 
"Sanat bir hayatta kalmak durumu değildir ama bir baş etme durumudur” diyor, Nuran Teyze. Resme sığınmış ve kendine orada bir dünya kurmuş. Bir nevi kaçış ve bir anlamda da keşfediş biçimi olmuş onun için. Ona göre resim yapmak, bir yaşam zorunluluğu değil. Resim yapmadan da yaşanabilir. Ancak yaşamın üstesinden gelmek için bazılarının resim yaptığını, kendisinin de o bazılarının içinde olduğunu söylüyor ve ekliyor “Resim yapmak beni onarıyor, tedavi ediyor. Ben bir şeylere cevap buluyorum.”
Hep kimliğini ifade eden kadınları çiziyor
Yaşadığımız bu zor dünyada üstelik her kültürde giderek sessizleşen, bastırılmaya çalışılan ‘Kadın’ı “ resim üretiminde tuvallere aktarıyor. Korkmadan, yılmadan hayatta kalabilen herkes, onu etkileyen her şey tuvaline yansıyor.  Genellikle, kadın figürünü çiziyor. Bu kadınlar, hep etnik kimlikli kadınlar. Bedevi’yi çiziyor, Çingene’yi çiziyor, Hindistanlı bir kadını çiziyor, Kürt bir kadını çiziyor… Hep kimliğini ifade eden kadınları çiziyor. Sanki, öyle o kadının elinden tutuyormuş gibi geliyor Nuran Teyze’ ye. “Bende ancak böyle yapabiliyorum. Bu beni rahatlatıyor. Çizdiğim kadının bundan haberi olmasa da, ben onunla bir bütün olduğumu düşünüyorum. O Bedevi kadının arkasındaki toprağı ben hissediyorum. Çölün sıcaklığını, gecenin soğukluğunu hissediyorum. O kadının yaşadığı şeyi ben hissediyorum. Hissettiğim için onu yapıyorum”.
“Ben epeyce bir yorulmuştum”
Nuran Teyze, çok fazla hayvan çizmiyor. Ama lacivert bir at çizdiğinden sözediyor. Böyle çok gece mavisi bir atmış. “Gerçekte var mı böyle bir at? Ama karikatür değildi çizdiğim. Ben o gece mavisi atı gerçekten çok isteyerek çizdim. Dedim ki, bu rengi bu ata verebilmek için acaba insan ne kadar yorgun olabilir ki? Ben epeyce bir yorulmuştum.” 
“Neden kadın” diye düşünüyor ve soruyorum. Madem sanat bir içsel yolculuktu, bir yerden bir yere gitmekti. Ben de Nuran Teyze’nin çizimleri ile yol aldım. Neden kadın sorusuna belki umutsuz bir cevap olacak ama çağımızda bir kadının yine bir kadına sığınabileceğini, onda dinlenebileceğini düşündüm. Kadın kadının yurdudur. Etrafında değil de uzak kadınları çizmesi, belki sığınağına hiç gidemediği yerlerde onların vasıtasıyla bakmak içindi. Sahi, sizce Nuran Teyze neden o uzak kadınları çiziyordu?