Ataerkinin en eski cins kırım yöntemi: Öncü kadınların hedef alınması

Dünyanın dört bir yanında kadınlar tarafından geliştirilen eylem ve sloganlar, 21'nci yüzyılda toplumsal muhalefetin karakterini belirliyor. Bu mücadeleye öncülük eden kadınlar ise faşist iktidarların hedefinde.

Siyasi cinayetler geçmişten bugüne ataerkil iktidar sahiplerinin bir sindirme yöntemi olarak uygulanıyor. Bu cinayetler, son yıllarda Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’ne karşı faşist Türk devleti tarafından yoğunlaştırılmış durumda. Faşist iktidarlar bu dönemde özellikle de kadın öncüleri hedef alıyor. 21'inci yüzyılın devrim dinamiğini hedef alan bu saldırılar sistemin korkusundan ileri geliyor ki bu korkusunda haksız da sayılmaz.

Günümüzde dünyanın dört bir yanında kadınlar tarafından geliştirilen eylem ve sloganlar, 21'nci yüzyılda toplumsal muhalefetin karakterini belirliyor. Meksika’da mahkemeleri ateşe veren kadınlar, Sudan’da devrim şarkılarını söyleten kadınlar, Latin Amerika’dan başlayarak ataerkil devlet kurumlarına parmak sallayan ve dansları ile protesto eden kadınlar, Arjantin’den milyonları bulan kadın grevleri, Polonya’da parlamento binasını ablukaya alan kadınlar, Lübnan’da, Irak’ta, Cezayir’de, Tunus’ta kısacası yeryüzünün tamamında gerçekleşen kadın ayaklanmaları, artık geri dönülmez bir yola girildiğinin işareti olarak yorumlanabilir.

‘Jin Jiyan Azadi’ serhildanları bu yüzyılın devrimlerinin rengidir

Eylül ayında Rojhilat’ın Saqiz kentinden bir Kürt kadın olan Jina Amini’nin İran molla rejiminin ahlak bekçilerinin ‘başörtüsünü düzgün bağlamadığı’ gerekçesiyle işkence edilip, katledilmesinin ardından tüm İran’a yayılan ve beşinci ayına giren ‘Jin Jiyan Azadi’ serhildanları bu yüzyılda yaşanacak devrimlerin rengini belirliyor.

Ataerkil sisteme başkaldıran kadınların eylemleri dört bir yanı sararken, ataerkil iktidar sahiplerinin kadınlara yönelik saldırıları tekil ve toplu kırımlar şeklinde devam ediyor. Bir yandan erkek eliyle yürütülen kadın kırımı tüm dünyada bir soykırıma varacak boyutlara ulaşırken, diğer yandan ise sisteme karşı toplumsal mücadelelere öncülük yapan ve kadın direnişini-devrimini ören kadınlar hedef alınarak katlediliyor.

Kadının cins kırımı, kadın öncülerin ‘ibretlik cinayetlerle’ katledilmesi yoluyla üretilmeye çalışılan korku ile de sürdürülüyor. Bilindiği gibi 2022’nin son aylarında kadın özgürlük mücadelesinin öncülerinden Jineoloji Akademisi üyesi Nagihan Akarsel Süleymaniye’de, KJK Koordinasyonu üyesi Evin Goyi Paris’te Türk devleti ve ilgili iktidarların işbirliği ile katledildi. 2023’ün ilk ayında ise kadın düşmanı Taliban rejimi öncesinde milletvekilliği yapan Mürsel Nebizade Kabil’de katledildi. Şehirlerin, rejimlerin adı değişse de kadın öncülere yönelik planlı, sistemli suikastların arkasında ortak bir ideoloji var. Bu açıdan iktidarların tarihsel ve güncel olarak, kadın özgürlük mücadelelerine karşı yürüttüğü ideolojik savaşın yakından tahlil edilmesi gerekiyor.

Ana kadın kültürüne ilk saldırı Tiamat'ın öldürülmesidir

Ataerkil sistemin günümüzdeki kadın düşmanı politikalarını ve saldırıları çok yönlü ele alınabilir. Tarih boyunca yabancı olmadığımız bir saldırı biçimidir. Tarihsel olarak belki de ana kadın kültürüne ilk saldırı olarak ele alınabilecek konu, mitolojilerde yer bulan Tiamat’ın öldürülmesidir. M.Ö 2000’lerde yazılan Enuma Eliş destanında geçen Marduk ve Tiamat arasındaki savaşı, muazzam bir zihniyet savaşının sembolize edilmiş hali olarak yorumlayabiliriz. Babil’de en üstün konuma gelmek için Tiamat’a karşı korkunç bir ideolojik söylem, saldırı geliştirir. Tiamat, ana kadın kültürünün temsilcisidir ve bu ideolojik söylem kadına karşı geliştirilen erkek ittifakına ve aynı zamanda da iktidarın tekleşmesine dayalıdır. Destanda Tiamat korkunç bir cadıdır, parçalanması gerekir. Kadına karşı erkek ittifakı geliştirilir ve bu görev Marduk’a verilir. Marduk en büyük tanrı olma karşılığında Tiamatı öldüreceğini belirterek, anlaşma yapar. Hikayeye göre Marduk, Tiamat’ı 3 okla öldürür. Birinci oku kafasına, ikinci oku kalbine, üçüncü oku üreme organına vurur. Mitolojide kafa zihniyeti, düşünce gücünü; kalp analitik zekayı dengeleyen duyguyu, vicdanı, ahlakı; üreme organı da kadının yaratıcılığını ve üretkenliğini temsil eder. Kadının yok edilmesi gereken bir varlık olarak tanımlanıp ideolojik olarak hedeflendiği bir saldırıyı simgeler Tiamat’a atılan üç ok.

Tarihte ilk cinsel kırılmanın geliştiği süreç olarak adlandırdığımız bu süreç, ‘kadın cinayetleri politiktir’ tespitini de ilk yapabileceğimiz süreçtir. Zira yazılı tarihe kayıtlı kadın düşmanlığı ve beraberinde kadın cinayetleri böylece başlatılmıştır. Devamında da ataerkil sisteme karşı direnen kadınlar bazen tek tek bazen ‘cadı avı’ şeklinde toplu halde katliamlardan geçirildi. Kadına karşı yürütülen bu uzun süreli savaş tarihinin sadece son yüzyıllık kısmındaki bazı suikastlara bakmak, kadın özgürlük mücadelesi yürütenler ile ataerkil iktidar arasındaki savaşın çetinliği hakkında fikir verebilir. Bu süreç içinde yüzlerce devrimci-mücadeleci kadın katledildi.

Devletler toplumları kırıma uğratmak için  öncüleri hedef almıştır

Ataerkil devletçi sistem toplumları kırıma uğratmak için öncelikle o toplumun öncülerini ortadan kaldırmaya hedef almıştır. Tarihteki birçok özgürlük mücadelesinde siyasi cinayetler iktidarların vazgeçemediği bir yöntem olarak uygulanmıştır. Kadın mücadelesinin felsefi, ideolojik ve eylemsel önderleri Rosa Lüksemburg, Meena Keshwar Kamal ve Sakine Cansız’ın katledildiği Ocak ve Şubat ayları bu bakımdan özellikle dikkat çekilmesi gereken aylar.

Dünya sosyalist hareketinin unutulmaz eylemcilerinden ve teorisyenlerinden Rosa Lükxemburg 15 Ocak 1919’da Alman devleti tarafından gözaltına alındı ve işkence ile katledildikten sonra bedeni bir kanala atıldı. Birinci emperyalist paylaşım savaşına karşı kadın ve emek mücadelesinin en aktif eylemcilerinden olan Rosa, Alman faşizmine karşı Spartaküs Hareketi’nin öncülüğünü yürütüyordu. Kadın sorununun işçilerin sorunları ve faşizmin her türlü baskı mekanizmasıyla ortaklaştığını savunur. Düşmanın ortak olduğuna vurgu yapan Rosa, çözümün de bu nedenle kapitalizmin imhasıyla mümkün olduğuna inanıyordu.

Kuşkusuz son yüzyılda hedef alınan kadın öncülerden Patria, Minerva ve Maria sembolleşen isimlerden. Bugün her yıl dünyanın dört bir yanından kadınların seslerini yükselttikleri, mücadeleleriyle dünya kamuoyuna seslendikleri 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele günü, faşizme karşı amansız bir mücadele yürüten üç kadının anısına ithaf edilen bir gündür. Mirabel kardeşler olarak bilinen Patria, Minerva ve Maria Teresa; 1930'dan 1961'e kadar Dominik Cumhuriyeti'ni yöneten Rafael Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. Faşizme karşı mücadelede, eylemleri, yazıları ve dayanışma kampanyalarıyla yer aldılar. 1960 yılında diktatörlük karşıtı bu mücadeleleri ses getirerek ülke geneline yayıldı. Üç kız kardeş, 25 Kasım 1960 tarihinde diktatörlük polislerince La Cruz’da durdurulduktan sonra tecavüz edilerek katledildi. Minerva faşizme karşı verilen örgütlü direnişi anlattığı bir yazısında, “Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” diyordu.

Afganistan kadın mücadelesinin kilometre taşlarından Mina Kişwar Kemal

Ölümden korkmadan mücadeleye devam ettiği için hedef seçilerek katledilen kadınlardan bir diğer ise Mina Kişwar Kemal. Bugünlerde Amerikan işgalinin ardından hükmünü ilan eden Taliban rejimiyle birlikte kadınlara yönelik baskı ve zulmün kol gezdiği Afganistan’daki köklü kadın mücadelesinin kilometre taşlarından biri Mina. Bir grup arkadaşı ile birlikte 1977 yılında RAWA’yı kurdu.  Birliğin amacı “Yoksun, yoksul ve susturulmuş kadınlara ses vermek” olarak tanımlanıyordu. 1979 yılında Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinin ardından kurulan kukla rejime karşı ‘bağımsızlık’ mücadelesinin de öncülüğünü yürüten Mina, sadece işgalciler ve kukla hükümetin değil, aynı zamanda Amerika’nın beslemeye başladığı köktendinci grupların da hedefindeydi. Mina, 4 Şubat 1987 yılında kimilerine göre KGB kimilerine göre Afgan gizli servisi JAD kimilerine göre ise kökten dincilerin lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın ajanları tarafından katledildi. Cenazesi bulunamayan Mina’yı öldüren tetikçilerden biri “O’nu biz öldürdük’ diye itirafta bulundu ancak tetiği kimin adına çektiğini açıklamadı. Mina, dinci-milliyetçi iktidarın hedef alarak katlettiği kadınlardan biri olarak kadın mücadele tarihinde yerini aldı.

Dinci-gerici sisteme kendince bir başkaldırı

Hikayesi yukarıda bahsettiğimiz kadın öncülerden farklı olsa da aynı sistemin hedefine koyarak katlettiği bir kadını, Phoolan Devi’yi de anmamız gerekiyor. Phoolan, Hindistan’ın alt kastların mensup bir ailede dünyaya geldi, çocuk yaşta evlendirildi, şiddete ve cinsel saldırıya maruz kaldı, 20 yaşında ‘haydut’ oldu ve ilk olarak kendisine cinsel saldırıda bulunan erkeği öldürdü, daha sonra cinsel saldırıya yeltenen tüm erkekleri. Dinci-gerici sisteme kendince bir başkaldırı yolu seçmiş, kadınlar arasında büyük bir etki yaratmıştı. Yarattığı bu etki, sistemi rahatsız etmişti. Phoolan Devi, herkesin bildiği adıyla Haydutlar Kraliçesi, yoksullar için ‘kahraman’, zenginler için ise ‘katil’di. Verdiği bir röportajda, “Tanıklığım benim ki gibi bir yaşamın bir daha asla yenilenmemesi içindir. Sadece saygı görmek istiyorum. Ben bir insanım…” diyordu. Phoolan 25 Haziran 2001’de Hindistan parlamentosu önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Saldırgan ‘yakınını öldürdüğü yakınının intikamını almak amacıyla yaptığını’ söylese de buna kimse inanmadı. Çünkü ateş eden birden fazla kişi vardı ve hiçbir zaman ortaya çıkarılmadı.

Kadınlara yönelik siyasi cinayetlerin hedefi olan bir başka öncü kadın ise Güney Afrikalı Dulcie September’dir. Apartheid rejimine karşı mücadele yürüten ANC’nin (Afrika Ulusal Konseyi) üyesi devrimci bir kadın olan Dulcie, ANC'nin Fransa, İsviçre ve Lüksemburg temsilciliğini yapıyor aynı zamanda uluslararası hegomon güçlerin faşist apartheid rejimi ile yaptığı kirli silah anlaşmalarını araştırıyordu. 29 Mart 1988’de Paris 10’uncu bölgede evinin önünde katledildi. Katil Fransız bir paralı askerdi ama yapılan araştırmalar Fransa ve Güney Afrika gizli servisleri ortaklığında katledildiğini ortaya çıkardı.

Geçmişten bugüne toplum öncülerini hedef alan bu yöntem, Türkiye devleti tarafından; 20'nci yüzyılın son çeyreğinden başlayarak 21'nci yüzyılda genelde Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne özelde ise Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin öncülerine karşı kullanılmaktadır. 1990’lardan itibaren Kadın Özgürlük Hareketi’nin örgütsel ve eylemsel gücünün artmasıyla, hareket siyasi suikastların hedefi haline getirildi. 2010’lardan sonra Rojava Devrimi ile tüm dünya kadınlarının gözü ve kulağının çevrildiği kadın mücadelesinin öncülerine yönelindi.

Kadınlar mücadeleyi büyütme sözü verdi

9 Ocak 2013’te PKK’nin kurucu kadrolarından Sakine Cansız, KNK Temsilcilisi Fidan Doğan ve gençlik hareketi üyesi Leyla Şaylemez, Türkiye istihbaratı ile irtibatlı olduğu sonradan ortaya çıkan bir kişi tarafından katledildi. Bu dönem ‘İmralı Süreci’ olarak adlandırılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la devlet arasında görüşmelerin gerçekleştiği dönemde gerçekleşmesi itibariyle suikastin tarihi ayrıca dikkat çekiciydi. Sakine Cansız, Kadın Özgürlük Hareketi’nin temelini oluşturan birinci kuşak öncülerdendi. Fidan Doğan, diplomasi çalışmalarında yer alan Apocu felsefenin ve Kadın Özgürlük Hareketi’nin tüm dünyaya tanıtılması ve ortak mücadele alanlarının oluşturması için mücadele yürüten devrimci kadınlardandı. Leyla Şaylemez ise Avrupa’da yüzü ülkesine dönük genç kadın hareketinin devrimci militanlarındandı. Üç kuşak devrimci kadının hedef alınarak katledilmesi Kadın Özgürlük Hareketi’ne vurulmak istenen bilinçli bir darbeydi ancak bu hedef tutmadı. Zira her üç devrimci kadının cenaze törenlerinde onbinlerce kadın, “Jin jiyan azadi” sloganı ile mücadeleyi büyütme sözü verdi.

5 Ocak 2016’ya geldiğimizde Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin üç öncü militanı daha hedef alındı. Özyönetim Direnişi’ne öncülük yapan Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar, devletin ablukası altındaki Silopi’de katledildi. İnsanların evlerine hapsedilmeye çalışıldığı, temel ihtiyaçları için bile sokağa çıkanların katledildiği, özetle “ya evinde tecrit ile yaşayacaksın ya da katledileceksiniz” zorbalığının dayatıldığı zamanlarda üç devrimci kadın “Botan kazanırsa özgürlük kazanacak” sloganlarıyla toplum örgütlenmesinde aktif rol almıştı. Bu süreçte yine Özyönetim Direnişlerine öncülük yapan Asya Yüksel, Ayşe Kaçar (Zeryan Amed) dahil olmak üzere çok sayıda kadın devrimci hedef alınarak katledildi.

'Katletmeyi bilen erk sisteme karşı adil bir sitemde birlikte yaşamayı istiyoruz'

Hevrin Xelef’in Türkiye devletine bağlı çeteler tarafından 12 Ekim 2019’da Rojava’da M4 karayolunda katledilmesi cinayetlerin yeni tetikçilerle sürdürüleceğinin işaretiydi. Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Xelef, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın yetiştirdiği kadınlardandı ve Kadın Devrimi olarak gelişen Rojava Devrimi’nin toplum öncülerindendi. Rojava Devrimi, ataerkil sistemin büyütüp beslediği DAİŞ’in Ortadoğu’da estirdiği karanlık dalgaya karşı, kadın özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü ve beden bulduğu yer olması itibariyle egemen sistemi ürkütmeye devam ediyor. Bu nedenledir ki Rojava Kadın Devrimini hedef alan aynı zihniyet bu kez devrimin tüm dünyaya umut veren mekanı Kobane’de 23 Haziran 2020’de Zehra Berkel, Hebun Mizgin Xelil ve Emine Weysi’yi hedef alarak katletti. Bu katliamın tetikçisi SİHA’lar daha sonra onlarca devrimcinin katledilmesinin temel yöntemi olarak kullanılmaya devam edildi. Jiyan Tolhildan, Roj Xabur, Barin Botan, 23 Temmuz 2022’de Rojava Kadın Devrimi’nin 10. yılında “Kadınların birliğiyle devrimin kazanımlarını büyütüp koruyacağız” şiarıyla Qamişlo’da yapılan Kadın Forumu’nun hemen ardından Tirbespi’ye giderken SİHA ile katledildiler. Jiyan Tolhildan, Kadın Devrimi Forumu’ndaki son konuşmasında “Sadece katletmeyi bilen erk sisteme karşı eşit ve adil bir sitemde birlikte yaşamayı istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek kolay değil. Hem içeride hem de dışarıda saldırılar var. Bunun ağır bedelleri var. En son Kobanê’de şehit Dilar Helep’i sonsuzluğa uğurladık. Tekçi sistemde kadınlar zincirlerini kırar özgür olursa, bir daha köle yapamazlar. Kadınlar özgürlüklerine ne kadar yaklaşırsa aynı orada saldırılarda artıyor. Biz ölümden korkmuyoruz. Özgür yaşayacağız ve köle yaşamı kabul etmeyeceğiz.” demişti.

Nagihan, kadınların ortak mücadelesini örgütlüyordu

4 Ekim 2022’de ise köle yaşamı kabul etmeyen bir başka kadın, Jineoloji Akademisi üyesi Nagihan Akarsel, Türk istihbaratı MİT tarafından Başur Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde hedef alınarak katledildi. Nagihan, Bakur, Rojava ve Başur’da Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin kilometre taşı olacak çalışmalara imza atmıştı. Egemenler tarafından parçalanan ve birbirinden koparılan dört parça Kürdistan kadınlarının ortak mücadelesini örüyordu. Aynı zamanda, yazdıkları ve eylemleriyle dünya kadınlarının özgürlük mücadelesini örgütlüyordu.

2022’nin son günlerinde bir kez daha planlı bir saldırıyla karşılaştık. Kadınlara yönelik siyasi suikastların adresi bir kez daha Fransa’nın geçmişten bugüne siyasi suikastlarla anılan Paris kenti oldu. Hedef, kadın özgürlük hareketinin öncüsü Evin Goyî’ydi. Evin, sürgün olarak gittikleri Avrupa’da mücadeleyi sürdüren sanatçı Mir Perwer ve Kürdistan’ın kadim yurtseveri Abdurrahman Kızıl’la birlikte Paris Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi önünde katledildi.

Yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz bu saldırıların neredeyse tamamı faili meçhul cinayetler olarak bırakılmaya çalışılıyor. Bu yolla katillerin, sorumluların yargılanmasının önü alınıyor. Avrupa Kürt Kadın Hareketi’nin başlattığı “diktatörü yargılamak için 100 neden” kampanyasında Türk devleti ve cumhurbaşkanının işlediği suçlar, talimatını verdiği suikastler delilleriyle birlikte ortaya kondu. Ancak ilginç olan faşist Türk devletinin kendisinin de yaptığı katliamları defalarca üstlenmiş olmasına rağmen, uluslararası hukuk alanında sonuç alıcı hiç bir yargılamanın yapılmamış olması. AKP-MHP faşist iktidarının İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 8 Mart 2020’de “PKK bir kadın örgütüdür” diyerek cinayetleri üstlendi ve kadınların daha fazla hedef alınacağına işaret etti. 2022’nin Ekim ayında İzmir’de bir açılışta yaptığı konuşmada Soylu yine, “PKK bir kadın örgütüdür, kendini kadınlar üzerine inşa etmiştir. Bunu dayandırdıkları bir felsefe var” diyerek, suçun itiraf etti ve katilin kim olduğunu deşifre etti.

'21'inci yy da kadına dayalı partileşmenin yüzyılı olacaktır'

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefesi ile şekillenen Kadın Özgürlük Hareketi, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada kadınlar tarafından yakından takip edilen model alınan bir örgütlenme olarak dikkat çekmektedir. Halklar Önderi Abdullah Öcalan, “19'uncu yy nasıl burjuva partilerinin, 20'nci yy emeğe dayalı partilerin yüzyılı olmuşsa, 21'inci yy da kadına dayalı partileşmenin yüzyılı olacaktır” tespitinde bulunarak, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin ideolojik altyapısını bu tespite göre oluşturmuştur. Yaşadığımız çağ yoğun bir değişim potansiyeli taşıyor ve kadın özgürlük bilinci yeniden tırmanışa geçiyor. Çağın bu potansiyelini örgütleyecek öncü güçlerin 21'inci yüzyılın kadın devriminin yüzyılı yapacağının korkusuyla yaşıyor egemenler. Faşist iktidarların bu dönemde kadın öncüleri neden hedef aldığının cevabı da burada. Bu korkuyla kadın özgürlük mücadelesinin öncülüğünü omuzlayan kadınlara yönelik hedefli ve sistematik saldırılar geliştiriliyor. Bu korkuyla Rojhilat’ta başlayan tüm İran’a yayılan “jin jiyan azadi” sloganı ile kadınlar öncülüğünde gelişen ve beşinci ayını geride bırakan serhildanlarda İran rejimi özellikle topluma öncülük yapan, özgürlük mücadelesine yol açan kadınları hedef alıyor.

Rojhilat, Rojava, Başur, Bakur'da kadınlar direnişin öncüleri

Katiller ilan ettikleri bu korkularında haksız da sayılmazlar. Rojhilat’ta serhildanların ilk gününden itibaren eylemleriyle, attıkları sloganlarla devrimin felsefesini belirleyen kadınlar, geri adım atmadan devrime giden yolu örmeye devam ediyor. Rojava’da, Başur’da, Bakur’da kadınlar direnişin öncüleri, devrimin en yorulmak bilmeyen emekçileri olarak çalışıyorlar. Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ve Kadın Özgürlük Hareketi’nin geçmişi, geleceği, direnişin merkezi olan kadınlar, kapitalist modernitenin en faşistinden en liberaline bütün maskelerini yırtmaya; dinci, milliyetçi, devletçi sistemin temellerini sarsmaya devam ediyorlar.

Sarsıntının ayak seslerini veren “Jin, jiyan, azadî” sloganı, özgürlük mücadelesinin felsefesinin tüm dünyaya yayılarak evrenselleşmesi anlamına geliyor. Yeni bir sistemin kurulması için irade, güç ve örgütlenme anlamına geliyor ve sadece direnmek değil aynı zamanda yeni bir sistemi inşa etme iradesi, gücü ve örgütlülüğünün felsefesini oluşturuyor.