Özlem Tezcan Dertsiz: Şiddetin önüne ancak sanat ile geçebiliriz

Şiir ve çocuk kitapları yazarı Özlem Tezcan Dertsiz; iki çocuğunun bakımı, ev işleri arasında yazmayı büyük bir tutkuyla sürdürüyor. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan yazar, şiddetin eğitim sisteminde sanat eğitimine mutlaka yer verilerek önüne geçilebileceğini düşünüyor. Yazmak veya sanat ile ilgilenmek için zamansızlıktan şikâyet edenlere ise; “Evde makarnayı karıştırırken, çocukları uyuturken yazıyorum. Böylece zamanımı yönetmeyi öğrendim.” diyor.

ZEYNEP PEHLİVAN 
İzmir- Sizi; şair kimliğiyle ön planda olmasına rağmen son dönemde çocuk edebiyatı alanında da ürün vermeye başlayan Özlem Tezcan Dertsiz’in ilginç yaşam hikâyesine ortak etmek istiyorum. 1972 senesinde Edirne’de doğan ve çocukluk yıllarını da tümüyle burada geçiren Özlem Tezcan Dertsiz, kendi deyimiyle kitapların ve dergilerin ortasında büyüyor. Bu durum, onun bugünkü yazarlık becerilerinin bir anlamda temelini oluşturuyor. Öte yandan İngilizce öğretmeni olan annesinin kitaplara çok düşkün olması, babasının ise şair olması, eğitim sürecinde ona önemli bir avantaj getiriyor. Liseye kadar Edirne’de okuduktan sonra, yıllarca hayalini kurduğu edebiyat bölümünü kazanıyor; ancak o süreçte deneyimledikleri, hayallerinden oldukça farklı oluyor.
“Edebiyatçı olmak için edebiyat bölümünü okumam gerektiğini düşünmüştüm. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Öğretmenliği bölümünü kazandım. Orada açıkçası tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Tamamen eski edebiyat üzerine odaklanmış bir eğitim sistemi ile karşılaştım. Tabi bu arada eski geleneği öğrenmek açısından yararını inkâr edemem. Fakat sonrasında yüksek lisans yapmama rağmen hiçbir zaman hayal ettiğim üniversite eğitimini alamadım. Eğitim hayatında aradığımı bulamayınca öğretmenlikte karar kıldım.”
“Şiirleri makarna karıştırırken yazıyorum”
Özlem, öğretmenliğin yaşamında verdiği en iyi kararlardan biri olduğunu düşünüyor. Bir çocuğa ufak da olsa dokunabilmenin, onda bir değişim yaşatabilmenin kendisini oldukça motive ettiğini söylüyor. Nitekim öğretmenlik yaşamı boyunca biriktirdikleri, Edirne’deki gençlik yıllarında oluşan o güçlü temelle birleşiyor ve artık yavaş yavaş cebinden şiirlerini çıkarmaya başlıyor. Öte taraftan Özlem bu süreçte evleniyor ve iki çocuğu oluyor. Çocuklarından birinin otizmli olması, onu ne hayata ne mesleğine ne de edebiyata küstürüyor. 
Evlilik, annelik, öğretmenlik… Bu yoğun mücadelenin içinde şiire ne ara zaman ayırıyorsun diye soruyorum. Gülümseyerek harika bir cevap veriyor bana: Makarnayı karıştırırken!
“Yoğun çalışma hayatına ve otizmli bir çocuğum olmasına rağmen bir biçimde edebiyata zaman ayırabildim. İnsanlar bana hep ‘Ne ara yazabiliyorsun’ diye soruyorlar. Makarnayı karıştırırken ya da çocuğu uyuturken çıkıyor o şiirler diyorum. Yazmak adına aklımda biriktirdiklerim vardı. Belki de bu sayede zamanı iyi kullanmayı öğrendim. Toplumun kadınlara dayattığı, genlerimize işlediği, adeta şifrelerimize kod ettiği şeyleri aşmak kolay olmuyor. Çocuklarımın biraz büyümesi ve bir yıl önce emekli olmamla beraber biraz daha zamanım çoğaldı. 2000 yılında Varlık Dergisi’nin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü almamla beraber de bir şekilde kitap çıkarma sürecim başladı; ancak ben yazdıklarımı damıtmadan, dinlendirmeden kitap çıkarmak istemedim.”
“Şiire hepimizin ihtiyacı var”
Henüz kitabı olmayan, genç yaştaki bir şair için Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü gibi prestijli bir ödülün sahibi olmak, hiç de küçümsenecek bir başarı değil. Üstelik bu özel ödülü daha sonraki dönemlerde, “Ali Rıza Erten Şiir Ödülü” takip ediyor. Sonraki yıllarda Özlem, “Şimdi Gitsem Güz”, “Sus Şarkıları” gibi şiir kitaplarının yanına pek çok çocuk kitabını dâhil ediyor.
“Ben açıkçası şiire hepimizin çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Özellikle de bu ara! Şiir, yaralara merhem olabilecek, insandaki heyecanı uyandırabilecek kadar güçlü bir tür. Keşke eğitim sistemimizde de şiiri başköşeye oturtabilsek. Şu aralar yine şiire olan düşkünlüğüm fazlalaştı. Öte yandan çocuk edebiyatı da yazma serüvenime dahil oldu. Öğretmenlik yaptığım süreçte edindiğim birikimleri, anıları yok etmemem gerektiğini düşündüm. Kızımın küçüklüğü, oğlumdan kalanlar, açıkçası kitapları yazarken hepsi bir araya geldi. Şimdi bir gençlik romanım var, o da basım aşamasında bekliyor.”
“Sanatı dışarıda bırakan bir eğitim sistemi var”
Özlem; öğretmenliğinden, anneliğinden damıttıklarını şiirin çetrefilli yollarından geçirmeye devam ediyor. Pek çok şair gibi o da şiirin, kitapların, kısaca edebiyatın iyileştirici tarafına tutunuyor.
“Kitaplar sizi istediğiniz dünyaya götürebiliyor. Üstelik bunu önünüzdeki ekranlardan çok daha güzel bir şekilde yapabiliyor. Ben açıkçası bugüne dek öğrencilerime okumadığım bir kitabı tavsiye etmedim. Bu çok dikkat edilmesi gereken bir konu! Çocuklarımızı küçük yaşta zedelersek, o keyfi elinden almış oluruz. Bir daha ömür boyu kitap okutamayız diye düşünüyorum. Toplumumuzdaki şiddet olaylarının ve sevgisizliğin de eğitim sisteminde sanat eğitiminin çok az olmasına bağlıyorum. Tamamen akademik başarıyı ön plana çıkaran; ama sanatı, edebiyatı atmış, yok etmiş bir eğitim sisteminden söz ediyoruz. Eğer biz çocuklarımızı şarkı söyleyerek, tiyatro oynayarak, kitap okuyarak yetiştirebilirsek, onlar başkalarının hayatlarını görüp belli bir tolerans kazanabilirler. İşte o zaman tam olarak şiddetin de önüne geçmiş olacağız.”