Ayşegül Doğan: Yayılmacı politikaya sahip değilseniz diyalog kurun
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Türkiye’nin Suriye politikasına tepki göstererek, “Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun” çağrısı yaptı.
Ankara- Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde güncel gelişmelere dair basın toplantısı düzenledi. Ayşegül Doğan, partisinin geçtiğimiz hafta sonu yapılan MYK toplantısında başlıca konulardan birisinin Suriye'deki gelişmeler olduğunu söyledi.
Wan Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Abdullah Zeydan'ın memnu haklarının iadesine dair Yargıtay'ın verdiği bozma kararına değinen Ayşegül Doğan, "Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlarımız olması gerektiği gibi görevlerinin başında. Aksi yönde çıkan haberleri ve sanki orada başka bir durum yaşanıyormuş gibi bir takım yanlış belgelerin dolaşıma sokulmasının niyet ve maksadını anlıyoruz. Bunu yalanlamak istiyoruz" dedi.
Suriye’ye yönelik saldırılar
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik saldırılarına işaret eden Ayşegül Doğan, konuşmasının devamında şu ifadelerde bulundu: "Biz Suriye’de en tutarlı politikaya sahip olan siyasi partiyiz. Keşke kayyımlarda olduğu gibi bugün Suriye’de yaşananlar bizi yanıltsaydı. Şimdi yapılan açıklamalara bakarsak 'Türkiye’nin güvenliği için Suriye'deyiz' deniyor. 'Türkiye’nin meşru hakları için Suriye’deyiz' deniyor. Biz DEM Parti olarak şöyle diyoruz; Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden bir durum söz konusu değil. Bu açıklamalar yapılırken deniyor ki ‘Orada YPG, YPJ Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit ediyor. O yüzden de biz sınır güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz.’ Ve 30 kilometre derinlik vurgusu yapılıyor. Eğer gerçekten bir derinlik aranıyorsa; derinliği bu şekilde değil irtibat kurarak, temasla, diyalogla sağlamak gerekir.
Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi yaptığı bütün açıklamalarda, şuna dikkat çekiyor. Olduğu gibi alıntılıyorum, 'Türkiye ile sorunları diyalog yolu ile çözmeye hazırız' diyor. 'Suriye’de kapsayıcı ve toprak bütünlüğünü koruyan bir çözüm istiyoruz' diyor. Şimdi tüm bu çağrılar neyin göstergesi? Orada bulunan Kürtlerin Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmediğinin göstergesidir. Nitekim bunu gelişmelerle birlikte okuyabiliriz.
Türkiye’nin bugüne kadar Suriye'ye ilişkin yürüttüğü politika neresinden bakarsanız, neresinden tutmaya çalışırsanız çalışın tutarsız bir politika. Üstelik içeride ve dışarıda, yani her yerde barış söylemini dile getirirken Suriye'de böyle bir politika yürütmek ancak tutarsızlık olabilir.
Diyalog çağrısı
DEM Parti olarak diyoruz ki, şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz Suriye'nin tüm farklılıkları, kimlikleri ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun, temas kurun. Biz bunu arzu ediyoruz. DEM Parti olarak. Türkiye kamuoyunun da beklentisi bu. Halkların kazanımlarının tehdit olarak değerlendirilmemesi, siyasi ifadelerinin tanınması ve kabul edilmesidir.
Çağrılar dikkate alınmalı
Peki, bunun içerideki Kürt meselesiyle bağlantısı nedir? Hatırlamayanlara bir kez daha hatırlatalım; Efrîn ile Qamişlo burada yaşayan Kürtler için önemli yerlerdir. Çünkü oranın acısı burada hissediliyor, oranın asısı burada hissediliyor. Tıpkı Erbil gibi tıpkı Süleymaniye gibi. 90’lı yıllarda aynı feryat ve hezeyanları Erbil ve Süleymaniye için de duyuyorduk. ‘Kürtlerle barışmak istiyoruz ama Efrîn’de, Kobanê’de, Qamışlo'da yaşayan Kürt’ü tanımıyoruz.’ Buradan nasıl bir tutarlılık çıkarabilirsiniz. Nusaybin ile Qamişlo’nun kardeşliğini görmeyen bunu kabul etmeyen bir yaklaşım olabilir mi? Bu kardeşlikle eşit düzlemde ilişki kurmak istemeyen bir yaklaşım kabul edilebilir mi? Edilemez, tarihsel olarak da sosyolojik olarak da mümkün değil. Yaşanan bir sürü tecrübe dolayısıyla da mümkün olmadığını hep birlikte gördük. Kardeşleşmek dost olmak mümkünken çatışmak, karşı karşıya getirmek, karşı karşıya gelecek söylemlerden vazgeçmek gerekir. Diyalog ve temas çağrılarını dikkate almak gerekir.
Binlerce insanın oyu yok sayılıyor
2016’dan bu yana bu ülkenin bir coğrafyası ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı coğrafyada kayyım eliyle bir yönetim modeli hayata geçirilmeye çalışılıyor. Binlerce insanın oyu yok sayılıyor seçme ve seçilme hakkı yok sayılıyor. Kendini yönetme hakkı yok sayılıyor. Belediye eşbaşkanlarımıza söylenebilecek hiç bir şey yok. Çünkü tüm hukuki prosedürlerden geçerek aday oldular. Hep söyledik, yine söylüyoruz. Kayyım kötülüktür, yıkımdır, talandır. Kürt-Türk ittifakının güçlenmesi değil ancak bunun zayıflatılmasını isteyenler bunu yaparlar. Biz ne diyoruz? Gelin bu ittifakı güçlendirelim. Gelin bu tarihsel birlikteliği bu tarihsel beraberliği eşit, adil, onurlu, sahici bir yaklaşımla güçlendirelim. Gelin buna güven yaratacak güvenceler oluşturalım diyoruz. Kayyım uygulamalarından vazgeçin artık.
Kürt sorununun çözümü konusunda saklı bir yumruğumuz yok, uzatılan eli tutmaya ve sorumluluk üstlenmeye hazırız. Yapılması gerekenler talepler temsiliyet muhataplık her şey ortada ayan beyan. Bu denklemde artık bilinmeyen hiçbir şey yok.
Yeni bir döneme ihtiyaç var
Tartışmaların süreç diyebileceğimiz bir hale dönüşmesi için içeriklendirmeye ihtiyaç var. Yeni bir dönem ve sayfa için tek bir şeye ihtiyaç var; yeni bir zihniyet. Ayrıca bu konuda Sayın Öcalan Urfa Milletvekilimiz Ömer Öcalan aracılığıyla gönderdiği mesajın üzerinden günler geçti. ‘Ben buradayım hazırım’ dedi. Öcalan; ‘Koşullar oluşursa Kürt meselesini çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek pratik ve teorik liderliğe ve güce sahibiz’ dedi. Biz hazırız dedik. Buna rağmen tek bir somut atılmadı bugüne kadar. Tek bir somut adım atılmamış olmasına kayyım uygulamasına tutuklamalara devam ediliyor. Bunlara rağmen biz inatla Kürt sorununun demokratik yol ve yöntemlerle çözmeye davet ediyoruz. Bu tartışmaları artık başka bir aşamaya evrilmesi süreç diyebileceğimiz bir hale dönüşmesi için içeriklendirmeye ihtiyaç vardır.
Wan kararı
Gelelim Van’a. Van’da 2 Nisan’dan bu yana yani 31 Mart'tan saatler sonra başlayan bir tartışma var. Normal koşullarda demokratik ülkelerde insanlar memnu hakların iadesinden haberdar değillerdir. Çünkü böyle bir düzenleme ihtiyaç olmaz. Ama biz antidemokratik bir ülkede yaşadığımız için her birimiz bir hukukçu kadar hukuk bilgisine sahip olmaya çalışıyoruz. Hukuku yok sayanlara hukuku hatırlatmak için. Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan ile ilgili yaşanan durum tam olarak budur. 14-0 yaptığımız Van bütün ilçeleri ile birlikte DEM Parti dedi. Dem Parti dediği günden bu yana Van’da bir takım iktidar blokunun hazmedemediği için birtakım arayışları planlamaları var. Abdullah Zeydan’ı seçen iradeyi yok saymaya çalışıyorlar. Buna Van halkı izin vermedi, Kürtler izin vermedi, demokrasi güçleri izin vermedi, siyasal ve toplumsal muhalefet buna izin vermedi. Emin olun bundan sonra da izin vermeyecektir. Çünkü demokratik olan meşru olan seçme ve seçilme hakkını tanımaktır, gasp etmek değildir. Buradan bir kayyım gerekçesi çıkartamazsınız çıkartamayacaksanız. Asıl tanınması gereken halkın iradesi, halkın tercihi ve demokratik değerleri sahip çıkmaktan vazgeçmeyişidir. İktidar blokunu buna saygı duymaya tekrar davet ediyorum.
Yerel mahkemeden ne çıkarsa çıksın bu Abdullah Zeydan’ın Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığı yapmasına engel bir durum teşkil etmeyeceği gibi bir kayyım gerekçesi de yapılamaz.
Abdullah Öcalan için yapılan başvuru
Sayın Öcalan’a yönelik tecrit yıllardır bizim gündemimizde olan bir konu. 1 Ekim ile birlikte başlayan bir tartışma değil bizim için. Ama tabi bu çağrılar önemli. Bu çağrıların önemli olduğunu hemen her defasında tespit ediyoruz, bu çağrılara, bu muhataplığa değer verdiğimizi, işaret edilen adres gösterilen kişinin liderlik gücünün ne kadar hayati olduğunu ifade ediyoruz. Ve biz yıllardır aynı zamanda milletvekilleri olarak Türkiye’de cezaevlerine gitme hakkımız varsa İmralı Ada Hapishanesine de gidebilmeliyiz diyoruz. Ve başvurular yapıyoruz. DEM Parti grubu olarak daha önce de bir başvuru yaptık. Birkaç kez yinelendi bu başvurular.
Bu başvuruları yaptığımız zaman kamuoyuna da açıklamalar yaptı. Grup Başkan Vekillerimiz bizzat kendileri Adalet Bakanlığı’na iletti. O nedenle bu temas hem gecikmiş bir temas hem de tecridi sürdürmek bir insan hakkı ihlalidir. Bu işkence yönteminden vazgeçmek gerekiyor artık. Hakikatle kapıların açılması gerekiyor. Bizim için esas mesele bu. İmralı’nın kapılarının açılması gerekiyor. Ama bu konuya dair somut bir şey söylenmedi. Adalet Bakanı makul süre diyor. ‘Değerlendiriyoruz makul sürede cevap vereceğiz’ diyor.
Makul süre nedir?
Nedir bu makul süre, DEM Parti olarak soruyoruz? 10 gün geçti makul süre tanımlaması nedir? Türkiye’de yargı sistemini düşündüğümüz zaman makul süre hiç de iyi bir şey çağrıştırmıyor. İstediğimiz, keyfilik çağrıştırıyor makul süre Türkiye’deki yargı sistemini düşündüğümüzde. eğer keyfilik çağrıştıran bir uygulama ya da bir söylem olmasın istiyorsanız, o makul süreyi tanımlamanız, uzatmamanız ya da geciktirmemeniniz gerekli ki bir an önce DEM Parti’nin önceliği şu. İmralı adasının kapılarını açılması, Sayın Öcalan’ın özgür söylem koşullarının oluşturulması gerekiyor. bu çağrılara ne dediğini kamuoyunun duyması gerekiyor. Bu mesajın detaylandırılması Türkiye kamuoyu merak ediyor. İmralı adasında kapılar açılırsa Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini herkes merak ediyor. Biz de merak ediyoruz, duyalım bunları. Bu kapıları bir an önce açın.
Görüme başvurusuna dönüş olmadı
Ne Pervin Buldan, ne Sırrı Süreyya Önder’e, ne Sırrı Sakık’a Adalet Bakanlığı tarafından iletilmiş herhangi bir görüşme onayı yok. Bizim Eş Genel Başkanlarımız adına başvurumuz var, bu başvuruyu sizlerle paylaştık. Üzerinden günler geçti hale bize olumlu olumsuz daha önce bütün grubumuzun yaptığı başvurularda da keza aynı şekilde hiçbir dönüş olmadı. Biz tecridin kaldırılmasını istiyoruz. Yapılması gerekenler çok açık ve aleni, hiçbir şeyi yeniden icat etmemize gerek yok. Aile görüşü de sağlanmalı avukatlar da görüşmeli mektup hakkını da kullanmalı, telefon hakkını da kullanmalı ve tabii ki DEM Parti ile temas sağlanmalı, geciktirilmemelidir.”