Ayfer Kantaş ile 12 Eylül üzerine söyleşi: Bugün yaşananlar daha beter

12 Eylül’ün canlı tanıklarından Ayfer Kantaş, şimdiki dönemin 12 Eylül’den bir farkının kalmadığına dikkat çekerek, “Kadınlara inanılmaz bir baskı var. Kadınların üzerinde hem ekonomik, hem siyasi, hem cinsel anlamda bir sürü baskı var. Yani 12 Eylül gibi bir darbenin olması gerekmiyor. 12 Eylül’ün yasaları devam ediyor bugün de. Bir kadın olarak özgür olduğumu hissetmiyorum” diyor.

 

ZEYNEP AKGÜL

Ankara- Türkiye, bundan tam 41 yıl önce bir cuma sabahı radyoda okunan darbe bildirisiyle uyandı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi imzasıyla okunan bildiride, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetime el koyduğu söyleniyordu. Gözaltı, tutuklama, idam ve işkencelerle geçen bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü.

12 Eylül’de 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi. O idam edilenlerin arasında Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde ağır işkencelere maruz kalan ve henüz 17 yaşındayken, yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren de vardı. Ayrıca; 171 kişi işkenceden öldü. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına gitmek zorunda kaldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılırken yaklaşık 100 bin kişi, örgüt üyesi olma suçundan yargılandı, 30 bin kişi ise “sakıncalı” olduğu iddiasıyla işten çıkarıldı. Yargılanan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. Yüzlerce gazeteci için de binlerce yıla varan hapis cezaları istendi. 300 gazeteci saldırıya uğrarken, 3 gazeteci öldürüldü. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı. İşkence ve faili meçhullerin çokça yaşandığı dönemde bine yakın film yine sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 4 bine yakın öğretmen, çok sayıda üniversite görevlisinin işine son verildi.

Tarihin en karanlık günleri yaşandı postal sesleri altında.  İşte o karanlık günleri yaşayanlardan biri de Ayfer Kantaş. Hacettepe Üniversitesi öğrencisiyken gözaltına alınan ve üç ay gözaltında kalan Ayfer Kantaş, 4 yıl cezaevinde tutuklu kaldığı süreç içerisinde ağır işkencelere maruz kalmış. O dönem Mamak Cezaevi’nde yer olmadığı için eğitim enstitüsü cezaevine çevrilmiş. Enstitüden çevrilen cezaevinde çoğunlukla kadınlar kalmış. Enstitünün sınıfları koğuşlara çevrilmiş. İşte Kantaş, sınıfların koğuşlara çevrildiği o enstitüde 3 ay tutsak kalmış. Darbeciler, 3 aydan sonra kendilerine göre ‘elebaşı’ olarak adlandırdıkları kişileri kalorifer dairesinde kurdukları ve 9’uncu Koğuş diye adlandırdıkları koğuşa koymuşlar. O ‘kalorifer dairesinde’ de 4 ay kalan Ayfer Kantaş, sonrasında ise Mamak Cezaevi’ne barakalar yapılınca oraya götürülmüş. Ayfer Kantaş, o barakalarda da üç buçuk yıl kalmış. Şimdiki dönemin 12 Eylül’den bir farkının olmadığını belirten Ayfer Kantaş, 12 Eylül’ün yasalarının halen devam ettiğine dikkat çekiyor.

12 Eylül darbesini yaşayan ve o günlerde aktif siyaset yapan Ayfer Kantaş ile 12 Eylül’ü konuştuk.

12 Eylül’de neler yaşadınız? Cezaevinde kaldığınız süreçten de bize biraz bahsedebilir misiniz?

12 Eylül’de bütün Türkiye’de özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir’de inanılmaz derecede operasyonlar başlamıştı. O zamanlar Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciydim. O dönem devrimci, demokrat birçok kişiyi gözaltına aldılar. Yapılan bu operasyonlar neticesinde bizi de aldılar. İşkenceden geçirdiler bütün insanları hem bölgedeki insanları, hem genç kadınları. Yani yaşına, cinsiyetine bakmadan inanılmaz bir işkence süreci yaşandı. Bunların detayına girmeyeceğim, inanılmaz kötü şeyler yaşandı. İşte ben de o inanılmaz kötü işkencelere maruz kalanlardan biriyim. 2 Aralık’ta gözaltına alındım. Yaklaşık 3 ay emniyette kaldım, zaten gözaltında kalmanın 3 ay süresi vardı.

“Eğitim Enstitüsü’nü cezaevine dönüştürdüler”

Mamak Cezaevi’nde mi kaldınız?

Bizim dönemde Mamak Cezaevi çok dolduğu için kadınları 2 yıllık eğitim enstitüsüne götürdüler. Beşevler’de bir eğitim enstitüsüydü götürüldüğümüz yer. Mamak’ta yer kalmamış, erkeklerle ful doldurmuşlar cezaevini. İşte A Blok, B Blok, C Blok dolunca kadınları 2 yıllık eğitim enstitüsüne, yani eğitim kurumuna getirmişler. Oraları kapatmışlar cezaevi haline dönüştürmüşler. Sınıfları koğuşlara çevirmişler. Beni eğitim enstitüsüne getirdiler, oraya geleceğimizi hiç düşünmüyorum, bir baktım okul ‘Allah Allah okula geldik’ dediğimi hatırlıyorum. Her yeri kapatmışlar, cezaevi haline getirmişler, bütün sınıflar koğuş olmuş. Orada işkenceye dönüşen başka fiziki koşullar da vardı. Mesela gece kapıları kapatıyorlar asla tuvalete çıkamıyorsunuz. Çünkü sınıflarda tuvalet yok. Sayımdan sonra saat 20.00’de sayım oluyor, kapatıyorlar sınıfları; sabaha kadar tuvalete gidemiyorsunuz. O da bir işkence. İşte biz orada yaklaşık 2-3 ay kaldık. Sonra isyan ettik. Dedik ki ‘biz daha düzgün bir hapishane istiyoruz.’ Düşünsenize... ‘Okullarda olmaz bu iş ihtiyaçlarımız karşılanmıyor’ dedik. Banyo yok, hiçbir şey yok. İğrenç bir şey yani. Orada, sınıfları koğuşlara çevirmişler yataklar koymuşlar öyle kalıyorsunuz.

“9’uncu koğuş bir kalorifer dairesiydi”

Ne kadar süre kaldınız cezaevinde?

3 aydan sonra kendilerine göre ‘elebaşı’ olarak adlandırdıkları kişileri 9’uncu Koğuş diye kalorifer dairesine koydular. Bu sefer kalorifer dairesinde kaldık. 100’e yakın kadın. Diğer kadınlar yine o sınıflarda kaldı. Orada borular üstümüzden geçiyor. Orası da hangar bildiğin kalorifer dairesi. Ranzaları koydular ama en azından tuvaletimiz vardı, gece gidebiliyorduk tuvalete. Ondan dolayı çok mutluyduk o borulardan geçen seslere rağmen. Yani, kalorifer dairesini bize koğuş yaptılar. O eğitim enstitüsünde yaklaşık 4 ay kaldık. Sonra yer açtılar. Mamak’ta barakalar var yani artık cezaevlerinin tamamı dolmuş baraka yapmışlar. İşte C Blok ve D Blok diye adlandırdıkları çok soğuk olan, ısınamayan iğrenç barakalar. Resmen barakalarda kaldık. Bu sefer bizi oraya taşıdılar 4 ayın sonunda. Çok soğuk Ankara’nın soğuğunu düşünebiliyor musunuz? Mamak gibi bir yerde soba yanmıyor, her gün seni dışarı çıkarıp dayak atıyorlar. Neden dayak yiyoruz: Bizi asker olarak adlandırıyorlar. Diyorlar ki: ‘Siz birer askersiniz’ Biz de ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ne göre kadınlar askerlik yapıyor mu; hayır, biz de asker değiliz’ diyoruz. Biz bu dayatmayı Mamak’ta kaldığımız sürece kabul etmedik. Kaldığımız süreç içerisinde asker olmadığımızı ve askeri eğitimi alamayacağımızı söyledik. Ben 4 yıl kaldım bazı arkadaşlarımız 5 yıl, 6 yıl, 7 yıl kaldı.

“Bir sürü insan kanserden öldü”

Her gün sabah ve akşam sayımlarında bağırarak sayım yaptırmak istediler işte asker gibi hazır ola geç şunu yap bunu yap diye... Mesela bizi koşturmaya çalışırlardı ama biz koşmadık. Askeri eğitim dayattılar bizde ‘Hayır biz asker değiliz tutukluyuz sizin dediğiniz hiç bir şeyi yapmayacağız’ dedik ve herhalde 7-8 yıl yani tek kişi kalana kadar mücadele ettik. Ben o dönem idamla yargılanıyordum 146/1 ile. O dönemde senin herhangi bir şeyin önemli değil ki senin devrimci olman 146/1 ile yargılanmana neden oluyordu. Herkes idamla yargılanıyordu. Onun için kadınlara Ankara’da Mamak’ta kaldıkları ve eğitim enstitüsünde kaldıkları sürece asla ve asla asker eğitimi veremediler, bağırarak sayım vermedik. Onların ileri sürdükleri hiç bir şeyi kabul etmedik. Mesela bizim koşarak ‘Her şey vatan için, her şey vatan için’ diye bağırmamızı istiyorlardı. Bir tane subay bacak bacak üzerine atıp, oturup bizi seyretmeye çalışıyor. Biz bunların hepsini reddettik ve gerçekten kadınlar inanılmaz bir direnç gösterdi. Bununla ilgili hepimiz hastalandık, şu an bir sürü insan kanser ve kanserden öldü. Ben mesela iki tane kanser geçirdim ama çok erken teşhis olduğu için atlattım. Bütün bunlar o geçmişten bize yapılan işkencelerden dolayı.

12 Eylül Türkiye'ye ne getirdi, ne götürdü?

İşkence getirdi. İnsanları evlerinden yurtlarından etti. Bir sürü insanı işsiz bıraktı.

“Şu anda kıyım var”

Devlet, 12 Eylül’e ilişkin bir özeleştiri verdi mi sizce?

Aksine 12 Eylül’den daha beter bir yönetim getirdi. 12 Eylül bir adımdı, ondan sonra altyapısını oluşturdu. 40 yıldır onun üzerinden gidiyor. 12 Eylül ile ilgili herhangi bir yasa veya herhangi bir şeyi değiştirilmedi ki. Özeleştiri verilmedi. Yani 12 Eylül’de gerçekten çok ciddi devrimci ilerici insan kıyımı yapıldı; şimdi de başka türlüsü yapılıyor. Ekonomik ve siyasi alanda daha doğrusu her alanda kıyım var. Üniversiteyi bitiren iş bulamıyor, istediği yere giremiyor, istediğin gibi yaşayamıyorsun, sürekli bir baskı var. Kadınlara inanılmaz bir baskı var. Kadınların üzerinde hem ekonomik, hem siyasi, hem cinsel anlamda bir sürü baskı var. Yani 12 Eylül’ün olması gerekmiyor. 12 Eylül devam ediyor. Bir kadın olarak özgür olduğumu hissetmiyorum. Kaç çocuk doğuracağımıza kadar müdahale ediyorlar. Ben özgür bir kadınım ve gerçekten bunun için bedel ödemiş bir kadınım. Ama değiliz hiç bir alanda değiliz. İş alanında değiliz çalıştığımız alanda değiliz ancak kişisel bazda özgür olduğumuzu hissediyoruz. Özgür değiliz.

“Bugün 12 Eylül’den daha da kötü”

‘Şimdiki dönemin 12 Eylül’den çok bir farkı yok’ diye değerlendirmelerle karşılaşıyoruz. Peki, siz 12 Eylül’ü yaşamış biri olarak neler söylemek istersiniz? Gerçekten bir fark yok mu?

Daha da kötü... Yasalarla... 12 Eylül ile gelen yasaların hiç biri değişmedi. Aksine üstüne eklenerek daha çok baskıcı bir rejim var. Özellikle kadınlar için. Bugün işte her türlü özgür değilsin hiçbir konuda. Bir kadın olarak tek başına bir şey yapamıyorsun, başına bir sürü iş geliyor.

“Tek adamcılıkla istedikleri şeyi yapıyorlar”

Siyasi ve ekonomik gelişmeler dışında 12 Eylül Askeri Darbesi'nin bugüne etkisi nedir sizce?

‘Devlet, 12 Eylül’e ilişkin bir özeleştiri verdi mi sizce?’ diye bir soru sormuştunuz. Hayır bunların üzerine daha baskıcı rejim daha baskıcı yasalar getirdi. Örneğin İstanbul Sözleşmesi... Tek bir adamın ‘ben bunu kaldırdım, ne yaparsan yap’ söylemi ile sözleşme feshedildi. Bu 12 Eylül’den daha beter. Belki hepimizi alıp prangalara almıyor olabilirler ama bir sürü insan işkence görüyor, o ayrı bir şey ama yasalarla tek adamcılıkla istedikleri şeyi yapıyorlar.

Kolektif bellek açısından bakacak olursak 12 Eylül’e Türkiye tarihindeki önemini koruyor mu?

İnsanlar işsiz, insanlar asgari ücret ile çalışıyor, hiç bir güvencesi olmadan çalışıyor. İnsanlar korumasız, sendikalar yok. Ben yıllar öncesinden DİSK’in yönetimindeydim 91’de açıldığında. Şu an ne oradan söz edebiliyorsun ne işçilerin örgütlülüğünden söz edebiliyorsun, ne kadınların birlikte hareket etmesinden, özgürlüğünden hiç bir şeyden... Hiç bir örgütlenme yok. Böyle hasbel kader bir araya gelmiş insanların gerçekten direnişi var, onun dışında bir şey yok. Ekonomik anlamda, siyasi anlamda, sosyal anlamda hiç bir şey yok. 12 Eylül’den daha beter. Yasalarla bunu yaptılar. O zaman hiç olmazsa açık yapıyorlardı. İşte silahla, cezaevine atarak yapıyordu şimdi yasalarla kurumların içini boşaltarak yapıyorlar. Yani yasalarla yapıyor artık bunu. İşkenceye ihtiyacı yok zaten yaşamak bir işkence. 2 bin 825 TL ile nasıl yaşıyoruz bu işkence değil mi? Ekonomik anlamda bir işkence. Sosyal anlamda bir sinemaya, tiyatroya gidebiliyor muyuz gidemiyoruz. İşte bu işkence. Çocuğuna bir şey alabiliyor musun alamıyorsun bu bir işkence. Yani seni mahkûm ediyor örgütsüzleşizleştiriyor, var olanın da içini boşaltıyor. Benim çok tanıdığım insan var. Diyor ki ‘ben öğretmenim Eğitim-Sen’e üye olmayacağım çünkü onu çok şey yapıyorlar... Gideceğim bilmem neye üye olacağım. Çünkü beni tecrit ediyorlar.’ Böyle bir korku var; korku imparatorluğu. Gözle görülmüyor ama herkes birbirinden korkuyor, kendini ifade edemiyor.

“Sivil askeri diktatörlükten de beter”

Darbe olacağını öngörüyor muydunuz? Bu öngörünüzü hangi olay sağlamıştı?

Her zaman askeri müdahaleler olabiliyor. Toplumsal muhalefeti susturmak için böyle bir şey her zaman Türkiye’de olur. Evet bir darbe olacağını tahmin edebiliyorduk. Ama bundan sonra olmaz çünkü sivil zaten askeri bir diktatörlükten de beter. Tek adamla bu işi çözüyorlar hiç gerek var mı? Sistemi de değiştirdiler. Yönetememek durumunda olduğu zamanlar askeri darbeler olur.

Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

12 Eylül çok şey kaybettirdi insanlara. O zamanlar 20-25 yaşlarında genç insanlardık, hepimiz gerçekten inanılmaz zeki çocuklardık. O pırıl pırıl insanları bir anda mahvettiler. Ve dönüp baktığın zaman şu an birçok insan kendine göre bir yaşam seçti ve tabi hiç kimse pişman değil yaptıklarından. O dönemde o kadar işkence görmemize rağmen hepimiz gerçekten onurla söz ediyoruz yaşadıklarımızdan, ben dahil. Mesela benim eşim idamla yargılandı ve idam kararı çıktı. Sonradan bu yasayla müebbette çevrildi. Mesela ben idamla yargılandım hem de iki defa 146/1’den. Kendilerine göre tehlikeli olarak gördükleri herkesi idamla yargıladılar. Ama idam edilen arkadaşlarımız yok muydu? Vardı. O dönem öyleydi. Ama hepimizi eğer koşullar uygun olsaydı gerçekten hepimizi kurşuna dizip idam edebilirlerdi. Öyle bir rüzgar esiyordu. O dönem öyleydi ama bundan sonra olmaz mı? Bence şu an insanları takır takır bir şekilde öldürüyorlar. İnfaz ediyorlar. İdama da yasaya da gerek yok.