Komplo 27’nci yılında: Halklar özgürlüğünü Öcalan’ın özgürlüğünde görüyor
Avukat Raziye Öztürk, komplo ve tecrit politikalarına dikkat çekerek, Kürt toplumunun kendi özgürlüğünü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünde gördüğünü belirtti ve etkili toplumsal mücadelenin İmralı’nın kapılarını açacağını söyledi.
SARYA DENİZ
Haber Merkezi- Uluslararası güçler ve bölge ülkeleri tarafından 9 Ekim 1998 tarihinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik başlatılan uluslararası komplonun üzerinden 26 yıl geçti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkarıldıktan sonra 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye getirildi. Abdullah Öcalan, uluslararası güçlerin ortaklığıyla gerçekleşen komplo sonrası İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'ne konuldu.
İmralı’ya konulmasının ardından yıllardır ağır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, 27 Temmuz 2011 tarihinden bugüne sadece Mayıs-Ağustos 2019 tarihleri arasında 5 avukat görüşü gerçekleştirebildi. Görüşmelerin sonuncusu 7 Ağustos 2019 tarihinde gerçekleşti. Abdullah Öcalan, 2014 yılından bu yana da sadece 5 kez ailesi ile görüş gerçekleştirdi. Abdullah Öcalan, son yüz yüze görüşmeyi 3 Mart 2020 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptı. Kürt Halk Önderi İmralı'ya getirildiği günden bu yana yalnızca 2 defa (27 Nisan 2020 ve 25 Mart 2021) telefon ile görüşme gerçekleştirebildi. 25 Mart 2021 tarihli son telefon görüşmesi de yarıda kesildi. O günden bu yana Abdullah Öcalan'dan hiçbir şekilde haber alınamıyor.
Komployla hedeflenen boşa çıkarıldı
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla başlayan süreç, bugün hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da önemli toplumsal ve siyasal gelişmeler ortaya çıkardı. Abdullah Öcalan’ın halkların birlikte demokratik ve özgür yaşamlarını temel alan felsefesinin yayılmasını engellemek için her yol denense de Kürt halkı ve halkların ortak geleceğine yapılan bu müdahale hiçbir zaman yerini bulmadı. Komplo ile esasen halkların geleceği hedef alındı. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da ortaya koyduğu duruş ve geliştirdiği demokratik çözüm paradigmasıyla komployla hedeflenen boşa çıkarıldı. Aradan geçen 26 yılda Abdullah Öcalan’ın toplumsal barış ve Kürt sorununun çözümü konusundaki çağrıları tecritle karşılık buldu. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Raziye Öztürk ile uluslararası komplonun yıl dönümünde iletişimsizlik haliyle daha ağırlaşan tecridi, tecrit politikalarının geldiği son noktayı ve son günlerde sıkça dile getirilen ‘umut hakkını’ konuştuk.
*9 Ekim uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirilen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik sistematikleşen tecrit giderek ağırlaştırılıyor. Tüm başvurularınız reddedilirken farklı zamanlarda ‘disiplin’ cezası adı altında engellemelerle karşılaştınız. Bu durumun öncelikle hukuki boyutu hakkında neler söylersiniz?
Bildiğiniz üzere Sayın Öcalan’ın tabi olduğu infaz rejimi kağıt üzerinde ‘Ağırlaştırılmış İnfaz Rejimidir’. Ancak AİHM tarafından işkence yasağına aykırı olduğu ve mutlaka revize edilmesi gerektiği belirtilen bu infaz biçimi dahi Sayın Öcalan’a uygulanmamaktadır. İnfaz Kanunun 25’inci maddesinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlülerinin 15 günde bir aile görüşü gerçekleştirme hakkı düzenlenmiştir. Yine aynı kanunun 59. maddesine göre her avukat vekaletname ibraz etmek koşulu ile önceden izin almaksızın, mesai saatleri içerisinde hükümlü olan müvekkili ile görüşebilir. Ancak Sayın Öcalan 2020 yılının Mart ayından bu yana ailesi ile 2019 yılının Ağustos ayından bu yana ise avukatları ile görüştürülmemektedir. Sayın Öcalan ile birlikte İmralı’da kalan diğer mahpuslar ise İmralı’ya götürüldükleri 2015 yılının Mart ayından bu yana avukatları ile tek sefer dahi görüştürülmemişlerdir. Bununla birlikte hiçbir biçimde telefon, faks, mektup vb. iletişime izin verilmemektedir. Sayın Öcalan 99 yılından bu yana sadece 2 kez telefon hakkını kullanabilmiş ve kardeşi ile bir savcılık odasında görüştürülmüştür. Bunlardan biri pandemi gerekçesi ile gerçekleşirken ikincisi ise sosyal medyada yaşamını yitirdiğine dair haberler üzerine gerçekleşti ki 25 Mart 2021 tarihinde gerçekleşen bu telefon konuşması çok kısa sürdü ve 3-4 dakika sonra kesildi. O tarihten bu yana tek bir haber yok. 43 aydır yani, tam 1293 gündür haber alamıyoruz.
İmralı politik kararlara göre yönetilen bir alan
Aile görüşmeleri sistematik olarak verilen disiplin cezaları gerekçe gösterilerek, avukat görüşmeleri ise yasak kararı gerekçe gösterilerek izin verilmiyor. Bunların yasal bir dayanağı yok. Yasak kararlarına erişimimiz, dosyaya dahiliyetimiz dahi engelleniyor. Bu yönüyle İmralı sözleşmelerde belirtilen temel bir dizi hakkın ihlal edildiği alan. CPT geçmiş dönemki raporlarında hükümetin disiplin cezaları konusundaki gerekçesinin aldatıcı olduğunu ve kesinlikle politik kararlara dayandığını belirtti. Bu yönüyle aile ve avukat görüş hakkının engellenmesinin uluslararası sözleşmelere ve standartlara aykırı olduğunu vurgulayarak, bu hakların düzenli bir biçimde sağlanması gerekliliği vurguladı.
Haber alamama durumu üzerine BM İnsan Hakları Komitesi’ne yapmış olduğumuz başvuru sonrasında ise komite tedbir kararı verdi ve 19 Ocak 2023 tarihinde tedbir kararını yineleyerek; mahpusların maruz kaldıkları incommunicado tutukluluk haline son verilerek hükümlülerin kendi seçecekleri bir avukata derhal ve herhangi bir kısıtlama olmaksızın erişim sağlanması talebini hükümete iletti. Ancak hükümet bu kararın gereğini hiçbir biçimde yerine getirmedi. Bu haliyle İmralı, evrensel temel insan hakları standartlarına, iç hukuka ve içtihatlara aykırı olarak hukuk dışı bir biçimde tümüyle politik kararlara göre yönetilen bir alan.
‘İmralı’da işkence aynı zamanda bir yönetim biçimidir’
*1999 yılından bu yana bir tecrit hali söz konusu. Yıllar içinde bunun tüm ülkeye tüm alanlara yayıldığını ifade ediyorsunuz. Tecrit nasıl bir politika haline geldi?
Tecrit sistemi; İmralı açısından “işkence sistemi” demek. Bu hem objektif bir gerçeklik hem de gerek AİHM kararında gerekse de CPT raporları boyutuyla ortaya konmuş bir durum. Maalesef ki İmralı’da işkence aynı zamanda bir yönetim biçimidir. İşkencenin olduğu yerde hukuktan bahsedilemeyeceği ise aşikar. Hukuksuz bir biçimde inşa edilen ve hukuksuz bir biçimde sürdürülmeye çalışan bu sistem Sayın Öcalan’ın temsiliyeti ve politik kimliği sebebiyle İmralı etrafında örülmüş ve gelinen aşamada tüm Türkiye’ye yayılmış, yayılmaya devam etmektedir. İmralı hapishanesine benzer hapishanelerin inşası, bu hapishanelerde İmralı’da olduğu gibi sosyal iletişimin en az seviyeye indirilmesine ilişkin politikaların bire birliği, ayrımcı yasa ve uygulamaların yayılması; örneğin Sayın Öcalan düşünülerek getirilen ve zamana yayarak öldürme politikası olduğu yetkili ağızlarca ifade edilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının bugün binlerce mahpusa uygulanması, AİHM kararlarının uygulanmaması bu hukuksuzluğun yansımalarından sadece birkaçıdır. Maalesef ki İmralı’da gerçekleşen hukuka aykırı sistem ve baskı politikalarının kamuoyunda ve yönetim kademelerinde normalleşmesi olumsuz bir kültürün inşa edilmesine yol açtı. Ve maalesef ki İmralı’daki hukuka aykırı uygulamaların sessizlikle karşılanması toplumun her kesiminin maruz kalacağı baskı politikalarının uygulanabilir olması sonucunu doğurdu. Tecridin ağırlaşması, yönetimin militarist ve otoriter bir yapıya bürünmesi ile paralel geliştiğinden antidemokratik uygulamalar, ayrımcılık ve eşitsizlik daha da derinleşti.
‘Uluslararası hukukun kapı arkası diplomasisi’
25 yılı aşkın bir süredir İmralı’da günlük olarak uygulanan politikalar sistemlidir. Ve bu rejimin salt Türkiye’nin politikaları sonucu yaratıldığı fikri bizi yanılgılı sonuçlara götürür. Bu meselenin uluslararası hukukun kapı arkası diplomasisi ile mutabık kalınmış politik menfaatlere göre şekillendiği bir gerçek. Aksi durumda hak ve özgürlükler üzerinde keyfi güç kullanılan, pozitif hukuk ve ceza sistemi dışında işleyen hukuk dışı bir alanın Avrupa hukuk sitemi dahilinde süreklilik kazanması mümkün olmazdı.
*Umut hakkı son zamanlarda uluslararası mecralarda da en çok dile getirilen kavramlardan biri. Umut hakkı nedir? İmralı kapısının aralanması nasıl mümkün?
2001 yılında idam cezasının kaldırılması ile yeni düzenlemeler yapıldı. Sayın Öcalan’ın ömür boyunca, koşullu salıvermeden faydalanmamasına dönük bir düzenlemeydi bu. 2005 yılı itibariyle de Türkiye hukuk sisteminde yapısal değişimler hayata geçilerek, ‘Öcalan yasaları’ dediğimiz, Öcalan merkezli yasal düzenlemeler yapıldı. Ağırlaştırılmış infaz rejimi bu düzenlemelerden en önemlisi. Bu bir kimsenin ölünceye kadar cezaevinde kalması anlamına geliyor. Hiçbir biçimde çıkamaz, genel aftan, ceza indirimlerinden yararlanamaz. Abdullah Kuday gibi ölüm döşeğinde olsa da tahliye edilmez. Sadece Cumhurbaşkanın özel affıyla çıkabilir.
Ağırlaştırılmış infaz rejiminin işkence yasağına aykırı olduğu ifade edilerek Sayın Öcalan hakkında verilen karar AİHM’e taşındı. AİHM, 2014 yılında verdiği kararda ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında koşullu salıverilme imkanı tanınmalı, bir kimseye seni ölünceye kadar hapiste tutamazsınız, çıkacağına dair umudunun olması gerekir, kimsenin umut hakkı elinden alınamaz’ diye belirtti. Buna göre ‘en fazla 20 ya da 25 yıl tutulan bir kişinin salıverilme durumu kurulacak bir özel mekanizmasıyla belirli aralıklarla yeniden değerlendirilmeli’ diyor.
‘Kişinin yeniden özgürlüğüne kavuşma umudu’
“Umut hakkı” ömür boyu hapis cezasına karşılık mahpusun belli bir süreden sonra toplumla yeniden buluşmasını sağlamak için öne çıkan bir haktır. Bu hakka sahip olan kişi belirli bir infaz süresinden sonra durumunun yeniden gözden geçirileceğini, bu gözden geçirmenin hangi gerekçeler üzerinden yapılacağını, kimlerin hangi yöntemlerle bu değerlendirmeyi yapacağını bilerek cezasını infaz eder. Başka bir ifade ile umut hakkı, öngörülebilir bir infaz biçimi getirerek kişinin yeniden özgürlüğüne kavuşma umudunu korumasını sağlar.
‘Etkili bir toplumsal mücadele İmralı kapılarını aralayacaktır’
Türkiye’nin öncelikli olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını kaldırarak, yasal düzenlemeye gitmesi gerekiyor. Ancak Türkiye bu yasal değişimi tam 10 yıldır bekletiyor, Bakanlar Komitesi ise etkili bir adım atmıyor. Yapılması gereken yasal düzenlemeler sonrasında, hukuken Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Ancak gerek Türk hükümetinin tecrit politikasının gerekse de uluslararası mekanizmaların Sayın Öcalan üzerindeki tecrit konusundaki uzlaşmacı tavrı hem tecridi derinleştirmekte hem de Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü önünde büyük bir engel durumundadır. Teşhir olan ve sürdürülmekte ısrar edilen bu politikaya karşın buna denk düşecek uluslar üstü politik-diplomatik-hukuki her alanda etkili bir toplumsal mücadele İmralı kapılarını aralayacaktır diye düşünüyorum.
*Tecridin son bulması için yapılan girişimler, uluslararası düzeydeki kimi açıklamalar hakkında neler söylersiniz?
Sayın Öcalan Kürt sorununa bulduğu akılcı, gerçekçi ve tarihsel çözümlerle katkı sunacağını İmralı öncesinde, İmralı süresince de birçok kez ortaya koymuştur. Çok kez de tanık olunmuştur ki Sayın Öcalan’ın özelde Kürt sorununa genelde ise Ortadoğu’da ve dünyada yaşanan krize yönelik tespitleri felsefik, sosyolojik, ahlaki, politik, tarihsel ve diğer yönleri ile isabetli ve derinliklidir. Yine sorunun çözümüne dair önerileri ise yerel ve bölgesel olduğu kadar bugün dünyada da tartışılmaya değer bulunmaktadır. Gerçekten de özellikle Kürt toplumu Sayın Öcalan’ı kendileri için bir şans olarak görmekte, barış umudunu, özgür yaşam umudunu, kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünde görmektedir. Bu da gösteriyor ki Sayın Öcalan’ın fikirlerinin bu toplumda ciddi bir karşılığı ve etkisi var.
‘Toplumun her kesiminden özgürlük talebi yükselmektedir’
Bu irade olma durumunu 2005-2006 yıllarında 3 milyonu aşkın insanın ‘Öcalan siyasi irademdir’ demesinden görüyoruz. 2012 yılında ‘Öcalan’a özgürlük’ diyen 10 milyonu aşkın insanın imzasında görüyoruz, binlerce mahpusun yaptığı açlık grevlerinde, bugün Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü talep eden milyonların iradesinde görüyoruz. Dünyanın en büyük sendikalarınca onursal üyelikler, özgürlük talepli eylemler yapılmaktadır. Nobel ödüllü yazarlar, hukukçular, akademisyenler toplumun her kesiminden özgürlük talebi yükselmektedir. Bu durum görmezden gelinemeyecek noktadır. Burada artık Kürt halkını aşan ve giderek artan bir sahiplenme olduğunu görüyoruz. Son Özgürlük Kampanyası’nın uluslararası dost kurum ve kişilerce açıklanması Sayın Öcalan’ın ve fikirlerinin etki gücünü ortaya koyması açısından çarpıcı bir örnek. Sayın Öcalan’ın en büyük amaçlarından birisi meseleyi uluslararasılaştırmaktı. Suriye’den çıkarılmaya zorlandığında Avrupa’yı tercih etmesi bu nedenleydi. Kürt sorununun demokratik çözümü için Avrupalı devletlerden diplomatik ve siyasi destek almak. Ancak Sayın Öcalan’ın bu çabası tarihin en büyük komplo girişimi ile sonuçlandırılmak istendi. Ancak Sayın Öcalan rehin alınmasına rağmen bu çabasını sürdürdü. Dışarıda da ciddi bir mücadele yürüdü. Bu meseleye uluslararası düzeyde sahip çıkılması bu anlamıyla çok kıymetli. Ancak daha da büyütülmesi gerektiği konusu aşikar.
*Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında savaş genişliyor. Tam da bu noktada Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü neden önemli?
Bugün dünyada farklı gerekçeler ve zeminlerde krizler gerçekleşmektedir. 21. yüzyılın ilk çeyreği dolarken yaşanan kaosun kaynağı Ortadoğu olarak görülmektedir. Ortadoğu’da krizler ve savaşlarla devam eden kaostan yerel güçlerin değişken statükocu pozisyonları kadar uluslararası güçlerin hegemonik çıkarları da sorumludur. Bu aynı zamanda hegemonik güçlerin dünyaya yaydığı antidemokratik ulus-devlet anlayışı krizinin yansımasıdır.
Ulus-devlet anlayışı krizinin yansımalarından bir diğeri de Kürt sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bildiğiniz üzere Kürtler Ortadoğu’da 4 ayrı devletin himayesinde asimilasyona, imhaya hatta soykırıma varan uygulamalara maruz bırakılmışlardır. Suriye, İran, Irak ve Türkiye Kürt sorununda şiddet türlerini tek başına yürütmeyip uluslararası izin ile yapabilmiştir. Bunu kader olarak kabul etmeyen özgürlük mücadeleleri elbette tarih içinde hiç eksik olmamıştır. Kürtler soykırım kıskacında bulundukları parçalardaki ulus-devletlerin demokratikleştirilmesini ve “kendi kaderini tayin hakkı” bağlamında halk olarak yaşama iradesi göstermeye devam ettiler. Kendi çözüm gücünü açığa çıkarmanın uğraşına girmesi ve bununla birlikte yaşanan gelişmeler Kürtleri Ortadoğu’da kilit bir role doğru götürmüş Kürt sorununu da uluslararası boyuta taşımıştır.
‘Çözüm gücü olduğu gerçekliği görülmek durumundadır’
Meseleyi uluslararası boyuta taşıyan ve kilit role getiren bu iradenin en güçlü ifadesi de bizzat Sayın Öcalan’ın fikirlerinde kendini bulmuştur. Sayın Öcalan bu nedenle kendisini “Özgür Kürdün İradesi” olarak gördüğünü ifade etmektedir. Gerçekten de herkes tarafından kabul edilir edilmez, beğenilir beğenilmez, Sayın Öcalan’ın Kürt halkını temsiliyette, Kürt sorununun demokratik çözümünde baş müzakereci, esas muhatap ve çözüm gücü olduğu gerçekliği görülmek durumundadır.
Az önce de belirttiğim gibi Sayın Öcalan soruna bulduğu akılcı, gerçekçi ve tarihsel çözümlerle katkı sunacağını İmralı öncesinde İmralı süresince de birçok kez ortaya koymuştur. Sayın Öcalan’ın yakın zamandaki birçok öngörü ve uyarısı ilgili her kesimin tanıklığında gerçekleşmiştir. Sayın Öcalan 7 Ağustos 2019 tarihli beşinci ve son görüşmemizde savaş durumunun yakın olasılığına dikkat çekerek engellemek istediğini, şiddetten çıkışı ve Kürt meselesinin demokratik anayasal çözümünü sağlayacak gücünü ifade etmiştir. “1 hafta zaman verin çatışma durumu ihtimalini ortadan kaldırırım. 1 haftada çözebilecek gücü yaratabilirim, kendime güveniyorum, engellerim” demiştir. Ancak ne kendisinin ifade ettiği üzere rasyonel devlet aklı buna cevap verip saldırıları durdurmuş ne de uluslararası düzeyde beklenen cevabı bulabilmiştir. Savaş durumu her geçen gün artan yıkıcı etkisiyle devam ediyor.
Sayın Öcalan’ın kan deryasına dönüştürülmüş Ortadoğu’daki halklar lehine, yerel, barışçıl ve akılcı çözümleri, Ortadoğu’daki savaşı durdurabilecek düzeydedir. Bu yönüyle bu meseleye en kısa, en etkili çözüm gücü olabilecek, muhataplığı ve etki gücü defalarca teyit edilmiş olan Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü aynı zamanda Kürt halkının, Ortadoğu halklarının özgürlüğüdür.
*Tecrit politikaları derinleşmesine rağmen Abdullah Öcalan’ın felsefesinin yayıldığını görüyoruz. Bu en çok da kadın hareketi içinde kendini hissettiriyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Zamanın ilerlemesi ile birlikte İmralı ada hapishanesinde yaşatılanlar, tecrit kavramının, çok daha derinlikli bir kavram olduğunu ve sözlük anlamının çok daha ötesinde “bir sistemi” ifade ettiğini açığa çıkardı. En önemli amacı ise “etkisizleştirerek teslim almak ya da irade kırmak ve tümüyle yok etmek.
Amaçları itibariyle bu sistem hapishanenin de dışına taşan bir sistem. Bu sistem kadınların 5 bin yıl boyunca maruz bırakıldığı ve bırakılmaya devam edildiği sistemi de ifade ediyor esasen. Peki nasıl uygulanıyor? Öldürerek, öldüremezse eziyet ederek, sosyal-ekonomik-siyasi-psikolojik-fiziksel her anlamda sömürerek, öteleyerek, yalnızlaştırarak, yaşamdan uzaklaştırmaya çalışarak yapıyor. Yani tecrit kavramı yöntem olarak aslında en eski sömürge olarak ifade edilen kadınların 5 bin yıldır yaşamında var ve ne yazık ki varlığını sürdürüyor.
Yapısı ve amaçladıkları itibariyle tecrit sisteminin eril bir politikanın ürünü olduğu ise tartışma götürmez bir gerçekliktir. Dediğim gibi 5 bin yıldır yaşamlarımızda ve farklı boyutlarıyla, faşizmin bir aracı olarak; var olan antidemokratik uygulamaları, eşitsizliği besleyerek varlığını sürdürüyor. Militarizmi ve faşizmi giderek büyüten, savaş politikalarını besleyen bu sisteme karşı kadınların tabi ki itirazları var.
Bu anlamıyla kadınlar varlığını en çok Sayın Öcalan’ın kapitalist sisteme alternatif olarak sunduğu kadın özgürlükçü, ekolojik bir paradigma olan Demokratik Modernite’de görüyor. Bu paradigmada 5 bin yıldır sömürge olan kadının uyanışı, haklarına, özüne kavuşma umudu var. Kadının özgürleşmesi, eşitlik ve demokrasiyi, ekolojiyi esas alan yaşam inşası var. Bu anlamı ile sistemle derdi olan, özgür kadın kimliği ve öncü ruhu yok edilmek istenen, siyaset yapması, kendi yaşamı hakkında söz kurma-politikasını üretme hakkı elinde alınan kadınlar ‘jin, jiyan, azadi’ felsefesinde buluyor kendini.