“Dansöz” 9 Mart’ta Bilkent Sahne’de tiyatro severlerle buluşuyor

Ankara Sanat Tiyatrosu'nun (AST) sanat yönetmenliğinde düzenlenen Kadın Oyunları Festivali kapsamında “Dansöz” 9 Mart Salı günü saat 18.00’da Bilkent Sahne’de tiyatro severlerle buluşuyor. Şamil Yılmaz’ın yönetmenliğinde sergilenecek oyunda, duyduğu müzik ile tüm hayatı değişen Meryem’in hikâyesi anlatılıyor. Meryem karakterini ise Sezen Keser canlandırıyor. Oyunda, Ankara’nın gecekondu semtlerinden birinde babasını hiç tanımadan büyüyen ve annesi pavyonlarda çalışan, Meryem’in hikâyesine tanık oluyoruz.
ZEYNEP AKGÜL
Ankara- Aslında oryantal en temelde insanın kendi bedeniyle ve o bedenin dünyayla kurduğu ilişki, bir ritüel. Meryem için de oryantal kendi bedeninden kendisi için çekip çıkardığı; onu hafifleten ve büyüten bir var olma hikâyesi. Meryem çok küçük yaşta bunu böylece kavrayamasa bile içinde bir yerde sezgisel olarak biliyor. Şâmil Yılmaz’ın yazıp yönettiği; kostüm, ışık tasarımlarını Hilal Polat ve Berk Kaya’nın üstlendiği, koreografisini Elif Aydın’ın, dramaturgisini de Ozan Akgün’ün yaptığı Mek’an Sahne yapımı ‘Dansöz’ yer yer Editf Piaf’ın yaşamını Meryem’in hikâyesiyle birleştirmiş gibi...
Oyunda, Ankara’nın gecekondu semtlerinden birinde babasını hiç tanımadan büyüyen ve annesi pavyonlarda çalışan, Meryem’in hikâyesine tanık oluyoruz. Meryem’in kendini ifade etme biçimi olarak dansa dönük tutkusunu ve bunun yaşamına yayılan yansımasının anlatıldığı hikâye de Meryem karakterini canlandıran Sezen Keser’le “Dansöz”ü konuştuk. 
Tiyatro ile nasıl kesişti yollarınız? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? 
Çocukluğumdan beri tiyatroya hep hevesim oldu. İlkokul ve ana okul öğretmenim çocukların yeteneklerini ön plana çıkaran eğitimcilerdi. Benim tiyatroya yönelmem de onların çok büyük katkısı var. İkisine de çok minnettarım. Daha o yaşlarda beni çok desteklediler. Sonraki süreçte ailem de tiyatroya yatkınlığımı fark edip desteklerini esirgemedi. Denizli’de doğup büyüdüm ve 17 yaşına kadar oradaydım. Lise bitince İzmir Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nü kazandım ve orada 3 yıl okuduktan sonra tiyatro okumak istediğimi fark edip Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Oyunculuk Bölümü’ne geçtim. Denizli’deyken oyunculuk için konservatuara gidileceğini bile bilmiyordum, bu konuda hiçbir fikrim yoktu. İzmir’de üniversitenin tiyatro topluluklarına katıldım. Biyoloji bölümünü sevmeme rağmen tiyatro da okumak istediğimi fark edip öyle sınava girdim ve Eskişehir’i kazandım. Okulun son senesinde İstanbul Üniversitesi’nde Pandomim Bölümü olduğunu öğrendim. Pandomime karşı özel bir ilgim vardı. Sonrasında hemen sınavlara girip orada da iki yıl okudum ve İstanbul’da yaşamak zor geldiği için Ankara’ya taşındım. Pandomim Bölümü Vecihi Ofluoğlu’nun gayreti ve çabasıyla açıldı ama maalesef şimdilerde kapandı. 3 yıl sonra tekrar İstanbul’a taşındım şimdi bir ayağım Ankara’da bir ayağım ise İstanbul’da. 
“Meryem, annesinin bile unuttuğu bir çocuk!”
“Dansöz” ile kendini büyük bir kentin karmaşası içinde bulan ve ötekileştirilen bir kadın olan Meryem’in hikâyesini anlatıyorsunuz. Meryem’in hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Meryem çok özel bir kadın ve farkındalığı çok yüksek bir dansöz. Çok küçük yaşlarda dans ile tanışan Meryem çok da yalnız bir çocuk. Annesinin bile unuttuğu, dönüp bakmadığı bir kız çocuğu olan Meryem çocukken tesadüfen bir ses duyuyor ve içinde bir şey kıpırdıyor. Meryem aynı zamanda ötekileştirilen bir kadın ve sadece anne figürü var hayatında. Meryem’in annesi de pavyonda şarkı söylüyor. Aslında o da Meryem gibi. Meryem’in arası nasıl dans ile kuvvetliyse ve oradan beslenip kendini oradan var ediyorsa annesi de öyle aslında. 
Annesi için de şarkı söylemek var oluşa dönüşecekken hayatın girdaplarıyla birlikte şarkı söylemek annesinin elinden alınmış. Bu süreçle birlikte annesi sadece hayatta kalmaya çalışan bir kadına dönüşmüş. Meryem gibi tutkusuna çok sarılamamış. Meryem’in annesinden farkı o. Belki Meryem de tutkusuna sarılamasaydı annesi gibi amacını ve tutkusunu kaybetmiş bir kadına dönüşecekti. Meryem’de annesinin izdüşümü de var. 
Oryantal, çok kadim ve ritüeli olan bir dans. Oryantalin geleneksel olarak yalın ayak yapılmasının sebebi; topraktan aldığımız enerjiyi insanlara verebilmemizi sağlaması. Bu dans kadın vücudunun özelliklerine göre tasarlanmış bir doğum hareketidir ve estetikten sağlığa, doğum sürecinden doğum sonrasına kadar pek çok yönden yarar sağlar. Oryantal, her kadının kendi hikâyesini oynadığı, kadın bedenini özgürleştiren ve vücudumuzu keşfetmemizi sağlayan bir danstır. Çok eski zamanlarda bir dinsel ritüel olarak karşımıza çıkan dans, Orta Çağ’dan itibaren bir sanata dönüşmüş, 20’inci yüzyıldan sonra ise modern dans kavramının ortaya çıkması ile beraber bir yaşam biçimi olarak tanımlanmış. Oryantal, insanın dünyaya getirilişini anlatır ve insanı dünyaya getiren de kadın olduğu için bu dans tekniği ile beraber kadın varoluşu yeniden canlandırır. Oryantali ikiye ayırabiliriz: Birincisi daha eğlenmek için yapılan ve kadın bedenine bakışı açan bir şekli var. Bir de gerçekten Meryem’i eğiten Hayfa’nın ekolünü düşünürsek, kendisi için dans eden bir ekol var. Hayfa sayesinde Meryem o ekolden geliyor. 
Dolayısıyla dans onun için karşıdaki bakışı çağıran kendisini nesneleştiren bir olgu değil onu var eden bir olgu. Çocuk yaşlarda o sesi duyduğu anda içinde bir şeyler kıpırdıyor ve o hareketsizliği kayboluyor. O ses yaşam enerjisine dönüşüyor. Bir zaman sonra Meryem de annesinin yol üstünde tutkusunu kaybettiği patikaya savruluyor. O da yol üstünde bir şeyleri kaybediyor. Ama Meryem tutkusuna çok güçlü bir yerden sahip çıkıyor ve haysiyetini bırakmıyor. Koruyabildiği kadarını koruyor ve çekip alıyor. 
“Annesi Meryem’i para kazanabileceği bir sermaye olarak görüyor!”
Meryem’in hikâyesini acıyla dolu bir yaşama ses telleriyle tutunan Edith Piaf’ın hikâyesine benzettim. Belki o da ruhunun acısını şarkı söyleyerek bir nebze azaltmaya çalışıyordu. Piaf yaşamının bir kısmını bir genelevde yaşayarak geçiriyor, sonrasında ise babası Edith Piaf’ı genelevden alıp yanında sokaklarda cambazlık yapmasına zorluyor... Sizce de Meryem ile
Piaf’ın yaşamları kesişiyor mu? 
Bunu hiç düşünmemiştik. Meryem’in annesi Meryem’i dans ederken görüyor fakat o an hissettiği duygu kıvanç değil. Orada bir ‘sermayeyi’de görüyor! Çünkü annesi pavyonlarda şarkı söylüyor ve hayatını öyle idame ettiriyor ve dolayısıyla Meryem’e de öyle bakıyor. Meryem’i para kazanabileceği bir sermaye olarak görüyor. 
Fakat Yeşilçam’daki ‘kötü’ karakterler gibi değil, yaşam koşulları neticesinde böyle hissediyor. Çünkü ekonomik koşullar her şeyi zorluyor ve insanların hayatlarını savuruyor. Ve Meryem’in annesi Meryem’i dans ederken gördüğünde ‘Bu kız büyüyecek ve para kazanacak’ gibi bir ibare beliriyor beyninde. O nedenle ona bir teyp getiriyor ve çalışmaya teşvik ediyor. Annesinin Meryem’e yaptığı en güzel iyilik ise Hayfa ile tanıştırması oluyor. Orada Meryem için bambaşka bir evren açılıyor. Sevginin olduğu, kendisinin var olabildiği, gerçekleştirebildiği ve rahatlayabildiği bir evren açılıyor. Tabi ki annesinin Meryem’i çalıştırmak ve ondan para kazanmak gibi bir niyeti var. Annesi Meryem’i pavyona götürüyor ve yüksek ihtimalle yaşını büyütüp çalıştırmaya başlıyor.
Piaf da acılarından tutunuyor, her iki karakter de ‘sokak’tan geliyor...
Tabi ki sınıfsal anlamda benzerlikleri var ve her ikisi arasında fark da var. Piaf dinlenilmek istiyor fakat Meryem’in dans ile kurduğu ilişki böyle bir ilişki değil. O, ona bakılsın istemiyor sadece dans ederek kendini var etmek istiyor.
“Oryantal, erotizme dönüştürülmüş”
Sokaklardan alınıp şimdilerde en lüks otellere taşınan tango mültecilerden seks işçilerine, gece kulüplerinden yeraltı dünyasına, kadar pek çok yaşamı içinde barındırıyor. Aslında çok büyük zorluklar içerisinde, baskı altında ve herhangi bir hakları olmadan yaşayan ‘ötekiler’ kendilerini ifade edebilmek için tangoya sığınıyorlar. Meryem de oryantale sığınmış. Aslında tango ve oryantalde yapılan her bir nüans yaşamla olan kavgayı temsil ediyor diyebilir miyiz? Meryem için de oryantal, bir kavga biçimi mi? 
Tam olarak bir var olma biçimi. Oryantalin kadın ritüellerine kadar inen bir tarafı var. Aslında oryantal en temelde kadınların doğum, bereket ve kendi bedenini arındırma ritüeli. Oryantal dünyanın en eski danslarından biri. Orijininde, antik dönemin doğurganlık ve bereket kültürünü yansıttığı düşünülüyor. Şimdilerde atılan o göbek erotizme dönüştürülmüş. Aslında o hareketlerin hepsi bir doğum, sadece kadının kendisi için yaptığı bir şey. Ve Meryem de bunu bu şekilde öğreniyor. Aslında oryantal, yaşamla çok naif bir kavga biçimi. Çünkü Meryem, çok küçük yaşta Hayfa’nın eline düşüyor. İyi ki de düşüyor. Çünkü Hayfa Mısırlı bir oryantal dansçısı. Hayfa çölde dans eden bir kadın. Sabah gün doğumuyla beraber tek başına yürüyen, güneşe karşı tek başına dans eden ve kendi bedenini dünya üzerinde dünyadan ayrı bir şey olmadan onunla birleştiren bir kadın. 
Kadınlık biraz da böyle bir şey. Benim için de kadınlık böyle bir şey. Hayfa ve Meryem’in ekolünü takip ettiğimizde oryantal öğretilen bir şey değil. Her kadında olan, unuttuğu ve hatırlaması gereken bir şey. Dolayısıyla Meryem de o dansı öyle öğreniyor. Meryem, ‘Hayfa, bana hiç hareket göstermedi, duruş gösterdi, onu oynarken bile görmedim her şeyi kendim yaptım.’ diyor .
Meryem Hayfa ile 4-5 yıl geçiriyor. Dolayısıyla kendi bedenine bakışı bambaşka. O nedenle tacizkâr bakışlara maruz kalmak onu incitiyor. Çünkü dans onun için öyle bir şey değil. Kendisi için bir yaşam biçimi. Pavyonda ona ‘Kalçanı at, memeni salla, bakışınla onu çağır’ deniliyor. Kadının bedeni nesneleştiriliyor. Böylesi bir şeye zorlandığında bununla çok naif bir yerden kavga ediyor ve en sonunda bir cinnete varıyor. Çünkü dans onun varoluşu. Sen ondan kendisini nesneleştirmesini istediğinde aslında o bütün dansın içindeki koskocaman evreni sıkıştırıyorsun ve böylece Meryem’i de sıkıştırıyorsun. O naif kavga korkunç bir cinnete dönüşüyor. 
“Var oluş biçimini yol üstünde kaybediyor”
Sıra dışı imajı ile tabuların çok ötesinde bir kadını oynamak nasıl bir duygu?
Meryem’i sıra dışı olarak değil, özel bir kadın olarak düşündüm. Çünkü o imkânsızlıkların ve yalnızlığının içinde bir şey buluyor ve o bulduğu şey de onun tutkusu haline geliyor. Benim için Meryem’in kendi bedeni ile kurduğu ilişkiyi ve Hayfa ile ilişkisini anlamaya çalışmak çok zorlayıcı oldu. Birçok şeyi düşünmeme neden oldu. 
Bir taraftan da çok üzücü. Kız çocuğunun yalnızlığı beni üzdü... Hayfa ile kurduğu ilişkiye çok bağlandım. Sonra hem Hayfa’yı kaybediyor hem de Hayfa’nın ona bıraktığı çok değerli olan dansı, yani varoluş biçimini de yol üstünde kaybediyor. Hayfa ona büyük bir sorumluluk da yüklüyor ve ‘Benden kalan tek şey sensin’ diyor. 
Meryem ile aynı sosyal sınıfta olmasak da aynı yolları yürümemiş olsak da bir kadın olarak yaşadığımız olaylar birbiriyle benzeşiyor. Bakmak meselesi mesela... Oyunu izleyen her kadın bakınmanın nasıl bir şey olduğunu ve bakmanın nasıl tacize dönüşebileceğini biliyor. Çok ortak bir mesele. Evet Meryem’in hikâyesinden dinliyoruz ama oyunu izleyen herkes kendinden bir şey bulabiliyor. Özellikle kadınlar...
Peki, oyunun yönetmeni aynı zamanda yazarı olan Şamil Yılmaz ile nasıl kesişti yollarınız? 
Şamil ile yıllardır beraber çalışıyoruz. Mek’an Sahne’yi beraber yürüttük. Beraber oyunlar yönettik. Çok yakın arkadaşız. Gündemlerimiz çok ortak. 
“Seyirci kurumsal tiyatrolardan küçük salonlara doğru kaydı”
Son olarak genç kuşak tiyatro sanatçılarından biri olarak tiyatro ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Çok fazla alternatif tiyatro grubu var. Geçen sezonla beraber İstanbul’da 600 tane alternatif oyun çıkmış. Bu mutluluk verici bir şey. Bunların bir kısmı çok üzerine düşünülmemiş hızlıca işler olsa da arada çok güzel ekipler ve çok tatlı oyunlar var. Çok iyi kurgulanan, yönetilen ve yazılan oyunlar var. Üretim aslında artıyor. Seyirci de o kurum tiyatrolarından çıkıp daha küçük çaplı salonlara doğru kaymaya başladı. Bu hareketlilik güzel bir şey. Her çıkan oyun üretim politik ve teatral olarak güçlü olmasa da buralardan elene elene daha iyiye gidileceğini düşünüyorum. 
Sezen Keser

Tiyatro sanatçısı Sezen Keser, 1986 yılında Denizli’de doğdu. 2010 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldu. 2010 yılında girmeye hak kazandığı İstanbul Üniversitesi Pandomim Bölümü’nde iki yıl eğitim aldı. Özel ve kurumsal tiyatrolarda bir süre çalıştıktan sonra, Mek’an Sahne’ye katıldı. Hâlâ Mek’an Sahne’de oyuncu ve yönetmen olarak üretimlerine devam ediyor.