Hatice el-Hüseyni: Gazze ‘yatırım cenneti’ adı altında yerli halktan arındırılmak isteniyor

Donald Trump’ın önerdiği planların barışı değil, işgali yeni biçimlerle sürdürdüğünü söyleyen Hatice el-Hüseyni, Gazze'nin “yatırım cenneti” adı altında yerli halktan arındırılmak istendiğini ve özellikle kadınların bu süreçte yok sayıldığını söyledi.

EMEL MUHAMMED

Beyrut – ABD Başkanı Donald Trump’ın ateşkes ve yeni bir yönetim kurulması yönündeki açıklamaları ile İsrail’in askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamaması, önemli soruları gündeme getiriyor. Bu girişimlerin gerçek niteliği nedir? Bundan kimler yararlanıyor? Ortaya çıkan tablo, siyasi bir çözüm fırsatı mı sunuyor, yoksa işgali meşrulaştırarak daha karmaşık bir şekilde sürdürme çabası mı? Ajansımız bu soruları, Lübnan Kadın Hakları Komitesi Sekreteri ve Lübnan İşçi Sendikaları Yürütme Kurulu üyesi Hatice el-Hüseyni ile gerçekleştirdiği röportajda ele aldı.

*Gazze’de 700 günden fazla süren savaşın ardından ve ABD Başkanı Donald Trump’ın ateşkes ile yeni bir yönetim kurulmasına dair açıklamalarının ardında, bu yeni otoritenin nasıl oluşacağına dair düşünceleriniz nelerdir?

Uluslararası siyaset sahnesinde şu anda önerilen planlar, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’de yaşanan ihlaller ve katliamlar konusunda net bir tavır almaktan kaçındığı ve küresel baskı altında olduğu bir dönemde gündeme getirildi. Bu durum, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun çeşitli siyasi ve askeri konulardaki başarısızlıklarıyla da paralellik gösteriyor. Tüm bu gelişmeler, söz konusu planların uluslararası bir nitelikten çok, Trump ve Netanyahu’nun uluslararası düzeyde karşı karşıya oldukları savaş suçu ve yolsuzluk suçlamalarına rağmen kendi çıkarlarını korumaya yönelik siyasi hamleler olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, savaşın Siyonist oluşum lehine çözülememesi ve Filistin davasına yönelik artan uluslararası dayanışma, Trump’ı bu planları bir destek aracı olarak sunmaya yönlendirdi. Bu planlar kesinlikle uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtmamaktadır.

*Bu plan siyasi bir çözüm fırsatı sunuyor mu?

Bu tür bireysel planlar siyasi çözüm olarak kabul edilemez; çünkü Filistin’in çıkarlarına hizmet etmiyor ve barışın temel kriterlerini hiçbir şekilde karşılamıyorlar. Aksine, amaçları adaleti sağlamak değil, Siyonist oluşumu kurtarmak ve onun çıkarlarını güvence altına almaktır. Gerçek bir siyasi çözüm arayanlar işe öncelikle adaleti sağlamakla başlamalıdır. Öte yandan bu planlar, Filistin topraklarında yeni bir yeniden işgal ve meşrulaştırma biçimini temsil ediyor; Filistin kimliğini ve davanın kendisini yok etme tehlikesi taşıyor. Mevcut göstergeler, plan uygulanırsa Gazze yönetiminin Fetih ve Hamas bağlantılı Filistinliler dışındaki Amerikan, Avrupa ve bazı Arap partilerini de kapsayacağını işaret ediyor. Bu durum, işgalin yeni bir kılıf altında uzatılması anlamına gelir; zira planın maddeleri Filistin’in geleceğinden veya halkının haklarından söz etmiyor.

*Plan, yatırım projeleri için özel bölgelerin kurulmasını ele alıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Trump, dünyayı yöneten ve yatırımların nereye yapılacağını belirleyen bir aracıymış gibi konuşuyor; Gazze’nin, Filistin’in ve Batı Şeria’nın çeşitli bölgelerinden zorla yerinden edilmiş halkın topraklarına ait olduğu gerçeğini ise görmezden geliyor. Bu projelerle Gazze’yi yerli halkından arındırıp, orayı kendi “Doğu’nun cenneti” vizyonuna uygun yatırım projeleriyle donatmayı hedefliyor. Peki, asıl soru şu: Kimin cenneti? Bu denilen cennet, Gazze halkının kalıntılarının üzerinde mi kurulacak? Eğer bu cennete giden yol; işgale direnenlerin sınır dışı edilmesi, bölgenin tahrip edilmesi ve yeniden inşasından geçiyorsa, bundan kim yararlanacak? Öne sürülenler ekonomik işgali meşrulaştırma girişimi gibi görünse de gerçekte Gazze Şeridi sakinlerine yönelik gelecekteki pek çok kısıtlamayı ve dışlayıcı politikayı gizliyor.

*Bazı Arap ve İslam ülkelerinin Batılı güçlerle iş birliği yapması, Filistin’in geleceğini ve Arap halklarının gerçek dayanışmalarını ifade etme yeteneğini nasıl etkiliyor?

Arap ülkeleri değil, Arap yöneticiler bu süreçte aktif rol oynamaktadır. Bu yöneticiler, çoğunlukla halklarının iradesini temsil etmekten uzak, kendi konumlarını korumaya çalışan figürlerdir. Bana göre, gerçek yöneticiler değil; sömürgeciliğin çıkarlarını korumak için kullanılan araçlardır. Filistin davasına destek veren halk tepkilerine rağmen, bu destek istenen seviyeye ulaşamamıştır. Filistin halkı bu planlara karşı çıkmaktadır çünkü geleceklerini güvence altına almamaktadırlar. Aksine, planlar altyapıyı yok etmeyi, direnişi silahsızlandırmayı ve insanlık dışı uygulamalara karşı yapılacak her türlü protestoyu engellemeyi hedeflemektedir.

Planın, kitle imha silahları bahanesiyle Irak Savaşı’nın mimarlarından biri olan eski İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından denetlenmesi dikkat çekicidir. Gazze’nin yeniden inşası veya mağdurlarına adalet sağlanması yönünde gerçek bir niyet yoktur. Savunma grupları planı kabul etse bile, taş atan çocukların hikâyesi nesiller boyu sürecektir; çünkü haklar, onları talep edenler olduğu sürece kaybolmaz.

Filistin davası, bir halkın ve ulusal aidiyetin davasıdır. Adaleti sağlama amacıyla mücadele eder ve zafere kadar devam edecektir. Çünkü Siyonist oluşum, maddi çıkarlar peşinde koşan ve kendilerine ait olmayan topraklara gelen yabancı bir gruptan başka bir şey değildir. Olan şey barış değil; Batı’nın, bazı Arap yöneticilerinin onayı ve suç ortaklığıyla Filistin halkına teslimiyet dayatmasıdır.

Filistin halkı, özellikle kadınlar, en büyük kurbanlardır. Kayıpların, yerinden edilmenin ve acıların yükünü kendi iradeleri dışında taşıyorlar ve en çok etkilenenler olmalarına rağmen müzakere masasından dışlanıyorlar. Ne yazık ki, planda Filistinli kadınlara veya savaş nedeniyle çalışma yeteneklerini kaybedenlere yönelik herhangi bir hüküm bulunmamaktadır; çünkü onlara bakacak ve haklarını güvence altına alacak bir sistem mevcut değildir.