Meclis Komisyonu’nda kadın örgütleri: Abdullah Öcalan ile görüşme yolu açılsın
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, Meclis’teki Komisyon toplantısında savaşın kadınlara yüklediği yıkımı anlatarak, operasyonların durdurulması, kayyım sisteminin kaldırılması ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşme yolunun açılmasını istedi.

Haber Merkezi- Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 15’inci toplantısını gerçekleştirdi.
İki oturum şeklinde yapılan toplantıda, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), Türkiye Teknolojileri Takımı Vakfı (T3), Genç Barış İnşacıları Derneği, Gençlik Örgütleri Forumu, Anadolu Gençlik Derneği ile Milli Türk Talebe Birliği, Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), 29 Ekim Kadınları Derneği, Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, Türkiye İş Kadınları Derneği (TİKAD), Hazar Eğitim ve Dayanışma Derneği dinlendi.
‘Devletin güvenlikçi politikaları en çok gençleri etkiliyor’
Genç Barış İnşacıları Derneği’nden Baran Yalçınkaya ve Rona Şenol sunum yaptı: Çözüm Süreci’nin bozulmasıyla birlikte devletin güvenlikçi politikalarının en çok gençleri etkilediğini belirten Baran Yalçınkaya, “Ayrımcı dil ve kutuplaştırıcı siyaset, yıllar içinde toplumda giderek daha geniş bir yankı buldu. Günlük yaşamdan sosyal medyaya kadar pek çok alanda nefret söylemlerinin yaygınlaşması hem toplumsal öfkeyi hem de karşılıklı güvensizliği artırdı. Yakın tarihli bir gençlik araştırmasında, katılımcıların yüzde 50’sinden fazlası, başka bir siyasi partinin destekçileriyle yakın arkadaşlık kurmaktan ‘hiç rahat hissetmediğini’ söylüyor. Başka bir çalışmada da Kürt gençlerinin yüzde 72’si günlük hayatında farklı sıklıklarda kimliğinden dolayı ayrımcılığa maruz kaldığını söylüyor. 2013, tüm eksikliklerine rağmen, Türkiye’de barış içinde yaşamanın mümkün olabileceğini göstermesi bakımından büyük bir şanstı” dedi.
“Kürt gençleri Türkiye toplumunun bir parçası olduklarını hissettikçe, tam da bu aidiyetten kaynaklı olarak eşit vatandaşlık ve adil muamele talep ediyorlar” diyen Baran Yalçınkaya, “Anadilde eğitim gibi taleplerin meşruiyeti Kürt gençlerin kendilerini bu ülkenin eşit yurttaşları olarak görmelerinden geliyor. Kürtçe dil derslerine sadece Kürt gençleri değil merakı olan, bir Kürtler karşılaştığında birkaç cümle de olsa konuşabilmek isteyen birçok genç arkadaşımız katılıyor. Bu yeni Türkiye manzarası gösteriyor ki gençler arasında bu konudaki mesafeler aşılmış durumda. Hal böyleyken bu komisyonda bir annenin Kürtçe konuşmasına izin verilmeyişi biz gençlerde bir şok etkisi yarattı” dedi.
Somut adımlar atılması
Ardından söz alan Rona Şenol, kamuoyu ve gençlerin komisyondan somut beklentileri olduğunu ifade etti. Rona Şenol, “Geldiğimiz aşamada toplumun beklentisi, iktidarın yeşil ışık yakmanın ötesine geçerek somut adım atması. Bu adımlar atılmadıkça toplumun desteği kırılgan hale geliyor. Sürekli tekrarlanan toplumun sürece güveni ve desteği arasındaki makas kapanmıyor. Oysa yüzde 70’lere varan destek, toplumun siyaset kurumuna açtığı bir alan olarak görülebilir ve buna dayanarak inisiyatif alınabilir. Siyaset inisiyatif kullanmadıkça halk aktif şekilde süreci sahiplenmiyor, halk sahiplenmedikçe de siyaset çekimser kalıyor, süreci zamana yayıyor” kaygısını dile getirdi.
“Zaman kaybettikçe, dezenformasyon ve spekülasyonlar artıyor” diyen Rona Şenol, süreci sabote edebilecek dış faktörlere alan açılma tehlikesi olduğunu belirtti. Rona Şenol, “Yakın zamanda bir muhalif medya kanalında, Öcalan’ın “Demirtaş’ın çıkmasını istemediği” yönünde bir haber yayımlandı. Hemen sonra bu haber İmralı heyeti tarafından yalanlandı. Ama bu sırada kamuoyu bunu tartışarak zaman kaybetti ve odak kaydı. Yine bir siyasi parti bu Komisyon’da özerklik talep edildiğini iddia ederek benzer bir manipülasyona sebep oldu. Örnekler çoğaltılabilir. Bu risklerin önüne geçmenin yolu ise bu örneklerin yargı yoluyla susturulması değil elbette. Siyasi bir çözümden bahsediyoruz. Siyasi irade gösterilmiş ve somut adımlar atılmış olsaydı, örneğin yukarıdaki örneklerde Demirtaş’ın serbest bırakılması sağlanmış ve Öcalan bu Komisyon tarafından bir şekilde dinlenmiş olsaydı her iki iddianın da yanlış olduğu birinci elden teyit edilmiş olacaktı” diye belirtti.
‘Çözüm perspektifi özgüvenle ortaya konmalı’
Devamında Rona Şenol şunları belirtti: “Bu imkanların kullanılmayıp basit, kısa vadeli hesaplara başvurulması siyaseten de vicdanen de hata olur. Dernek çalışmalarımızın yanı sıra profesyonel olarak da sürecin özellikle medyadaki yansımalarını bir yıldır yakından izliyoruz. Dikkat çekici bulgularımızdan biri şu: CHP yönetimi sürece dair olumlu adımlar attığında, bazı muhalif medya organlarının ve çevrelerin söylemi tam tersine daha sertleşiyor. Bu da süreci takip eden tabanda şüpheciliği artırıyor. Bu tabloyu aşmanın yolu, süreci savunmak için üstünkörü açıklamalardan değil, toplumla doğrudan kurulan samimi bir iletişimden geçiyor. Bunun önüne geçmek için Kürt meselesinin ne olduğu açıkça anlatılmalı, çözüm perspektifi özgüvenle ortaya konmalı ve yürütülen çalışmaların kapsamı hakkında şüpheye yer bırakılmamalı.”
İkinci oturumda kadın örgütleri dinlendi. İlk olarak Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi adına Ruşen Seydaoğlu ve Feride Eralp, hazırladıkları sunum ile söz aldı.
‘Kadınlar için hayatlarının yıkımına üzülecek vakit bile lükstü’
İlk olarak söz alan Ruşen Seydaoğlu, savaşlardan ve çözümsüzlükten en çok kadınların etkilendiğini ortaya koyan örnekler paylaştı. Katliam, zorla kaybettirilme, göç ve tutuklamalara rağmen kadınların yaşamı yeniden kurduğunu belirten Ruşen Seydaoğlu, “2016 yılında, 79 günlük ablukanın ardından Cizre’nin dümdüz edilmiş Sur, Nur, Cudi ve Yafes mahallelerini gösterebiliriz. O dönem Barış için Kadın Girişimi olarak oraya gidildiğinde, yıkık binaların önüne hüzünle çökmüş erkekler ve yıkıntıların arasında enkazlardan topladıklarıyla yaşam alanı kurmaya, ateş yakmaya, üstünde bir şeyler kaynatmaya gayret eden kadınlar vardı. Sorduğumuzda, ‘Beslememiz gereken çocuklarımız var, oturup üzülecek vaktimiz yok’ dediler. Yani kadınlar için hayatlarının yıkımına üzülecek vakit bile lükstü. Bu komisyonun barış için nasıl bir yasal çerçeve önereceğini tartışırken, kadınların bu deneyimlerini görmezden gelemeyiz. Kadınlar bunu sadece çatışmada yaşamadı; yaşamlarını, bedenlerini savaş alanı haline getiren politikalar barış arayışları sırasında da sürdü, sorgulanmadı. Örneğin, 2013-2015 yılları arasında çözüm sürecindeki güvenlikçi yaklaşımın, kalekol inşaatları ve askeri sevkiyatların kadınlara yansıması bambaşkaydı” dedi.
Bu savaşta en çok kadınların yoksullaştırıldığını belirten Ruşen Seydaoğlu, kadın istihdamının en düşük olduğu Kürdistan kentlerini sıralayarak, “Bölgesel savaş ile Kürt illerinde 1990’lardan bu yana uygulanan kalkınmayı engelleme, göç ettirme, geçimlik ekonomiye el koyma politikası ve kadınların katmerli yoksulluğu arasında bir bağ var. Bizim için barış, Kürt sorununda tekçi ve güvenlikçi anlayışın terk edilerek, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü yaşamın kurulmasıyla mümkündür. Kurulması murat edilen yeni yaşam, kadınları dışlayarak, eşitsizliği derinleştirerek, savaşın kadınlara ne yaptığını görmezden gelerek olmaz. Ayrıca sürecin toplum için şeffaf ve öngörülebilir olabilmesi için devletin hangi adımları atacağı hâlâ belirsizliğini koruyor. Biz kadınların, bu adımlara dair sözümüz var” diye belirtti.
‘Öncelikle askeri operasyonlar durmalı’
Giriş konuşmasının ardından Ruşen Seydaoğlu ve Feride Eralp, “Şimdiye kadar üç acil talebimizi kamuoyunda, hatta bu Meclis’in kapısında ifade ettik. Burada genişletilmiş taleplerimize geçmeden önce, barışın konuşulabiliyor olması için öncelikle askeri operasyonların durduğu, tezkerelerin iptal edildiği bir ortamın elzem olduğunu belirtmek istiyoruz. TBMM’nin ve ilgili tüm kurumların yerine getirmesi gereken taleplerimizi Komisyon’un dikkatine sunuyoruz” diyerek inisiyatif adına taleplerini açıkladı.
'Siyaset suç olmaktan çıksın'
İnisiyatif, ilk olarak siyasetin suç kapsamından çıkarılmasını ve TMK ile benzeri yasal düzenlemelerin kaldırılmasını talep ederek, bugün adaletsiz bir suç ve infaz rejiminin yürürlükte olduğuna dikkat çekti. Kadın katliamlarında faillerin cezasız kalmasına rağmen, demokratik haklarını kullanan vekillerin, gazetecilerin, akademisyenlerin, belediye başkanlarının ve öğrencilerin rehin tutulduğunu belirterek, bu çifte standardın barış açısından ciddi bir risk oluşturduğunu ifade etti. “Bugün değilse yarın barış talep etmek suç olabilir” diyen kadınlar, hukukun siyasallaşmasının önüne geçilmesini, hasta tutsakların serbest bırakılmasını ve ATK’nin siyasi bir baskı mekanizması olmaktan çıkarılmasını istedi.
İkinci talep, kayyım uygulamalarının derhal sonlandırılması ve bu uygulamaların yasal zeminini oluşturan OHAL dönemli Cumhurbaşkanı Kararnamesi’nin iptali yönünde oldu. inisiyatifi, 2016’dan bu yana 164 belediyeye kayyım atandığını ve bunların neredeyse tamamının Kürdistan’daki belediyeler olduğunu belirterek, “Kayyım sadece bir idari müdahale değildir; eşitliğe de bir darbedir” dedi. Kadınların uzun yıllar mücadelesiyle kurulan sığınakların, danışma merkezlerinin ve kadın birimlerinin kayyımlar eliyle kapatıldığını ifşa etti.
Wan’da kayyımların kadınlara yönelik uygulamaları örnek gösterilerek, kadınların ücretsiz ulaşımını sağlayan Jin Kart’ın iptali, Şahmerdan Kadın Merkezi’nin kapatılması, kadın üretim kooperatiflerinin dağıtılması gibi uygulamalara dikkat çekildi. Kadın inisiyatifi, kayyım sisteminin eş başkanlık modelini kriminalize ettiğini belirterek, CEDAW Sözleşmesi’nin 7. maddesine atıfla, kadınların siyasal yaşama eşit katılımını güvence altına almanın devletin yükümlülüğü olduğunu söyledi.
Anadilde eğitim
Üçüncü talep, sürecin altyapısının oluşturulmasında tüm kimlik ve aidiyetler için eşitlik ve kapsayıcılığın temel alınması oldu. Anadilde eğitim ve hizmet alma hakkının, Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanarak, Türkiye’de 15–20 milyon kişinin konuştuğu Kürtçenin hâlâ “bilinmeyen dil” olarak sayılması, kadınların gündelik yaşamda maruz bırakıldıkları ayrımcılığın en somut örneklerinden biri olarak ifade edildi.
Okuma-yazma bilmeyenlerin yüzde 80’inden fazlasını kadınların oluşturduğu, Türkçe bilmeyen kadınların ise kamusal hizmetlere erişimde ciddi engeller yaşadığı vurgulanarak Fatma Altınmakas katliamı hatırlatıldı. Kadın inisiyatifi, anadilinde eğitimin bir kadın meselesi olduğunun altını çizdi ve çok dilli toplumların dünya genelinde daha güçlü, daha demokratik örnekler sunduğunu hatırlattı. Eşit yurttaşlık anlayışının yalnızca etnik kimlikle sınırlı kalmaması; toplumsal cinsiyet, LGBTİ+ hakları ve kadın eşitliği için de geçerli olduğu belirtilerek, İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesi çağrısında bulundular.
Zorunlu göçlerle boşaltılan köylerin sahiplerine iade edilmesi
Barışın kalıcı olabilmesi için mutlaka savaş suçlarını araştıracak bağımsız bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurulması yönünde dördüncü talepleri olduğunu söyleyen inisiyatif, savaş dönemlerinde kadın bedenine yönelmiş cinsel şiddetin görünmezliğine dikkat çekti. Kürt illerinde yaşanan tecavüz, işkence, taciz vakaları ve bunların cezasız bırakılmasının barışın önünde ciddi bir engel oluşturduğu vurgulandı. “Cinsel şiddet savaş silahı olarak kullanılamaz” vurgusu yapıldı. Gülistan Doku ve Feleknaz Keskin gibi kayıp kadınların akıbetinin aydınlatılması, faillerin ve onları koruyan yapıların yargılanması inisiyatifin bir diğer talebi oldu. Zorunlu göçlerle boşaltılan köylerin sahiplerine iade edilmesi, tahrip edilen doğanın ve kadınların emeğine el konulan alanların telafi edilmesi de bu talebin kapsamına dahil edildi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşülmesi
Beşinci talep ise barış sürecinin şeffaf yürütülmesi ve sürecin tüm taraflarıyla, özellikle de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşme yolunun açılması yönünde. Kadın inisiyatifi, Kürt Halk Önderi’nin, Kürt halkı açısından yüksek temsil gücüne sahip olduğunu ve bu nedenle diyalogdan dışlanmaması gerektiğini komisyona açık biçimde aktardı. Sürecin yalnızca devlet ve hükümetle sınırlı kalmaması, kadın örgütleri ve sivil toplumun aktif olarak dahil edilmesi gerektiği ifade edildi. Kadınlar, gerillaların sivil hayata güvenli biçimde katılımının yasal çerçevesinin oluşturulması gerektiğinin de altını çizdi. Kadınların dağa katılım nedenleri arasında yalnızca etnik değil, aynı zamanda patriyarkal baskı ve erkek şiddetinden kaçış gibi toplumsal faktörlerin bulunduğuna dikkat çekildi. Bu nedenle dönüş sürecinde kadınların yeniden eşitsiz bir yaşama zorlanmasının yeni çatışmalara yol açabileceği uyarısında bulunuldu.