‘İran'daki kadınlar kız kardeşlik köprüsüyle Türkiye'deki kadınlara bağlılar’

Ankara Kadın Platformu Üyesi Buse Üçer, Gazeteci Peşxan Ezîzî’ye verilen idam cezası ve İran devletinin kadınlara yönelik baskılarının Türkiye’deki kadınları etkilediğini belirterek, İran’daki kadınlarla dayanışma ağı kurulmasının önemine dikkat çekti.

EBRU ŞAHİN

Ankara- İran devleti özellikle ‘jin, jiyan, azadi’ ayaklanmasının ardından kendisine yönelik tüm muhalif sesleri baskı politikalarıyla susturmaya çalışıyor. Siyasi tutsaklar; Werîşe Mûradî, Pexşan Ezîzî ve Şerîfe Muhammedi’ye verilen idam cezalarının onaylanması hem yerel hem de uluslararası düzeyde büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Bu üç kadın İran devletinin politikaları ve saldırılarını teşhir ederken aynı zamanda sisteme karşı direnen isimler olarak öne çıktı. Werîşe Mûradî, Pexşan Ezîzî ve Şerîfe Muhammedi hakkındaki idam cezalarının onaylanması aslında bütün olarak İran ve hatta dünyada baskıcı rejimler altında yaşamaya çalışan kadınların durumunu ve nasıl susturulmaya çalışıldığını gözler önüne seriyor.

Kadınlar İran’a ses veriyor

Kürt Gazeteci Pexşan Ezîzî, 4 Ağustos 2023 tarihinde Tahran’da gözaltına alındı ve 11 Kasım 2023’te ‘İran hükümetine karşı silahlı eylemde bulunmak’ iddiasıyla tutuklandı. Tahran Devrim Mahkemesi aynı suçlamayla 23 Temmuz 2024 tarihinde Pexşan Ezîzî’yi idam cezasına mahkum etti. İran Yüksek Yargı Konseyi, 8 Ocak 2025’te idam cezasını onadı. Dünyanın her yerinde bu karara tepkiler yükselirken Ankara’da da kadınlar Pexşan Ezîzî için eylem yaptı. Tüm dünyada yaşanan kadın kırımı, şiddet, yargının yanlı kararları ve yaşanan adaletsizlikle birlikte kadınlar, bulundukları yerlerden İran’daki kadınlara ses veriyor. 

‘İran’da isyanın simgesi kadınlar oldu’

Ankara Kadın Platformu Üyesi Buse Üçer, İran’da idam kararı verilen Peşxan Azizi ve kadınların Türkiye’deki durumunu konuştuk.

İran’daki baskı politikalarına dikkat çeken Buse Üçer, benzer politikaların bir şekliyle Türkiye’de de yaşandığını ifade ederek, “Türkiye'de de benzer uygulamalar var. Türkiye'de hem gazetecilere yönelik büyük bir baskı rejimi var hem de sürekli olarak yeni gözaltılar, yeni operasyonlarla eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren herkese yönelik bir saldırı dalgası var. İran'da da bu gerici rejimin, aslında kadınlara yaşattığı şeyin bir benzerini Türkiye'de görüyoruz.  İran'daki gazeteciler, İran'daki kadınlar her zaman bir kız kardeşlik köprüsüyle, Türkiye'deki kadınlara bağlılar. Bu baskı politikalarını da aslında bütün dünyadaki genel bir otoriterleşme, faşizm dalgasından ayrı görmemek lazım. Ama tabi burada İran'ın özel bir durumu var yani rejim olarak. Ve oradaki kadınların da uzun süren bir mücadelesi var. İran'daki isyanın ortaya çıkışının simgesi kadınlar oldu. O yüzden de kadınlar hele bir de gazeteciyse ve hakikati yazıyorsa çok daha büyük bir tehdit oluşturuyor İran rejimi için. Tıpkı Türkiye'deki gibi aslında” diye konuştu.

‘Kadınlar baskıların içinden direnişle, isyanla çıkabilirler’

Dünyanın her yerinde otoriter rejimlerin kadınlara göz dağı vermek istediğini belirten Buse Üçer, şunları söyledi: 

“İran’da yaşanan tabi ki Türkiye'de bizleri de etkiliyor. Ortadoğu'da yaşanan herhangi bir katliam ya da baskı politikası, savaş politikası bunların hepsi Türkiye'de bizleri etkiliyor. Bunu görmezden gelmemek lazım ama oradaki kadınların kendi özellikleri, kendi mücadeleleri bulundukları ülkenin kendi sorunları üzerinden de daha farklı öznel şeyler barındırıyor. Onu bilerek düşünmek lazım. Bizler açısından tabi bir gözdağı gibi görünebilir ama kadınlara yeterince gözdağı vermeye çalışan Türkiye'de zaten bir AKP iktidarı var. Pek başarılı olamadığını görüyoruz. Kadınlar sokaklarda direnişten vazgeçmiyor. Bu sadece 8 Mart, 25 Kasım gibi tarihsel günlerde değil; kadınlar bulundukları her alanda direnişi örgütlüyor, işte işçi direnişiyle örgütlüyor. Kadın cinayetlerine karşı mutlaka dava takipleri yapıyor, birbirinin peşini bırakmıyor. İş yerlerinde, üniversitelerde, kampüslerde kadınlar birbirini sürekli kollayarak, birbirlerini örgütleyerek yenilmeyecek bir güç, bastırdıkça, gözdağı verdikçe tekrar filizlenen, tekrar yeşeren bir hareket olarak görüyorum kadın hareketini. Bu bakımdan da bence Türkiye'de dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kadınlara bu otoriter rejimler, faşist rejimler ancak gözdağı verebilir ama bu gözdağı bir korkuya sebep olmaz. Tabii Türkiye'de ve dünyanın pek çok yerinde bu kadar büyük baskı, bu kadar korku iklimi elbette ki bazen geri çekilmelere neden olabiliyor. Ama dediğim gibi en hareketli kesimler yine kadınlar. Kadınlar bu baskıların içerisinden yine direnişle, isyanla çıkabilirler.”

‘İktidarın erkeklik krizi’

Türkiye’de erkek şiddetinin cezasızlık politikasıyla ödüllendirildiğini söyleyen Buse Üçer, iktidarın kadınlara açtığı savaşa rağmen kadınların mücadeleye her alanda devam ettiğini şu sözlerle aktardı: “Türkiye'deki cezasızlık politikalarının da erkeklik kriziyle ilişkisi var. Kadınlar artık daha başarılı, kadınlar artık hayatın daha içinde, kadınlar artık istemediği erkeklere hayır diyebiliyorlar. Bunların hepsi kadın hareketinin kazanımı. Boşanabiliyorlar, kendi ayakları üzerinde durabiliyorlar. Esnek güvencesiz işlerde çalışıyor olsalar da sokağa çıkıp en azından çalışmayı göze alarak hareket ediyorlar. Kendi maddi imkanlarını geliştirme olanakları var. Burada ne oluyor? Erkek iktidarı sonuçta, erkek iktidarını bir şekilde pekiştirmek ve sürdürmek zorunda. Bu payı nasıl dağıtabilir? Ekonomik olarak dağıtamadığı kesin. Ne yapıyor mesela? Cezasızlıkla ödüllendiriyor. Diyor ki evde senin kölen var, sen onu öldürebilirsin ve ceza almazsın. Bu bence AKP iktidarının verdiği en büyük pay erkeklere. Ve bu erkeklik krizi olarak tanımladığımız krizin içerisinde, erkekler payını alıyor. Bütün dünyada kadınların daha güçlü, akademik başarılarıyla daha ileride olduğunu, bütün o setlere rağmen, kadınların sürdürdüğü mücadele var.”

‘İdam yok ama her gün öldürülüyoruz’

Buse Üçer sözlerine, “Çevremizden de biliriz bütün hayatı kaybolmuş birçok kadın var. İdam yok ama her gün kadınlar öldürülüyor. Ve failler elini kolunu sallayarak geziyor. En son Pınar Gültekin'in davasında gördük. ‘Canice hisle öldürme meselesine?’ Mesela yargı itiraz ediyor. ‘Onu kaldıralım’ diyor çünkü, İndirim uygulayabilecek. Bu şu demek oluyor; Pınar Gültekin'i öldürüp, yakıp, betona gömen, bu adamı 7 yıl sonra bırakacaklar. Tabi bu bizim bildiğimiz bir de şüpheli ölümler var. Kadınlara karşı açılmış bir savaş var Türkiye'de. Bizzat iktidarın emriyle açılmış bir savaş. Ve bunu da işte bu sene biliyorsunuz aile yılı diyerek kadınların adını tamamen hayattan silmek, aileden ibaret olarak kadını tanımlamak istiyorlar. Çünkü iktidarlar kadın düşmanlığı oluşturuyor” diye devam etti.

‘Direnişin sesi, rengi ortak’

Buse Üçer, İran'daki kadınlar ile Türkiye'deki kadınlar arasındaki dayanışmanın önemine de şu sözlerle dikkat çekti: 

“Türkiye'de yaşayan İranlı kadınlar var, İran'daki rejimden kaçan. Türkiye'de onlarla iyi ilişkiler kurmuştuk. Yine kurmaya ve mücadeleye, İranlı kadınlarla da bir araya gelmeye ihtiyacımız var. Özellikle bizim de savunmuş olduğumuz feminist laiklik meselesi üzerinden, laikliğin aslında tek başına feminizmin bir ilkesi olarak yeniden yapılandırılabileceğini düşünüyoruz ve bunu savunuyoruz. Feminist laiklik ilkesi çerçevesinde İranlı kadınlarla yapabileceğimiz çok şey var. İran'a yönelik çeşitli dayanışma ağları kurulmalı.

Biz kız kardeşliğin uluslararası bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bulunduğu her yerde kadınlar, kadın olmaktan kaynaklı baskı yaşıyor. Farklı kültürlerde, farklı ülkelerde ama bu baskıya karşı direnişin sesi, rengi ortak. Yakında 8 Mart geliyor, belki bir çağrı gibi de olabilir. Dünyanın her yerinde 8 Mart’ta ortak bir ses çıkarıyoruz. Bu ses çok büyük bir ses, bunu pek çok ilerici hareket ortak bir şekilde birlikte yapamazken, 8 Mart’ta kadınlar dünyanın her yerinde aynı anda birlikte anıyor ve kutluyorlar. Bu uluslararası bir güç ve biz bu gücün farkındayız.”