Ayşe Tuba için erkek değil gerçek adalet!

Ayşe Tuba Arslan’a satırla saldırıp öldüren Yalçın Özalpay’a tasarlayarak, “canavarca hisle veya eziyet çektirerek, nitelikli kasten öldürme” suçunu işlediğinden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmişti. Ankara BAM 2. Ceza Dairesi’nin yaptığı istinaf incelemesi neticesinde BAF savcısı, olayda “canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürmenin” söz konusu olmadığını belirterek tahrik indirimi uygulanması için mütalaa etti. Bu talepte özellikle, daha önce pek çok boşanma davasında ve kadın cinayeti davasından da aşina olduğumuz “ihanet” iddiaları ortaya atılarak davanın seyri değiştirilmeye çalışılıyor.

ZEYNEP PEHLİVAN

Eskişehir- Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasının olumsuz sonuçları; kadın cinayetleri, istismar vakaları ya da kadına karşı uygulanan sistematik şiddet davalarına şimdiden yansımaya başlıyor. Hatta öyle ki savcılar, canavarca hislerle işlenen kadın cinayetlerinde dahi haksız tahrik indirimleri talep edebiliyor. Sözleşmenin iptali sonrasında, kadınların yıllar boyunca karşısında durduğu ve mücadele ettiği erkek adaletin; bugün özellikle töre, namus gibi kalıpları arkasına alarak bir anlamda kadın cinayetlerini meşrulaştırdığını görüyoruz. Bunun en bariz örneğini, ne yazık ki Eskişehir’de boşandığı eşi tarafından güpegündüz satırla öldürülen Ayşe Tuba Arslan’ın davasında görmek mümkün.

Ayşe Tuba’ya satırla saldıran Yalçın Özalpay adlı erkek, Eskişehir 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet ile cezalandırıldı. Ancak sanık müdafinin istinaf incelemesi talebi, haksız indirimin gündeme gelmesine neden oldu. Ankara BAM 2. Ceza Dairesi’nin yaptığı istinaf incelemesi neticesinde BAF savcısı, olayda canavarca hisle ve eziyet çektirerek öldürmenin söz konusu olmadığını ve tahrik indirimi uygulanması gerektiğini mütalaa etti. Bu talepte özellikle, daha önce pek çok boşanma davasında ve kadın cinayeti davasından da aşina olduğumuz “ihanet” iddiaları ortaya atılarak davanın seyri değiştirilmeye çalışılmakta.

“Ayşe Tuba Arslan Dava Komisyonu” avukatlarından Heval Yıldız Karasu ile davadaki gelişmeleri ve tüm bu baskının İstanbul Sözleşmesi ile olan bağlantılarını konuştuk. Fakat öncesinde Ayşe Tuba Aslan cinayetini ve dava sürecini kısaca anımsayalım.

Neler yaşanmıştı?

Ayşe Tuba Arslan, 11 Ekim 2019 tarihinde, Eskişehir’in en merkez caddelerinden birinde, boşandığı eşi Yalçın Özalpay tarafından satırlı saldırıya uğradı. Bu vahşi saldırıdan sonra hastaneye kaldırılan Ayşe, tam 44 gün boyunca sürdürdüğü yaşam mücadelesini ne yazık ki kaybetti. Fakat Ayşe’nin ölmeden önce tehdit, yaralama, hakaret gibi suçlardan dolayı 23 defa suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi. Çıkarılan tedbir kararına rağmen benzer baskılarla ve ölüm tehditleriyle karşılaşmaya devam eden Ayşe, son dilekçesinde şu ifadeleri kullanmıştı:

Defalarca şikâyet etmeme rağmen hiçbir sonuç alamadım. Yalçın Özalpay isimli şahısla ilgili başvurmadığım hukuki işlem kalmadı. Bu şahıstan ölüm tehdidi alıyorum. Benim ölümüm gerçekleşince mi bana yardım edeceksiniz? Ben çok mağdurum.” 

Eskişehir’de o dönem 7 avukat, Ayşe Tuba’nın 23 suç duyuruna karşın korunamadığını detaylı şekilde belgeleyen bir rapor hazırladı. Öte yandan katilin öldürmeyi tasarladığı, buna yönelik alışverişler gerçekleştirdiği, tehditler savurduğu, Ayşe’yi cinayetin işlendiği gün adım adım takip ettiği tespit edildi. Ölü muayene tutanağında da Ayşe’nin canavarca hislerle ve tasarlayarak öldürüldüğüne dair pek çok emareye rastlandı. Eskişehir 3. Ağır Ceza Mahkemesi, “Sanığın tasarlayarak, canavarca hisle veya eziyet çektirerek, nitelikli kasten öldürme suçunu işlediğinden bahisle, “AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA” karar vermiş ve haksız tahrik ve iyi hal indirimi yapmadı.

“Nasıl erkekten yana karar çıkarabiliriz diye çalışılmış”

Ankara BAM 2. Ceza Dairesi’nin haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiğini mütalaa etmesi, bir anda sürecin seyrini değiştirdi. En başından bu yana diğer avukatlarla beraber Eskişehir’deki davanın yakın takipçisi olan ve aynı zamanda, “Ayşe Tuba Arslan Dava Komisyonu’nun da içinde bulunan Avukat Heval Yıldız Karasu, söz konusu gelişmeleri ajansımıza şu şekilde değerlendirdi:

“Yerel mahkeme aslında tam da istediğimiz gibi indirimsiz bir karar vermişti. Ardından istinafa gidildi. Bizler istinaftan bir şey çıkmaz diye düşünüyorduk. Davada Şebnem ismindeki bir şahıs, tasarlayarak öldürmeye tanıklık edenlerden birisiydi. Korktuğu için mahkemeye gelememişti. Mahkeme o dönem onun ilk beyanı ile yetinmişti. İstinaf, ‘Ben onu dinleyeceğim’ diye bir ara karar kurmuş. Biz de sadece tanığın dinleneceğini düşündük; ancak savcı bir anda mütalaayı, ‘Tasarlayarak öldürme var; ancak canavarca hisle ve eziyet ederek öldürme bu olayda yok’ dedi. Ayrıca, ‘Ayşe Tuba’nın boşanmadan önceki kayıtlarının incelemesinde de erkeğin aldatıldığını doğrular delil niteliği taşıyacak HTS kayıtları var’ dedi. Ayşe’nin böyle kayıtları olabilir, ama asıl önemli olan, boşanma davasında bile bunlar delil olarak kabul edilmezken, o HTS kayıtları adeta kuyu kazar gibi bulunuyor. Ardından da önceki kararı bozuyor. Böyle vahşice öldürülen bir kadının davasında; adeta ne yapıp edilip erkekten yana nasıl bir karar çıkarılabilir diye bir çalışma yapılmış. Bu süreç; hazır İstanbul Sözleşmesi’nden de çekilmişken, erkek adaletin gösterilmek istenmesi durumuna dönüştü.”

Namus kisvesi ve aldatma bahaneleriyle cinayetler meşrulaştırılıyor

Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinde, cezai indirim alabilmek adına aldatma bahanelerinin öne sürüldüğüne sıklıkla tanıklık ediyoruz. Söz konusu cinayet nedeni “aldatma” olduğunda, ne kadar vahşi boyutlarda olursa olsun işlenen cinayet bir biçimde meşru kılınmaya çalışılıyor. Daha da kötüsü, bu tip bahaneler toplumda olduğu kadar mahkeme salonlarında da bir karşılık bulabiliyor. Davanın yakın takipçisi olan Ayşe Tuba Arslan Dava Komisyonu’nun basın açıklamasında bu konuya özel bir vurgu yaptığı görülüyor:

“Namus kisvesi ve aldatma bahaneleri ne yazık ki ülkemizde, kadın cinayetlerinde en çok başvurulan savunma olmaktadır. İktidarın fesh etmeye çalıştığı İstanbul Sözleşmesi de tam da bu noktada, kültür, töre, din, gelenek ve sözde namus gibi kavramların şiddeti mazur gösteren sebepler olarak kabul edilemeyeceğini ve taraf devletlerin bu hususta sorumluluk alması gerektiğini vurgulayan bir sözleşmedir. Tam da İstanbul Sözleşmesinin feshinin ve erken yaşta evliliğin ve tecavüzcülerin dolaylı affının tartışıldığı bugünlerde savcının verdiği bu mütalaa ERKEK ADALET in en somut örneklerinden biri olarak karşımıza çıkmıştır.

23 kez adalet isteyen Ayşe nin bir kez bile çığlığını duymayan adalet boşanma davasında bile delil sayılmamış, mesnetsiz ve içeriği anlaşılmayan belge ve bilgileri adeta tırnaklarıyla kazıyıp bularak erkek lehine indirim yapılması için can hıraş uğraşmaktadır. Eğer savcılığın bu çabasına mahkemede destek verecek olursa evlilik içi cinayetlerde kabul etmediğimiz namus indirimleri bundan sonra boşanmış erkelerin de sarılacağı can simidi olacaktır. Ayşe Tuba Arslan cinayeti için verilen yerel mahkeme kararı öncesinde Ayşe’nin ve sonrasında bu davayı takip eden kadınların kazanımıdır. 25 Haziran da yapılacak duruşmada da kadınların bu kazanımdan ödün vermeyeceği bilinmelidir.”