Kürt Konferansı sona erdi: Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğü sağlanmalı

19’uncu Kürt Konferansı'nın nihai kararında, düğümün çözümü yönünde rolünü oynayabilmesi için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, Kuzey ve Doğu Suriye'nin tanınması ve PKK'nin terör listesinden çıkarılması çağrısı yapıldı.

Haber Merkezi - Avrupa Parlamentosu’nda (AP) dün başlayan “19'ncu Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler” Konferansı sona erdi. Konferansın 2’nci gününde “Türkiye ve Yeni Dünya Düzeni” oturumu gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü akedemisyen Latife Akyüz’ün yaptığı oturumda, Gazeteci Ferda Çetin, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Viyana Üniversitesi'nden Hüseyin Çiçek, Wageningen Üniversitesinden Joost Jongerden konuşmacı olarak katıldı. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, konferansa Ankara’dan online olarak katıldı. 

‘AKP, süreç hakkında topluma şeffaf bilgi vermedi’

Sezgin Tanrıkulu, Kürt sorununun çözümü için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrının manifesto niteliğinde olduğunu belirterek, “Örgütü de olumlu cevap vererek, bu süreç farklı bir evreye girdi. Ancak bu AKP ve iktidar, şimdiye kadar üzerine düşeni yapmadı. Tam tersi çok sert uygulamalar, geliştirdi. Örgütün kongresinin yapması için kolaycı uygulamalar yapması gerekirken, tam tersi engelleyici şeyler yapıyor. Bunu örgüt de açıklıyor, açıkçası gözlemlerimiz de bu yönlüdür. AKP, şimdiye kadar süreç hakkında topluma şeffaf bilgi vermedi” dedi.

‘ABD ve AB Türkiye’nin yayılmacı politikasına karşı sessiz’

Gazeteci Ferda Çetin de, Türkiye’nin yayılmacı politikalarına dikkat çekti. Ferda Çetin, “Bugün Suriye, Irak ve Ortadoğu’daki bazı yerlere yerleşmesi bunu gösteriyor. Türkiye yöneticileri, bütün bunları bir ihlal olarak görmüyor ve destekliyor. Irak’ta 80 üssü var, yine Suriye’de benzer üsleri var. ABD de bundan rahatsız olmuyor. Onun için bu sadece AKP ile ifade edilmiyor. ABD ve AB bunlara karşı sessiz. Tam tersine güvenlik gerekçesiyle Türkiye’nin haklılığını savunuyorlar. Eğer biz bunları görmesek Avrupa ile Türkiye’nin ilişkileri normal göremeyiz” diye belirtti.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet El Şara’nın ilişkilerini de eleştiren Ferda Çetin, “Yakında Avrupa’yı ziyaret edecek. Halbuki bu kişi daha önce El-Kaide liderlerindendi. Birçok katliamın emrini veren biri sadece takım elbise giydi diye böyle yaklaşılamaz. Onun için biz Suriye’de AKP iktidarının uygulamalarının konuşmanın yanında Avrupa Birliği’nin tavrını da konuşmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

‘PKK ‘terör’ listesinden çıkarılmalı’

Wageningen Üniversitesi’inden Joost Jongerden, Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımına dikkat çekti. Türkiye’de 100 yıllık bir “Türk sorunu” olduğunu söyleyen Joost Jongerden, “Bizim bunu konuşmamız ve tartışmamız gerekiyor. Bu sorunun çözümü için Abdullah Öcalan’ın çağrısı tarihidir. Bütün tarafların kulak vermesi gerekiyor. Engeller aşılmalı, Abdullah Öcalan ile PKK yöneticileri görüşmeli. Devlet üzerine düşen sorumluluklarını yapmalı” şeklinde konuştu. Joost Jongerden, Avrupa Birliği ülkelerinin PKK’yi “terör örgütü” listesinden çıkarma çağrısında bulundu. Konferansın ilk oturumu tartışmalar ve çözüm önerileri ile sona erdi. 

Öğlen verilen aranın ardından dördüncü panel, Arzu Yılmaz'ın moderatörlüğünde "İlerleme ve demokrasi bağlamında Avrupa Birliği, Kürtler ve Türkiye" başlığı ile devam etti.

‘Barış ancak birlikte mücadele ile gelebilir’

Panelde ilk sözü alan HDK Eşsözcüsü ve DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş, bir önceki çözüm sürecinde ve sonrasında yaşananları özetleyerek sözlerine başladı. Türkiye'de AİHM kararlarının uygulanmadığını anımsatan Meral Danış Beştaş, bu kararların uygulanması gerektiğini kaydetti. 27 Şubat'tan bu yana barış ve çözüm tartışmalarını dikkatle takip ettiklerini söyleyen Meral Danış Beştaş, şunları söyledi: “Barış için diyalog kanallarının açık olması gerektiğini söylüyoruz. Abdullah Öcalan'ın barış perspektifi oldukça sade ve netti. Kendisi, barışın ve demokrasinin birbirinden ayrılamayacağını söyledi. Bir yandan otokratik, tekçi bir yaklaşım diğer yandan demokrasi olamayacağını söyledi.

İstanbul'da İmamoğlu'nun tutuklanması karşısında sessiz kalamazdık. Kürdistan’daki belediyelere dönük kayyumlara hangi tepkiyi verdiysek İstanbul'a dönük yaklaşıma da aynı tepkiyi verdik. Bizi susturmaya çalışanlara karşı daha fazla ses olmalı ve asla geri adım atmamalıyız. Ekim ayında başlayan ve 27 Şubat'ta Asrın Çağrısı ile bir aşamaya gelen bu süreçte iktidara çağrı yapmanın ötesinde bizler içinde mücadeleyi büyütme ortaklaştırmayı mecbur kılıyor. Barış ancak birlikte mücadele ile gelebilir.

‘Kürtler kadın özgürlük mücadelesine öncülük ediyor’

İsveç Sol Parti'den Jonas Sjöstedt, yıllardır Kürtlerin mücadelesi için çalıştığını hatırlatarak konuşmasına başladı. Ukrayna-Rusya savaşı konusunda iki yüzlülük olduğunu belirten Jonas Sjöstedt, Ukrayna'ya gösterilen ilginin Filistin ve Kürtler için gösterilmediğini ifade etti ve şunları ekledi: “Türkiye'nin sadece Sünni Müslümanlardan ibaret olmadığı biliniyordu. Kürtler bunu biliyor ve bunu teşvik ediyor. Herkesin, dini dili ne olursa olsun özgürce yaşaması için demokrasi şarttır. Bölgeye demokrasi gelebilmesi için Kürtlerin mücadelesine bakmak gerekir. Yine kadın özgürlüğüne öncülük ettiler Kürtler. İran'daki mollalar, Ankara’daki Erdoğan ve Suriye'deki İslamcılar Kürtlerin talep ettiği sistemi halklara sağlamak istemiyorlar. Onların kafasında bambaşka bir fikir var. Erdoğan başını yastığa koyduğunda Kürtleri sindirdiğini düşünerek uyuyor ancak sabah uyandığında bambaşka bir şey görüyor. Çünkü gece sokaklara dökülmüş oluyor Kürtler.”

'Uluslararası hukuk ayaklar altında'

İsveç Sosyal Demokrat Parti'den Evin İncir, aşırı sağ ve muhafazakar siyasetin güçlerini birleştirerek Avrupa Parlamentosu'nda çoğunluğu sağladıklarını dile getirdi. Faşist ve ırkçı söylemlerin artık Avrupa Parlamentosu'nda dahi dile getirildiğini kaydeden Evin sözlerine şunları söyledi:  “AP'de sağ hareketler güçlendi. Avrupa'nın genelinde sağcılar yükselişe geçti. Fakat diğer yandan birkaç ay önce, ABD'de de bir seçim oldu ve demokratik olmayan bir lider göreve geldi. Demokrasiyi ABD'de dahi ayaklar altına alıyor. Trump şimdiye kadar kabul edilmiş temel fikirleri ayaklar altına alıyor.

Şu an uluslararası hukuk ayaklar altına alınmış durumda. Bu gelişmelerin sebebi otoriter güçlerdir. İsmi ne olursa olsun; Erdoğan, Trump, Putin, Netanyahu... bu isimlerin güçlenmek için birbirlerine ihtiyaçları var. Erdoğan'ı anti demokratik oldukları için değil, siyasal İslamcı olduğu için eleştiriyorlar. Halbuki birbirlerine çok benzer ve birbirlerine ihtiyaçları var. Türkiye'de muhalefetin sindirilmeye çalışılması yeni bir durum değil. Bugün İmamoğlu'nun yaşadığını daha önce HDP'liler yaşamıştı. Onlardan önce siyaset yapan Kürtlerin başına da aynısı gelmişti. Bugün sadece kendi hakları için değil tüm herkes için demokrasi istemenin ne kadar önemli olduğunu görmüş olduk. Bunların tekrar yaşanmaması için kanunların çıkarılması gerekiyor. AB sesini yeterince yükseltemedi. Ben açıkçası tam anlamıyla ‘kınıyoruz’ kelimesini bile duymadım. Eleştirdiklerini söylüyorlar ancak kınama dahi yapmıyorlar."

Danimarka Sol Parti'den Per Klausen, Kürtlerle dayanışma gösterilmesi gerektiğini ve kendi kaderlerini tayin etmeleri için desteklemeleri gerektiğini dile getirdi.

‘Uluslar ötesi bir ittifak oluşturmalıyız’

Finlandiya Sol Parti'den Li Anderson ise, tarihsel açıdan önemli bir süreçten geçildiğini, bu süreçte aşırı sağın güçlendiğini hatırlattı. Li Anderson, "Şu an yeni bir döneme giriyoruz. Küresel siyaset söz konusu olduğunda Trump'ın ABD'nin başına gelmesi, Kürtler, Filistinliler, Ukraynalılar ve başka halklar için olumsuz görülüyor. Trump gibi liderler çok açık ve seçik bir şekilde uluslararası hukuka inanmadığını söylüyor. Burada aşırı sağın ulus ötesi yaklaşımı birbirlerini pekiştiriyor. Putin ile Trump birlikte hareket ettiği zaman, İsrail'de Netanyahu'yu cesaretlendiriyor. Böyle bir durum Erdoğan gibi liderleri de cesaretlendiriyor. Bizim en önemli görevimiz, bu bağlamı iyi okumak. Özellikle küresel siyasi dünyada neler olup bittiğini iyi okumalıyız. Bunun karşısında uluslar ötesi bir ittifak oluşturmamız gerekiyor. Bu oligarklara karşı mücadele etmemiz gerekiyor” dedi.

‘Sayın Öcalan'ın çağrısı bir demokratik, barışçıl devrimi tarif ediyor’

Dördüncü panelin son konuşmacısı Fransa Sol Parti'den Leila Chaibi de, hiç olmadığı kadar büyük bir dayanışmaya ihtiyaç olduğuna dikkat çekti. Kürtler ile birlikteyken evindeymiş gibi hissettiklerini dile getiren Leila Chaibi, devamında şunları söyledi: “Kürtler için tarihi bir süreçten geçiyoruz. Sayın Öcalan'ın çağrısı bir demokratik, barışçıl devrimi tarif ediyor. Biz Sayın Öcalan'ın çağrısını böyle anladık. Silahları bırakmak barışa sebep olacaktır. Aynı zamanda Kürt halkının özlemlerine son verecektir. Suriye'de yeni hükümet ile Kürtler arasında imzalanan anlaşma önemli. Orada Kürtler olmadan yeni bir Suriye'nin olmayacağı anlaşılmış oldu. Erdoğan'ın son mazeretleri ortadan kalkmış oldu. PKK bugüne kadar şeytani bir hareket olarak gösterildi. Artık Erdoğan bu bahane ile Kürtlere saldıramayacak.

Bizim Avrupa'da yapabileceğimiz şeyler de var. Macaristan için uyguladığımız tehditleri Türkiye içinde kullanabiliriz ve kullanmalıyız. Brüksel bu anlamda biraz korkak. Erdoğan'ın göçmen tehdidinden korkarak Erdoğan karşısında sessiz kalıyorlar. Siyasetçiler de aynı şekilde İmamoğlu'nun tutuklanmasını yüksek sesle kınamadı. AB'nin temellerini bir kez daha hatırlatmamız gerekiyor. Bu bağlamda mücadele etmeye devam edeceğiz."

Konferansın beşinci ve son paneli, "Demokrasiyi teşvik etmek ve geleceği inşa etmek" başlığıyla Cenevre Üniversitesi'nden Delal Aydın'ın moderatörlüğünde başladı.

‘Kürt kadın özgürlük mücadelesi küresel bir karakter kazandı’

İlk sözü alan Aile İçi Şiddet, Din ve Göç Enstitüsü'nden Şîlan Fuad Hisên, kadınların kendi geleceklerini tayin etmek istediklerini söyledi. Kürt Kadın Özgürlük Mücadelesinin feminizm mücadelesi ile buluştuğunu ve küresel bir karakter kazandığını söyleyen Şîlan Fuad Hisên, kadın hareketi sayesinde tüm dünyanın gözünü kulağını Rojava'ya çevirdiğini kaydetti.

Şîlan Fuad Hisên, “Rojava'da kadınlar ataerkil zihniyete karşı çıktı. Kurdukları sisteme göre en küçük gruptan en büyük meclise kadar bir kadın bir erkek eşbaşkan bulunmalıdır. Bu, kadınların gerçek bir rol oynamasını sağlar. Kadın hareketi Diyarbakır hapishanelerinde, Rojava'da, gerilla alanlarında ortaya çıkmıştır. Kitlesel HDP tutuklamalarına karşı durdular, siyasal anlamda feministlerin cezalandırılmasına karşı durdular. Kürt belediyeleri feminist politikalar yürüttü. Eşbaşkanlık sistemini yaşattılar.

Başûrê Kurdistan'da kadınlar feodal anlayışa karşı mücadele verdiler. Kadınlar olmaksızın demokrasi mümkün değil. Küresel alanda demokrasi geriliyor. Kürtlerin mücadelesi başka mücadelelerin yolunu aydınlatıyor. Kürt Kadın Hareketi, en karanlık günlerde bir umut ışığının var olduğunu hatırlatıyor. Gündelik hayatta susmayı kabul etmeyen ve özgürlük arayışı içinde olan kadınlardır” diye belirtti.

‘Değişimin aktörleri biz olmalıyız’

Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Dış İlişkiler Komitesi'nden Nilüfer Koç ise, “Bizim, savaşa ve otoriter rejimlere karşı demokrasiyi teşvik etmemiz gerekiyor. Eğer demokrasiden söz ediyorsak, demokrasiyi savunmamız gerekiyor. Bugün AP'de konuşurken temel bir husus haline geldi. Burada 45 yıllık bir süreden sonra düzen değişikliği söz konusu. İki kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya geçiş söz konusu. ABD Başkanı Trump ikinci kez göreve geldi. Sadece yaptıklarını izlemek gerekiyor. İşgalden bahsediyor. Durum endişe verici” diye konuştu.

“Umuttan bahsedeceksek Kürt siyasetine bakmak önemli. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 27 Şubat'ta çağrıyı yaptığında herkese seslendi. Burada önemli bir fırsat var. Bu fırsatı değerlendirmeliyiz. Kürt halkının kendi kaderini tayin etme anı. Biz bu değişimin aktörleri olmak durumundayız. Bu nedenle milletvekillerinin kişilerden ziyade devletlerden söz etmesine şaşırdım. Diktatörlerden demokrasi talebinde bulunmak fuzuli ve bu hiçbir işe yaramaz. Trump veya Erdoğan'ın demokrasiye ihtiyacı yok. Demokrasiye ihtiyacı olan halklardır. Bu yüzden üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz. Türkiye'nin içinde çok fazla sorun var. Totaliter rejimle karşı karşıyalar. Öcalan'ın çağrısı Kürtlerin bu sürecin başını çekebileceği konusunda bir umut ışığı yaktı.

Kararlar paylaşıldı

Konferans, verilen kısa aranın ardından nihai kararı paylaşmak üzere tekrar toplandı. Nihai kararı Dersim Dağdeviren paylaştı.

Kararda, dünyada savaşların ve siyasi belirsizliklerin arttığına vurgu yapıldı. Türkiye'de Kürt meselesinin çözümü için önemli adımlar atıldığının hatırlatıldığı kararda şöyle denildi: "Kürt siyasi lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihinde yaptığı tarihi barış ve demokratik toplum çağrısı, yalnızca Türkiye için değil, tüm bölge için düğümü çözmek adına benzersiz bir fırsat sunmaktadır. Kürdistan İşçi Partisi (PKK), bu çağrıya hızlı bir şekilde tek taraflı bir ateşkes ilan ederek yanıt vermiştir. Şimdi yapılması gereken, bu süreci kalıcı bir barışa ulaştıracak uygun hukuki ve siyasi temelleri oluşturmaktır. Öcalan’ın barış sürecine dahil edilmesi, sürecin başarısı için hayati öneme sahiptir. 25 yılı aşkın süredir cezaevinde bulunan Öcalan’ın serbest bırakılması, yalnızca temel haklarının korunmasını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Kürt toplumunun ihtiyaçlarını ve haklarını ele alma yönünde bir taahhüdün de göstergesi olacaktır."

Kararda şu taleplere yer verildi:

- Türkiye’nin, uluslararası hukukun ihlali anlamına gelen Kuzey Suriye ve Irak Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılarını durdurması,

- Kayyum uygulamalarına son verilmesi,

- Başlatılan sürecin ilerlemesi için derhal siyasi ve hukuki önlemlerin alınması,
- Rolünü uygun şekilde yerine getirebilmesi için zorunluluk olan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması.

Kararda Avrupa Birliği ve kurumları ile özellikle Avrupa Konseyi'ne atılması gereken adımlara dair şu çağrı yapıldı:

- Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni, birleşik ve çoğulcu bir Suriye’nin vazgeçilmez demokratik unsuru olarak tanımaya ve güçlendirmeye,

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Abdullah Öcalan davasında aldığı kararların derhal uygulanmasını sağlamaya,

- Kürt meselesine siyasi bir çözüm ve Türkiye ile Ortadoğu’nun demokratikleşme sürecini güçlendirmek için tüm mekanizmaları devreye sokmaya,

- Süregelen barış sürecine olumlu bir mesaj vermek adına Kürdistan İşçi Partisi’ni terör listesinden çıkarmaya.