“Rejim kendisini otoriter tarzda yeniden şekillendiriyor”

İHD İstanbul Şubesi Başkanı Avukat Gülseren Yoleri, “OHAL gidici ve adı üstünde olağan olmayan demek. Oysa varolan durum artık kalıcı. Bir yere gideceği yok ve her geçen gün daha da kurumsallaşıyor. Yani rejimde adım adım ciddi ve kalıcı değişiklikler gerçekleştirildi. Daha despotik, diktatörlüğe doğru giden bir rejimden söz ediyoruz” diyor.

 
EKİM ZEYNEP YAĞMUR
İstanbul- Olağanüstü Hal uygulamaları sivil toplumun daralmış olan kamusal alanını neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. İnsan Hakları Ortak Platformu’nun (İHOP) verilerine göre; 20 Mart 2018 itibariyle tespit edilebilen 1419 dernek, 145 vakıf, 174 medya/yayın kuruluşu kapatıldı. Bu durum, yüz binden fazla insanın kamudan ihraç edilmesi veya yargılanması, belediyelere kayyımların atanması gibi gelişmelerle birlikte düşünüldüğünde sivil toplum alanındaki hareketliliğin hızla durma noktasına geldiğini gösteriyor. 
Kürt meselesinin, özelde insan hakları mücadelesinin ve genelde sivil toplum çalışmalarının önemli merkezlerinden biri olan Amed ve bölgedeki diğer şehirlerin sivil toplum dinamiği; darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’den yıkıcı bir şekilde etkilendi. Belediyelere kayyım atanması, belediye ve kamu çalışanlarının ihraç edilmesi, STK’ların kapatılması bölgedeki sivil toplum çalışmalarını büyük ölçüde durdurdu. Biz de İHD İstanbul Şubesi Başkanı Avukat Gülseren Yoleri ile bu süreci konuştuk. 
OHAL sırasında yaşanan uygulamaların bugün hâlâ yaşanabiliyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  Bu süreçte hangi uygulamalarla karşı karşıya kalındı?
OHAL 8’inci kez uzatılmayarak resmi olarak 18 Temmuz 2018 tarihinde bitmiş oldu. Ancak hem OHAL KHK’ları ile yasalarda kalıcı olarak yapılan değişiklikler yürürlükte kaldı hem de 31 Temmuz’da yürürlüğe giren 7145 Sayılı Yasa OHAL uygulamalarının 3 yıl boyunca devamını öngörüyordu.  12 güne varan gözaltı sürelerinin, valilikler tarafından uygulanan kısa ya da uzun süreli eylem yasaklarının, güvenlik nedeni ile uygulanan sokağa çıkma yasaklarının, kamu çalışanlarının memuriyetten ihracı uygulamalarının, kişi özgürlüğü ve güvenliğine aykırı uygulamaların, mahpusların hapishanelerden alınarak sorgulanmalarının dayanağı bu yasalarla yaratılmış oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yürürlüğe giren “başkanlık sistemine” dair Anayasa değişikliğinin Parlamentoyu etkisizleştiren, yetkileri tek adamda toplayan ve Cumhurbaşkanı’na kararname çıkarma yetkisi veren düzenlemeleri ile artık resmi olarak OHAL’e gerek kalmamış oldu. OHAL KHK’ları gitti Cumhurbaşkanı kararnameleri geldi. 7145 Sayılı Yasa, 3 yıl süreyle OHAL uygulamalarının devamını öngörmüşse de bu süre içerisinde sivil toplumu, sosyal medyayı etkisizleştirecek yasak ve baskının devamını sağlayacak yasal düzenlemelerle zaten 3 yılı beklemeye gerek kalmamış oldu gelinen aşamada.  
2014 ve 2017 yıllarında yapılan yasal değişiklerle korumaya alınan ve denetim dışına çıkarılan MİT, bu dönemde kendisini çok daha fazla hissettirdi. Kaçırılma ve ajanlık dayatması şikâyetlerinin tamamına yakınında kendisini istihbarat olarak tanıtan sivil kişilerden söz edilmekte. Kaçırılma vakalarında; artık kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, işkence yasağının ihlali yanında yaşam hakkının da tehdit altında olduğu durumlar giderek arttı. Pek çok vakada gözaltında kaybedilme ihtimali düşünülür oldu.  7145 Sayılı Yasa,  MİT Yasası,  sivil toplumu ve sosyal medyayı kısıtlayan yasalar hem Anayasaya hem de uluslararası sözleşmelere pek çok aykırılık içermesine rağmen uygulanmasında tereddüt edilmiyor. Kayıp yakınlarının Cumartesi Eylemleri’ne konulan yasaklar, kadın eylemlerinin yasaklanması, işçilerin eylemlerine yapılan müdahaleler, belediyelere kayyum atanması, AİHM kararlarının uygulanmaması bu dönemin sıradan uygulamaları haline geldi.
“Daha despotik, diktatörlüğe doğru giden bir rejimden söz ediyoruz”
Türkiye’de hâlâ OHAL devam ediyor diyebilir miyiz?
Kısaca artık “OHAL devam ediyor”  demek bu tabloyu tanımlamıyor. OHAL gidici ve adı üstünde olağan olmayan demek. Oysa var olan durum artık kalıcı. Bir yere gideceği yok ve her geçen gün daha da kurumsallaşıyor. Yani rejimde adım adım ciddi ve kalıcı değişiklikler gerçekleştirildi. Daha despotik, diktatörlüğe doğru giden bir rejimden söz ediyoruz. Önceleri “belirsizlik rejimi”, “anayasasızlık hali”, “hukuk dışılık” gibi belirlemeler yapıldı bu yeni duruma ve artık bu rejimin net olarak adının konulması önemli. Halkın neyle karşı karşıya olduğunu bilmesi bakımından.
“İktidar siyasi ekonomik krizlerini toplumda kaos yaratarak aşma gayretinde”
Rawest Araştırma, “Doğu ve Güneydoğu’da Sivil Toplum Manzarası ve Covid-19 Etkisi” başlıklı araştırmasının sonucunu kamuoyu ile paylaştı. Araştırmanın sonucuna göre; sivil toplum alanını hedef alan baskılar, devletin alanı daraltması, yerel yönetimlere kayyım atanması gibi sebeplerle sivil alanın etki gücü azalıyor. Bu araştırma aslında bize sivil alanın daraltıldığını gösteriyor diyebilir miyiz?
Bu despotik rejim; insan haklarından, demokrasiden ve barıştan fersah fersah uzaklaştı tabii ki. Zulüm haline gelen baskılara karşı toplumda tepki gelişmesine engel olmak için sivil toplum alanı giderek daraltıldı. Bu süreçte toplumda ırkçı yaklaşımların artması tesadüflerle açıklanamaz. Toplum kutuplaştırılarak sosyal bakımdan yalnızlaştırılıyor, dayanışmadan yoksun hale getirtiliyor ve etki gücü zayıflatılıyor. Birbiri ile uğraşırken iktidarın faaliyetlerini hatta ekonomiyi bile görmezden gelmesi sağlanabiliyor. Mağdur kesim bakımından da saldırgan kesim bakımından da aynı daralma aynı yalnızlaşma söz konusu burada. İktidar siyasi ekonomik krizlerini toplumda kaos yaratarak aşma gayretinde. Böyle bir ortamda sivil toplumun etkili olabilmesi zaten mümkün değilken üzerine bir de sosyal medya paylaşımları, sivil örgütlerin faaliyetleri suç haline getiriliyor. Bu durum iktidarın yönelimini göstermesi bakımından önemli. İktidar siyasi ve ekonomik alandaki krizi perdelemek için daha fazla baskı uygulayacak ve bu konuda itirazların yükselmemesi için önlem alıyor sözün kısası.
“Bu durum geçici değil”
Türkiye’de sivil toplum alanı, özellikle son on yılda çalkantılı bir seyir izliyor. Demokratikleşme adımlarının atılmasıyla 2000’li yılların başında yükselen bir ivme yakalayan sivil toplum, siyasi ve sosyal dönüşümlerle özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde büyük bir alan daralması yaşadı. Bu süreç ne kadar sürecek? 
Yukarıda da söylediğim gibi bu durum geçici değil. İktidar bu OHAL koşullarını kalıcılaştırmış durumda. Bu despot rejimi çıkardığı yasalarla kurumsallaştırmaya da devam ediyor. Maalesef durum bu. Daha kötü uygulamalarla karşılaşmamız da kuvvetle muhtemel. Peki, bu noktada halen bir şansımız var mı? Tabii ki evet diyeceğim bu soruya. Çünkü iktidarın baskı politikaları bir bütün olarak insan onuruna aykırı ve insan onurunu hiçe sayan uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. İnsan onurunu hedef alan bu zulüm karşısında toplumun insan hakları belgelerinde de tarif edilen direnme hakkını kullanabileceğini ve bu karanlığı dağıtabileceğini, bu gücü içinde barındırdığını biliyoruz. Bu toplumsal karşı koyuşun insan haklarından yana değişim yaratacağı zamanı bilemesek de insan varolduğu sürece direnmeye devam edeceğini biliyoruz.
“İktidar pandemiyi fırsata çevirdi”
Son olarak bu süreç pandemi ile birlikte daha da arttı diyebilir miyiz?
Kısaca pandemi; tüm dünyada kapitalizmin kendisini yeniden dizaynına imkân sağlamak amacı ile kullanıldı. Yeni modeller denendi toplum üzerinde. Bunu en çok çalışma alanında, kapalılık ve itaat noktalarında gördük. Ve en önemlisi bir anlamda sosyal bir varlık olan insanı eve hapsederek sosyalliğini parçaladı. İnsanların daha egoist davranmasının ve düşünmesinin zeminini yaratarak  toplumsal hareketlerin değişim dinamiği olmasını zorlaştırmayı denedi, deniyor diyebilirim. 
Türkiye’de de iktidar pandemiyi temel hakların kısıtlanması için politikalarını hayata geçirmek noktasında fırsata çevirmiş görünüyor. Çalışma hayatı, hapishanelerde tecridin ağırlaştırılması vb. pek çok örnek üzerinden bu durum konuşulabilir. Bu durumdan kurtulabilmek için direnme hakkını kullanacak toplum tabii ki ama bu dağınık bir direnişle başarıya ulaşamaz. Bu nedenle toplumun örgütlenmesi ve planlı programlı bir direniş örgütlenmesi gerekiyor başarması için.