Günün Portresi: 9 Mayıs 1976: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz
Bugün gazeteci ve devrimci Ulrike Meinhof’un aramızdan ayrılışının 45. yılı. Ulrike’nin sesi ilk günkü tazeliğinde dünyanın dört bir yanında yankılanıyor hala: “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim!”
“…Nereden geliyoruz? Ayrı ayrı bitişik evlerde izole olmaktan, beton varoş şehirlerden, hapishane hücrelerinden, yetimhanelerden ve özel ünitelerden, medyanın beyin yıkamasından, tüketicilikten, bedeni cezadan, şiddeti reddeden ideolojiden, depresyondan, hastalıktan, rezaletten, utançtan, insanların alçalmasından, emperyalizm tarafından sömürülen bütün bir halktan geliyoruz...”
Ulrike Meinkof 7 Ekim 1934’te Almanya’nın Oldenburg kentinde dünyaya geldi. Gazetecilik yapan Ulrike, mücadeleye nükleer karşıtı harekette yer alarak başladı. Konkret adlı sol gazetenin editörlüğünü yapan Ulrike, 1961 yılında Klaus Rainer Röhl ile evlendi. Bu evlilikten Bettina ve Regine adlı ikiz kızları oldu.
Ulrike, zaman içinde düzenin içinde faaliyet yürüten sol hareketlerin reformist mücadelesinin bir noktaya varamayacağına kanaat getirdi. “Ya sorunun bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar basit bu ve yine de çok zor” diyen Ulrike kararını verdi. Ulrike, 1970 yılında Andreas Baader’i hapisten kaçırdı ve ikisi, Gudrun Ensslin ile birlikte Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) kurucuları arasında yer aldı. Kendilerini ‘şehir gerillası’ olarak nitelendiren RAF militanları sadece silahlı mücadele yürütmedi. Gündelik sorunlara bugünden çözüm için ev komünleri kurup, yetiştirme yurdundaki öğrenciler için çalışmalar da yaptı.
Ulrike 1972 yazında Langenhagen’de polis tarafından yakalanarak tutuklandı. Baader ve Ensslin ile birlikte yargılanmaya başladı. Ağır tecrit koşulları altında tutulan Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhoff “duyumsal yoksun bırakma” diye tabir edilen ve bir CIA yöntemi olan her türden algılama farklılığını (gece/gündüz, sessizlik/gürültü vb) azaltma ve yok etmeye maruz bırakıldı. Uluslararası protesto ve çağrılara rağmen yetkililer RAF’lıların üzerindeki ağır tecriti kaldırmadı.
9 Mayıs 1976’da Ulrike, Andreas ve Gudrun hücrelerinde ölü olarak bulundu ve ölümler kamuoyuna “intihar” olarak deklare edildi. Yapılan incelemeler sonucu Ulrike’nin kendini asarak intihar ettiği savının gerçek dışı olduğu ihtimali yaygınlık kazandı.
Hazırlanan raporda şu ifadelere yer verildi:
“İncelemelerimiz sonucunda Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesi doğuran bulgularla karşılaştık. Bu ölüme bir ya da birden fazla kişinin katılmış olduğuna dair çarpıcı göstergeler var. Komisyonumuz Ulrike’nin hangi koşullar altında öldüğüne dair kesin bir açıklama yapma şansına sahip değil. Cezaevi personeli dışında gizli servis elemanlarının da tutsakların kaldığı hücrelere erişmesine imkan tanıyan gizli geçitlerin bulunması her türlü kuşkuya zemin hazırlamaktadır.”
2 çocuk annesi ‘işi gücü olan’ bir kadının silahlı bir örgüte katılmasının ancak ‘hasarlı’ bir beynin ürünü olabileceğini düşünen bazı doktorlar Ulrike’nin beynini ailesinden izinsiz çıkararak inceledi. Çünkü bir kadının kendini bu denli özgürlük mücadelesine vermesinin salt kendi sağlıklı iradesi ile olabileceğine ihtimal vermeyen bir insanlık var hala karşımızda. Oysa Ulrike dediğini yaptı ve yaptığını söyledi. Pratik ve teoriyi birbirinden ayırmadan yaşadı ve öldü. Kızı Bettina’nın talebiyle Ulrike’nin beyni 2002 yılında mezarının bulunduğu yere defnedildi.
Yazar Dario Fo’nun ‘Ben Ulrike Bağırıyorum’ başlığıyla kaleme aldığı metin, Ulrike’nin soluk alışını yanı başınızda hissetmenin ve onu tanımanın en güzel ipuçlarından birisi daima:
“…Cesedim bir dağ gibi ağır olacak… yüz bin ve yüz bin… yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar! ..ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz…