“Çocuk yazınında dil her şeydir!”
Çocuk kitapları yazarı Oya Uslu, çocuk edebiyatının, hata kaldırmadığını belirtiyor ve ekliyor: “ İyi niyetli olmak bile başlı başına yetmiyor. Tıpkı yetişkinlere yazıyormuş gibi felsefe bilmeli, sosyoloji bilmeli psikoloji bilmeli. Yoksa ortaya doyurucu metinlerin çıkma şansı hiç yok!”
ZEYNEP PEHLİVAN
İzmir- Üretkenliğini, bugüne dek çıkardığı 17 ayrı kitapla taçlandıran yazar Oya Uslu, çocuk edebiyatının son yıllarda parlayan isimlerinden. İlkokuldan bu yana yazma eyleminin içinde olduğunu ifade eden Oya Uslu’nun yazarlık serüvenini ağırlıklı olarak çocuk edebiyatı oluşturuyor. “Alaycı Prense ile Almira” kitabıyla yeniden çocukların düş dünyalarına seslenebilme şansı bulan yazar, sorularımızı içtenlikle yanıtladı.
Her ne kadar yetişkinlere yönelik olarak yazdığınız iki kitabınız olsa da sizi büyük ölçüde çocuk kitaplarının yazarı olarak tanıdık. Yazarlık sürecinizden bağımsız olarak, yaşam hikâyenizden kısaca söz eder misiniz?
1960 senesinde İzmir’in merkez ilçesi olan Konak’ta doğdum. Baba tarafım İzmirli, anne tarafım ise Yugoslav göçmeni. İşçi bir ailenin kızı olarak büyüdüm. Annem de babam da o dönem uzunca bir süre fabrikada çalıştı. Benim özellikle ortaokul ve lise yıllarım oldukça güzel geçti. Ailem tipik bir İzmir ailesiydi, genel anlamda üzerimizde bir baskı kurmuyorlardı, rahattık. Kız-erkek çocuk ayrımlarını yaşamadık. Lisedeyken devrimci mücadele ile tanıştım. Bu mücadele benim hayata bakış açımı değiştirdi, dünyamı renklendirdi. Mutlu bir kızdım, hayatı hep tozpembe görüyordum. Bu mücadele bana başka renkleri gösterdi. Bir ara fabrikada çalıştım, ardından evlendim. Bu evlilikten iki kızım oldu. Üniversiteyi kazanmama rağmen ancak iki sene devam edebildim. Şu anda iki çocuk annesi, emekli bir kadın olarak İzmir’de yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum.
Peki bugün sıkı sıkıya bağlı olduğunuz kaleminizle yollarınız nasıl kesişti? Bu noktada yazarlık yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Aslında ben ilk kitap dosyamı ilkokula giderken tamamladım. Hemen onu bir heyecanla öğretmenime götürdüm. İçinde aşk konusu falan vardı, öğretmenim okudu ve bana “Sen düşünme bakalım böyle şeyler” dedi. Ortaokul ve lisedeki öğretmenlerim neyse ki bana epey destek verdiler. Zaten bu konuda biraz aileden de şanslı sayılırım. Çünkü annem üç kitap sahibi bir kadındı. O dönemler bana çok sık kitap alır ve beni okumaya teşvik ederdi. “Edebiyat nedir?”, daha bunu dahi bilmeden yazdığım şeylerdi. Fabrikaya gidip çalışma motivasyonum da biraz buydu. “Gidip çalışayım, oradaki insanları gözlemleyim, yeni hikâyeler biriktireyim.” diyordum. Sonra ben o fabrikada iki seneye yakın çalıştım. Orada düzenli olarak günlük tuttum ve neticede bir roman oluşturacak kadar çok malzeme biriktirdim diyebilirim. Ne yazık ki bütün o notları kaybettim. Bu bende bir kırılma yarattı, çok olumsuz etkilendim. 7 sene kadar elime hiç kalem almadım. Çocuklarım olduktan sonra onlara sürekli olarak çocuk kitapları okuyordum. Bu yazma isteğimi de harekete geçirdi ve ben yeniden yakaladığım heyecanımla birlikte üç ayrı kitap dosyası oluşturdum. Yayınevleri üç dosyayı da kitap haline getirdi ve sonra da zaten arkası kesilmedi.
Bir fikrin bir kitaba dönüştüğü o uzun, o yorucu yolculuk, sizde nasıl tezahür ediyor? Örneğin kitap öncesinde, nasıl bir hazırlık aşamanız oluyor?
İstisnasız her kitabımdan önce ilgili konuyu derinlemesine araştırma ihtiyacı hissediyorum. Bu aynı zamanda benim ciddi bir sorumluluğum diye düşünüyorum. Belli bir mekânsal çalışma yapmam gerekiyorsa oraya gidip video ya da fotoğraf çekiyorum, insanlarla görüşüyorum. Tüm bu araştırmalarla bir zemin yaratıyorum. Zaten konu bu süreçte yavaş yavaş şekilleniyor. Karakterlerin hayata baktıkları noktayı çok önemli buluyorum. Bu nedenle hazırlık aşamasının önemli bir bölümünü karakter analizlerine ayırıyorum. Türkiye büyük acıların, zaman zaman da umut veren şeylerin yaşandığı bir coğrafya. Bazı yazarların bu coğrafyada konu bulamamaktan şikayetçi olmalarına şaşırıyorum. Ben, iyi bir yazarın insanlık bahçesinde çiçekler açtırabileceğine inanıyorum. İyi niyetli olmak yeterli değil, gerçekten iyi olmak gerekiyor. Vicdanı geliştiren yazılar yazmak için elimden geleni yapıyorum.
Kadın yazarların özellikle öykü alanında ciddi bir yükselişi var, bunu nasıl görüyorsunuz?
Feodal sistem kadınların kendilerini geliştirme şanslarını ellerinden aldı. Aile içinde bile kadınlar kendilerine var edemediler. Son yıllarda bu kabuk kırıldı. Kadınlar okuyup kendilerini tanıma şansına sahip oldu. Böyle olunca doğal olarak bir şeyler üretmeye başladılar. Yüzyıllar boyunca susturulan kadınlar, şimdi şahlanmak istiyor. Varlıklarını her alanda ispatlamaya çalışıyorlar. Kadınlar, hem kendi seslerini hem de başka kadınların sesini duyurmak için yazıyorlar.
Kadın yazarların hâlihazırda yükselişinden söz etmişken, dilerseniz İzmir’de yer alan ve sizin de dahil olduğunuz kadın yazar kolektiflerini de es geçmeyelim.
Elbette. İzmir’de edebiyat alanında esasen çok sayıda kadın kolektifi var. Üstelik çok aktifler ve birbirleriyle dayanışma içindeler. Günümüzde kadının, bizzat kadın olmaktan kaynaklı olan sorunları iyi irdeleniyor. Kadınlar bu sayede kendi sorunlarına sahip çıkıyor ve ne istediklerini biliyor. Ben Egeli Kadın Platformu üyesiyim. Benim kadın sorunlarına bakış açımı değiştiren, geliştiren bir yer oldu. Onun yanında daha önce de Kadın Yazarlar Derneği’ne üyeydim.
Bu alanda çok sayıda ürün vermiş biri olarak; sizce çocuk kitabı yazmak, yazara ne tür sorumluluklar yüklüyor? Yazarken bu bilinç ve sorumluluk duygusuyla mı hareket ediliyor?
Bence çocuk edebiyatı asla ve asla hata kaldırmayan bir alan. Bu nedenle yazarın hem bilgili hem de iyi niyetli olması önemli. Az önce de vurguladım. İyi niyetli olmak bile başlı başına yetmiyor. Çocuk samimiyetinizi hemen sezer. İçindeki samimiyeti kaybetmemiş olanlar, yazmak için güçlü adaylardır. Bana göre çocuklara yazan bir yazar tıpkı yetişkinlere yazıyormuş gibi felsefe bilmeli, sosyoloji bilmeli psikoloji bilmeli. Bilimsel kitaplar okumalı. Yoksa ortaya doyurucu metinlerin çıkma şansı hiç yok. Çocuk yazınında dil her şeydir. Dil titiz olursa çocuk hem hikâyeyi sever hem de kendini daha iyi anlar ve geliştirir.
Edebiyat alanında zaman zaman ayyuka çıkan “pedofili” konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
Bugün mazluma yönelik saldırı arttı. Mazlumdan nefret etme, ona acımama duygusu çoğaldı. Ben pedofiliyi bu bağlamda ele alıyorum. Dikkat edin bu istismar dışarıdan geliyorsa, bu çocuklar ya sahipsiz ya da anne babaları yoksul oluyor. Bu psikolojik bir bozukluk mu emin değilim ama insanın fikri neyse zikri de odur bence. “Bu da olabilir, şu da olabilir” denmeye başladıkça, her şey normalleştikçe, bu tip istismarların kendiliğinden gerçekleşme olasılığı da güçleniyor gibi geliyor bana. Bu anlamda içgüdülerimizin kışkırtılmasını sakıncalı buluyorum.
Çocuk edebiyatının tam manasıyla sektörleşmesi, özellikle bazı yazarlar için bir pazarlama alanı olarak görülmeye başlaması size ne hissettiriyor?
Bir ara özellikle çocuk edebiyatı çok para kazandırıyor şeklinde bir düşünce hakimdi. Hakikaten de bir dönem bu alanda ciddi paralar kazanan yazarlar oldu. Okullarla, kolejlerle özel ilişkiler yakalayan kişiler, kitaplarını çocuklarla daha kolay buluşturabiliyor; ancak bazı yazarların kitapları bir editörden bile geçmiyor. Neyse ki bu biraz daha azaldı. Ben bu konuda hep kenarda durmayı tercih ettim. Okulların kapısını çalmadım, hep onların davet etmesini arzuladım. İşin aslı öğretmenler de sanılanın aksine çok okumuyor. Belki de bu nedenle nitelik konusunda doğru ayrımcı olamıyorlar. Yayınevlerinden ziyade yazara ve eserin içeriğine odaklanmalılar.
Türkiye’de çocuk edebiyatının bugününü nasıl görüyorsunuz?
Bugün çocuk edebiyatını Türkiye’de üç ayrı çerçevede ala alabiliriz. Toplumcu gerçekçi tarzda yazılan kitaplar, burjuva tarzı kitaplar ve son olarak din etrafında şekillenen kitaplar. Toplumcu gerçekçi kitapların sorunu bir mesaj verme kaygısı içinde olabilmeleri. Bu didaktik dil çocuğa batıyor. Çocuklar iyi eseri anlar zaten, araya girmek bu böyle, şu şöyle diye işaret etmek çok anlamsız. Burjuva kitapların sorunu tüketim odaklı içeriklere sahip olmaları. Ne yazık ki bu tip kitaplar, her ne kadar renkli ve yaratıcı olursa olsun, bencil çocukların yetişmesine bir tuğla örüyor. Dinin ön planda olduğu çocuk kitaplarında ise merak tetiklenmiyor. Ben bunları sorgulama duygusu içermeyen, merakı öldüren, zararlı kitaplar olarak görüyorum.