Gurbetelli Ersöz: Yüreğini nakşettiği dağlarda ölümsüzleşti -3-
“Güzel olan her şey bizim olmalı”
“Her şey güzel olsun istiyorum. Devrime olan bağlılığım, Kürdistan’a sevgim, kutsal değerlerimiz şehitlere olan yeminim kadar temiz. Güzel olan her şey bizim olmalı, akan duru su, masmavi gökyüzü kadar temiz olmalı.”
Haber Merkezi – "Gece ateşin ışığında yazı yazmak bir ayrı. Alevlerden yükselen ses ve uzaktan hafiften gelen su sesi ayrı bir ses tonu oluşturuyor. Alevlerden böylesi seslerin çıktığını ve alevler iyice incelendiğinde yanan odun cinsinin yerleştirilişine göre renk tonlarının nasıl değişkenlik gösterdiğini yeni görüyorum. Küçük radyomdan yükselen Rodrigo’nun müziği eşliğinde alevleri izlemenin verdiği etki olacak ki, renk tonları bir başka. Bulunduğumuz noktada gece de ateş yakabiliyoruz. Odun da çok. Ağır yürüyemeyen hastalar ayrıştırılıp başka noktaya gönderildi. Yürüyebilenler ise bu noktada bekliyoruz. Büyük ihtimalle yarın Zap’a döneceğiz. Zap’tan KDP çekilmiş ve arkadaşlar mevzilere yerleşmişler. Dün hastalara refakat eden bir takımlık güç de geri döndü. Karargah beni de çağırmış, ama hastalığım nedeniyle gitmedim. Sıtma beni iyice düşürüyor. Nöbetler iki güne bir ve daha şiddetli ikinci derece sıtma. İlaç hâlâ yok. Halsizlik beni düşürmüş durumda. Karaciğer rahatsızlığımın başlayacağı korkusu beni sarmış. Gözlerimde sarılık var. Bu durum yani sağlığımın düzelmeyişi moralimi bozuyor. Beni savaşdışı bırakmasından korkuyorum. İyi beslenme gerekli.
“Kürdistanlılar bir radyoya kavuştu”
Geri çekilmemiz Abbas arkadaş denetiminde oldu. Dün bu arkadaşı yakınen dinleme olanağım oldu. Hasta halim dikkatini çekti. Ve biraz da daha çok bize hitaben siyasi üslupla dönemi değerlendirdi, bizim yaklaşımımızın nasıl olması gerektiğini belirtti, kendilerinin pratikleri konusunda bazı özeleştirel yaklaşımları oldu. Generalliği hak eden komutan arkadaşlardan biri olduğu kanısındayım. Birçok komutan arkadaşa karşın bu arkadaş yaklaşımları ile duruşu ile o güveni veriyor. Son eleştirileri de aşarsa sürecimize cevap vereceğine inanıyorum. Bugün tarihi birgün aynı zamanda. 20 Ekim ‘95 tarihinde Kürdistanlılar bir radyoya kavuştular. MED-Radyo, Medya’nın Sesi deneme yayınına başladı.
Sabah üç, öğleden sonra üç, toplam altı saat yayın yapıyor.
Bugün birçok Kürtçe kaseti dinleyebildik. Bu tarih bir an beni ‘91 yılı 20 Ekim’ine, Malatya zindanlarına götürdü. Tasfiye sürecinin soruşturulmasında 20 Ekim toplantısı ve getirilen iftiralar, duyduklarım, beni çileden çıkarmıştı. Akademiden yeni bir grup yola çıkmış ve geliyormuş. Kazım arkadaş gelir mi acaba? Merak ediyorum. Ya Rewşen sen, sen ne yaptın? Seni özledim, haberini bekliyorum. PKK ruhunu taşıyan, onun diriliği ile savaşım veren yoldaşlarla biraraya gelmek, değerlendirmeler yapmak, görüş alışverişinde bulunmak bir başka. Alişêr arkadaş benim için böylesi bir arkadaş. Rûken Dersim arkadaşla beraber yaklaşık üç-dört saat sohbet etme olanağımız oldu. Diğer bazı arkadaşlar da katıldılar. Geçmiş günleri andığımız gibi, bugünleri de değerlendirdik. Birçok yoldaşı andık, süreci değerlendirdik. Benim için moral toplamak oldu, güç toplamak oldu. Zira derin tartışma yürütebilecek kişileri bulamadığım gibi, Kürt halk gerçekliğinin derinliği ile karşılaştıkça şaşkınlığım da derinleşiyor.
“Neden, nasıl, niçin sorularının cevaplarını bulmam gerekiyor”
Savaş gerçekliğimiz, içimizdeki düşman gerçekliği beni şaşkına çeviriyor. Düşündükçe düşünüyorum. Nasıl? Nasıl? Hangi yöntem? Umutlar, özlemler neden zayıf? Güzelliği arama tutkusu neden yok? Çirkinlikle beraber yaşamaya bu sevdalılık neden? Dağların yüceliğinden güç almamak neden? Akan nehirlerden ilham almamak neden? Yoldaşları sevmemek neden? Sahte dostluklar neden? Küçük hesaplar neden? Sevgisizlik neden? Sevgiye susamamak neden? Sahte sevgiler neden?. Bugünkü tartışmalarda gördüm ki son dönemlerde hastalığım nedeniyle de hep kendimle veya dar çevreyle sınırlı kalmışım. Düşünce sistematiğim daralmış, gözlemlemeyi sınırlamışım ki bu benim için düşülmemesi gereken bir durumdur. Bu, varolana kendini kaptırıp gitmenin başlangıcıdır. Savaşa siyasi-askeri açılardan ve çok yönlü bakmayı elden bırakmamam gerekiyor.
20 Ekim 1995 Avaşin
“Güneşin doğuşunu Şerafettin dağlarında izlemek…”
Yıllarca güneşin doğuşunun hayalini kuran ben, güneşin doğuşunu dağların doruklarından beliriveren ve gittikçe artan pembemsi renkte kızıllığın artışı ile milyonlarca sayıda ve gecenin hakimi yıldızların kaybolması ile başlayan görüntüyü izlemek benim için anlatılamaz güzellikte. Batı tarafında ise dağlar en üst doruklarından başlayarak aydınlanmaya başlıyorlar. Kuşların melodileri, aydınlanan ve iyice belirginleşen ağaç, kaya silüetleri bir başka güzellikte. Güneşin doğuşunu Şerafettin dağlarında izlemek hâlâ büyük hayalim ve inanıyorum ki o günleri de göreceğim. Akşamdan beri yakılan ateşin közleri (pel) bir yığın halinde. Alevlerin de bir metreyi aştığı, sabah yelinin arkamızı buz gibi soğuttuğu, alevlerin ise yılan gibi kıvrımlı ve değişik renklerle yüzlerimizi aydınlatıp ısıttığı bir ortamda güneşin doğuşunu izlemek bir başka.
“Önemli olan umudun, tutkunun hep varolmasıdır”
Yükselen güneşle beraber, ışınları da bizleri ısıtmaya başlarken, ateşe odun atma işi de sona eriyor. Güneşin doğuşuna bu hayranlığın neden diye sorabilirsiniz. Benim için doğanın yeni bir güne kavuşması gibi, benim de yaşamda bir yeniye başlama olarak algılamamdır. Günlük yaşamda gerekleri ne kadar yerine getiriyorsun sorusuna vereceğim cevap elbette ki değildir. Ama, önemli olan böyle bir istemin hiç bitmemesidir, bu umudun, tutkunun hep varolmasıdır. Zira bulunduğum ortamda tükenen bu. Bırak günlerin, ayların, yılların bile bir anlamı yok gibi. Savaşın bunca kızıştığı bir süreçte bizim için günler önemli.
“Devrime olan bağlılığım yeminim kadar temiz”
Haftanin’den Metina’ya, Kaşûra’ya kadar olan hat’ta gün be gün, an be an önemli. Dün Haftanin’de arkadaşlar işbirlikçilerden on üç silah kaldırmışlar, bir o kadar da tutsak almışlar. Evet esir değil, tutsaklar. Esir ülkeler arası savaşta tutsak alınandır. Bunlar ise kendi halklarına ihanet eden, vatan satıcılarıdır. Dolayısıyla esir değil vatan haini sıfatıyla askeri mahkemelerde yargılamak en iyisidir. Burada Nazım’ın “Vatan Haini” adlı şiirini anmadan geçemeyeceğim. Vatan hainlerini kurşuna dizmek kutsal bir görev. Bu kutsal görevin gereklerini tam olarak yerine getiremiyorum. Yüreğim yaralı, kimi zaman da deli bir ceylan gibi. Enerji ile dolu, koşup bir nefeste dağları aşmak istiyorum, anlayışları yıkmak istiyorum. Her şey güzel olsun istiyorum. Devrime olan bağlılığım, Kürdistan’a sevgim, kutsal değerlerimiz şehitlere olan yeminim kadar temiz. Güzel olan her şey bizim olmalı, akan duru su, masmavi gökyüzü kadar temiz olmalı. Çirkinlikler mi? Nefret ediyorum, nefret. Çirkinlikleri görmek istemiyorum, gözümü kapatıyorum ama imkansız. Doğanın karşıtlar kanunu bu. Güzel-çirkin de öyle.
21 Ekim 1995 Avaşin"
Gurbetelli Ersöz hakkında
11 Temmuz 1965 günü Elazığ’ın Palu ilçesine bağlı Akbulut köyünde dünyaya geldi. Doğumunda babası Almanya’da işçi olarak çalışıyordu ve işte bu yüzden ismi gurbeti anlatıyordu. İlkokul üçüncü sınıfa gittiğinde arkadaşları ve öğretmenleriyle arasındaki farkı dilidir. O zamanlardan neden, niçinler yavaş yavaş oluşmaya başlar kafasında.Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde okudu. ‘Çevre ve Enerji’ üzerine yüksek lisans yaptı. Gurbetelli, devrimciliğe ve mücadeleye gençlik döneminde adım attı.
Gazetecilik de yapmaya başlayan Gurbetelli Ersöz, 10 Aralık 1990’da gözaltına alındı. 15 gün boyunca sorguda kalan Gurbetelli Ersöz, ağır işkencelere maruz bırakıldı. Tutuklanıp Malatya Cezaevi’ne gönderildi ve 2 yıl tutuklu kaldı. Bu tutukluluğun ardından gazeteciliğe daha sıkı sarıldı. 26 Nisan 1993’te Özgür Gündem gazetesinde çalışmaya başladı. Gurbetelli Ersöz, gazetenin genel yayın yönetmeni oldu. Ve böylece Türkiye basın tarihinde bir ilke imza atıldı.
10 Aralık 1993’te Dünya İnsan Hakları Günü’nde gazete yüzlerce polis tarafından basıldı. Diğer gazete çalışanlarıyla birlikte gözaltına alınan Gurbetelli Ersöz, 13 günlük gözaltı süresinin ardından tutuklandı. Sağmalcılar Cezaevi’ne gönderilen Gurbetelli Ersöz, Haziran 1994’teki ilk duruşmada tahliye edildi. Bir süre daha gazetecilik yaptıktan sonra Gurbetelli kavgasını başka bir alanda sürdürmeye karar verdi. Silahlı mücadeleye katıldı. 7 Ekim 1997’de Irak Kürdistan Bölgesi’nde KDP ile girilen bir çatışmada yaşamını yitirdi.