Engelleri resim yaparak aşan kadın: Meryem Düzgün Kaya

Kavacık Köyü’nde “Şalvarlı Ressam” olarak anılan, ortopedik engeli kendisine asla engel olmayan Meryem Düzgün Kaya, bir çocukluk tutkusu olan resim yapmayı tüm zorluklara rağmen sürdürüyor. Dezavantajlı durumunu avantaja çevirmeyi başaran Meryem, 45 yaşından sonra köylerine taşınan ressamın da desteğiyle o gün bugündür resim yapmaya devam ediyor. Hayallerinden asla vazgeçmiyor ve engelli, engelsiz herkesin sanata sarılarak düşlerini gerçekleştirebileceğini söylüyor.

ZEYNEP PEHLİVAN
İzmir- Hatırı sayılır bir süredir İzmir’deyim; bir yerlerde saklı olduğunu bildiğim; ancak hala adını dahi pek duymadığım yerler var. Kavacık, bunlardan sadece bir tanesi. Tam olarak, “Orada bir köy var uzakta” cümlesinin öznesi olabilecek köylerden. En azından “O köy bizim köyümüzdür” cümlesini bir nebze olsun hak edebilmek için buralara dokunmak, buralardan gökyüzüne bakmak gerekiyor sanıyorum. Artık, “Gitmesek de görmesek de” değil; gittiğim, gördüğüm, gölgemi bereketli topraklarında gezdirdiğim, aidiyet duygusunu hak ettiğim bir köy daha var diyebiliyorum. Bir köy, hem şehre bu kadar yakın hem de bu kadar nasıl uzak olabiliyor? Uzun Kavacık yollarında ilerlerken hep bunu düşünüyorsunuz. Dar ve kıvrımlı yolları sabırla arkanızda bırakıp tepelere doğru çıktığınızda nihayet Kavacık tabelasıyla göz göze gelebiliyorsunuz. Şehrin pek çok yerinden görünmeyen tepelerin hemen ardına saklanmış bu küçük ve utangaç dağ köyü için yollara düşmeme, hikâyesiyle bana ilham veren harika bir kadın neden oldu: Meryem Düzgün Kaya.
Köye taşınan ressam hayatının akışını değiştirdi
Meryem, buralarda “Şalvarlı Ressam” olarak tanınıyor. Kendisi geçirdiği çocuk felcinden dolayı üç yaşından bu yana yaşamına ortopedik engelli olarak devam eden özel bir kadın. Meryem’in hayatı, bir gün köylerine bir ressamın taşınmasıyla tamamen değişti. 45 yaşından sonra resim yeteneğini yeniden keşfeden Meryem, kısa süre içinde resimle yatıp resimle kalkmaya başladı. Köylerini ziyarete gelen ressam, yeteneklerini üretime dönüştürme noktasında ona epey destek verdi. Meryem, 9 yılın sonunda üç ayrı sergi açmayı başardı. Bu konuda akademik bir eğitimi olmayan Meryem’in ürettiği resimler, köyde yaşayan diğer insanlara da ilham verdi. Bir sanat atölyesi tarafından “Yılın Sanatçısı” ödülüne layık görülen Meryem, köyde yaşayan çocuklara, kadınlara ve engellilere bizzat kendi evinde ücretsiz olarak dersler verdi. Hikâyesini aktarmaktan dolayı her zaman gurur duyduğunu güçlü şekilde vurgulayan Meryem, beni bizzat köyündeki evinde ağırladı. Meryem’in heyecanı ve o anlatılmaz naifliği, beni hayal kırıklığına bir an olsun uğratmadı. Bizler kamera hazırlıklarımızı yaparken bir ara, o coşkulu ifadesiyle yanımıza geldi ve “Uzun yoldan geldiniz, size bir şeyler hazırladım” diyerek bahçesine davet etti. Kendisi yaşamını idame ettirebilmek adına evinin bu bölümünü “Ressam Kafe” isimli şirin bir işletmeye dönüştürmüş durumda. Meryem’in bizim için verdiği emek karşısında mahcubiyetimi uzun süre gizleyemedim. İkiz kardeşi, komşuları ve yakın akrabaları; üzüm bağlarının, boyanmış su kabaklarının renk kattığı bu hoş bahçede bizi hiç yalnız bırakmadı. 
“Öğretmenim resimleri benim yaptığıma inanmıyordu”
Meryem evinin bir odasını resim atölyesine dönüştürmüş. Burayı aynı zamanda çocuklara ders verdiği alan olarak da değerlendiriyor. Meryem; pek çok çalışmasına ev sahipliği yapan bu özel odada, resim tutkusuyla olan bağını en baştan heyecanlı bir tonla anlatmaya başladı:
 “Henüz üç yaşındayken ateşli bir hastalık sonucu çocuk felci oldum. İlkokul’da çantamı taşıyamıyordum; ancak ikizim bana destek olurdu. İlkokul’dan sonra terziliğe heves ettim. Kısa bir süre sonra köyün terzisi oluverdim. Kimseye muhtaç olmadan yaşamımı idame ettirmeyi başardım. Engelim bana hiç engel olmadı. Normal bir insan gibi yaşamım oldu. Belki de farkında olmadan annem babam, benim üzerime çok iş yükledi ama ben şimdi bu yüzden bu kadar güçlü oldum. Kardeşlerim de bana engelliymişim gibi davranmadı. Engelleri aştım ve bugünüme geldim. Resme olan tutkum aslında İlkokul’da başladı. O zamanlar bir hevesle resimler yapıyordum, ama öğretmenim pek ciddiye almıyordu. Daha doğrusu bunları benim yaptığıma inanmıyordu, onları bir yerden kopyaladığımı düşünüyordu. Sonra iş hayatı derken resim bir kenarda kaldı ama bu tutku içimde hep yaşadı. Aradan yıllar geçti ve bir gün köyümüze bir ressam geldi ve benim için her şey bir anda değişmeye başladı.”
“Camiden sergi anonsu yaptırdım”
Meryem, köye gelen ressamı hayatının en güzel sürprizlerinden biri olarak tanımlıyor. Bu tanımında çok da haksız sayılmaz hani. Düşünsenize, İzmir’in ulaşımı en zor olan köylerinden birinde yaşıyorsunuz. Bedensel engellisiniz ve hareket alanınız görece sınırlı. İçinizde bir tutkunuz, yeteneğiniz var. Bunu açığa çıkaracak, o ateşi fitilleyecek bir fırsatı 45 yaşına dek bulamıyorsunuz. Sonra yaşadığınız o küçük köye bir gün bir ressam geliyor ve sizi fark ediyor. Hikâyenin bu bölümünü Meryem’in ağzından dinlemeye devam edelim:
“Ressam hanımdan çeşitli dersler aldım. Boyaları nasıl kullanacağımı bilmiyordum, kısa bir süre içinde öğrendim. Ressam hanım resimlerime bakınca çok beğendi ve ‘Hemen imzanı at’ dedi. Önce yağlı pastelle başladım ama hedefim yağlı boya ve fırçayla resim yapmaktı. Hedefime ulaştım ve toplamda 28 ayrı tabloya imzamı attım. Bir seçim döneminde, köyde bir ressam olduğunu duyup beni ziyaret ettiler. Resimleri beğendiklerini söylediler ama ben de onlara beğendilerse bunun böyle kalmaması gerektiğini söyledim. 8 ay sonra beni biri aradı ve sergi açmam için imkân tanıyacaklarını söyledi. Ben o telefonu alınca sevincimden hüngür hüngür ağladım. Bu aşamaya gelince, köy halkını da sergiye davet etmek için onlardan bir araç istedim. Sergimin haberini köy camisinden anons ettirdim. Herkes geldi köyden, sergi alanına doluştular. Gazeteciler, televizyoncular da oradaydı. Sergide, yanımdan geçip giden kişiler bana, “Geçmiş olsun” diyordu. Çoğu kimse resimlerin bana ait olduğuna inanmıyordu. İkizimden boyamı, tuvalimi istedim. Orada canlı performans resim yaptım. Kendimi kanıtlama gereği duymuştum. Gelen misafirler, bu tablolarımı aldı. Bu benim için muhteşem bir deneyimdi.” 
At kılıyla fırçasını yaptı
Meryem kısa süre içinde “Şalvarlı Ressam” olarak tanınmaya başladı. Ünü sadece Kavacık’ın değil, İzmir’in de dışına taştı. Bu dönem şehir dışından pek çok özel davet aldı. Meryem, sanatın hem güvenilir bir rehber olduğunu hem de kendisine güzel insanlarla tanışma fırsatı verdiğini düşünüyor. Bu arada köy yerinde fırça bulamayıp, komşusundan istediği at kılıyla fırça yaptığı zamanlardan da gururla söz ediyor. Nihayetinde İlkokul çocuklarının kitaplarındaki figürlere bakarak kendi kompozisyonunu oluşturmayı başarmış, tüm zorlukları yenmiş bir kadından söz ediyoruz. Atölyesinde sohbet ettiğimiz Meryem’e, resim tutkusundan dolayı özellikle köylülerin kendisine nasıl baktığını sordum. Verdiği cevap asıl engellerin zihnimizde olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu:
“Bir köy kadınının resim yapması ilk başta bazı tepkiler aldı. İnsanlar bu durumu anlamaya çalıştı. Bazıları “Sen delisin.” dedi. Beni pek ciddiye almadılar. Ben bu zincirleri tek tek kırdım. Onların düşünceleri beni ilgilendirmedi. Şu an geldiğim noktada öyle değil tabi. Bugün erkekler eşlerine “Meryem gibi resim yapsana” diyorlar. Beni takdir ediyorlar. Burada, bazılarının çocukların özel dersler verdim. Tamamen gönüllük esasıyla bu dersleri verdim. Öğretmenlik zaten içimde hep bir ukdeydi. Bir gün komşunun çocuğu tesadüfen resim defterini getirdi ve benimle beraber resim yapmak istedi. Ben de kabul ettim ve bu deneyimden büyük keyif aldım. Sonra o çocukların sayısı 18’e yükseldi. Hem öğretecek hem de öğrenecek çok şey olduğunu anladım. Bu derslere zihinsel engelli bir komşumuz da katılmak istedi.  Orada kendisinin ne kadar renkli bir hayal dünyası olduğunu, ne kadar soyut düşünebildiğini keşfetme şansım oldu.” 
“Engelli arkadaşlar üretime dâhil olmalılar”
Meryem’in 2011 yılında “Resim Aşkı” adında özel bir belgeseli çekildi. Resmin kendisini sosyalleştirdiğini ve dünyaya açılmasını sağladığını düşünen Meryem, bedensel engelli bireylerin durumlarını kabullenip bir kenarı çekilmemeleri gerektiğini düşünüyor:
“Engelli arkadaşların üretime dâhil olması gerekiyor. Ben yaptıklarımla köyümü temsil ettiğim için kendimi hep mutlu ve gururlu hissettim. İnsanlar tanısın, bunu görsün istiyorum. Burada engelli bir köy kadını bunca imkânsızlıklara rağmen neleri başarabiliyor, bilinsin. Engelli olmayan arkadaşlarım da mutlaka bir şeyle ilgilensinler. Özellikle de sanatla ilgilensinler. Psikolojiyi de her şeyi de düzeltecek olan şey sanattır. Ben de zaman zaman bunalıma giriyorum; ama biliyorum ki her gün güneş doğuyor, her gecenin bir sabahı var.”