Akademisyen Nazan Üstündağ: Kobanê bir direnişten dünya yaratmış bir vatan

1 Kasım Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü vesilesi ile ajansımıza konuşan Barış akademisyeni Nazan Üstündağ, direnişle birlikte devrime dikkat çekerek, “Kadınlar için göz bebeği gibi korumamız, öğrenmemiz, sahip çıkmamız gereken bir yer” dedi.

Z. PINAR EROL

Haber Merkezi- Kuzey ve Doğu Suriye’nin Kobanê kentine 15 Eylül 2014 tarihinde DAİŞ tarafından büyük bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı YPJ ve YPG savaşçıları, enternasyonalistlerin, halkların ve kadınların direnişi ile karşılaştı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın Kobanê'yi sahiplenme çağrısı üzerine yüzlerce kadın ve genç, yönünü Kobanê'ye çevirdi. Bu direniş Ortadoğu’da direnen halkların ve dayanışmanın neleri başarabileceğinin bir sembolü haline geldi. 134 gün süren direnişin ardından 26 Ocak 2015'te Kobanê'nin zaferi ilan edildi. Bu zafer tüm dünya halklarına adanırken, 1 Kasım Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü ilan edildi.

1 Kasım Dünya Kobanê ile Dayanışma Günü’nü sekiz yıldır Türkiye’den uzak yaşamak zorunda kalan Sosyolog ve Barış Akademisyeni Nazan Üstündağ ile konuştuk.

*2016 yılında bir eğitim için gittiğin ABD’den sonra hala Türkiye’ye dönmen mümkün olmadı. Seni Sri Lanka’da bulduk. Burada bir çalışma yapmak için mi bulunuyorsun?

Evet 8 aylığına buradayım. Aslında kendi normal çalışmalarıma devam ediyorum. Türkiye’den uzakta olduğum dönemi dünyanın güney ülkelerini –Afrika ve Asya başta olmak üzere—daha iyi anlamak için kullanmak istedim. Buraya gelmek de bir araştırma bursu üzerinden oldu.  Buralarda özellikle kadın hareketleri ve diğer muhalif gruplarla ilişkiler kurmak ve onların tarihlerini, direnişlerini gözlemlemek benim için çok kafa açıcı ve geliştirici oluyor. Ondan dolayı bu tür ziyaretlere daha çok bir konu üzerinden değil de her açıdan bir zihinsel ve pratik zenginleşme deneyimi olarak bakıyorum.

* Kobanê Türkiye’de hem çok tartışılan bir yer ve konu, hem de çokları tarafından bence hiç tanınmıyor. Sen Kobanê’yi anlattın, yazdın, yorumladın, dünyaya duyurdun, orada bulundun. Kısaca anlatmak istesen tanımayanlara Kobanê’yi nasıl anlatırdın?

Kobanê bir vatan. Ve bütün dünyaya da onu bir vatan olarak anlatmak isterdim. Vatan derken dünyadaki muhaliflere kucak açmış, tüm dünya muhalifliği için çarpışmış, şartlarını kabul etmeyi reddetmiş bir direnişten bir dünya yaratmış bir yer. Küçücük ve belki dünya için o zaman son derece gözden çıkarılmış bir kentin “hayır” diyerek tarihten düşürülmeyi, taşralaştırılmayı kabullenmediği ve tam tersine evrensel bir direniş zamanını kendinden başlattığı bir kent. İşgalci ve sömürgeci İŞİD’in durdurulduğu ve böylelikle Ortadoğu coğrafyasında kendi kaderini tayin etme arzusunun bir anlığına tekrar parıldadığı bir yer.

*2015 başında Kobanê’ye yönelik İŞİD kuşatması yenilgiye uğratıldı. Ancak barış sürecinin sona ermesinden bu yana Türkiye’den Rojava’ya, Kobanê’ye yönelik saldırılar hep devam etti. Türkiye içerisinde de Kobanê davası Kürt siyasetçilerin yıllarca tutuklu yargılandıkları ve sonunda da ağır bir şekilde ‘cezalandırıldıkları’ bir siyasi davaya dönüştü. Kobanê, Kürt sorununu anlamakta ve belki de çözümü için bir yol bulmakta bir anahtar mıdır?

Kürt coğrafyasında yer alan her mevzi Kürt tarihinin bir alegorisi. Kobanê’de,  Amed’de, Cizre’de, Van’da, Süleymaniye’de öyle. İşgal ve sömürgecilik her kenti aslında bir halkın hikayesinin kazındığı yer haline getiriyor. O halkın ortaklaştırılmış tarihini mekanda kristalleştiriyor. Bu anlamıyla her kent bir anahtardır. Bir kentin sorununun çözülmesi Kürt meselesinde büyük adımların atılmasını gerektiriyor. Kobanê’nin bir Kürt kenti olduğunun, bu kentin kaderinin tüm Kürtleri ilgilendirdiğinin, Kobanê yanarken sınırda seyretmenin Kürtlere verdiği acının, direnişinin sağladığı gururun birazı tanınabilse zaten Türkiye’de Kürt varlığı tanınır, Kürdün ayrı bir halk olduğu tanınır, Kürt halkı ile eşitlenmenin Kürtlerin kaygı ve arzularıyla eşitlik olduğu anlaşılır. Ancak tabi ki Kürtlerin ontolojik öteki olarak kurulduğu bir düzende bunlar belki bir an birileri için oluyor. Ancak devlet politikasına dönüşmesi baştan başa yeni bir kuruluş hamlesi gerektiriyor.

*Kobanê’de ve Rojava genelinde kurulan Özerk Yönetim’e kadınların rolü, katkısı ve bunun etkileri nasıl oldu?

Rojava’da hiçbir şey olmadıysa bir Kadın Devrimi oldu. Bu yadsınamaz bir gerçeklik. Hakikaten dünyanın hiçbir yerinde (Chiapas’ı görmedim-bir şey diyemeyeceğim) olmamış tekil bir durum. Biricikliğinin altını çiziyorum. Kadınlar için göz bebeği gibi korumamız, öğrenmemiz, sahip çıkmamız gereken bir yer. Tüm kadın birikiminin test edildiği bir yer. Kadın devriminin halklaştığı bir yer. Her yerinde, kurumunda, sokağında, evinde, kadın emeğinin yarattığı ve bu emeğin ilk kez medya aracılığıyla, siyaset aracılığıyla üst düzeyde görünür kılındığı bir yer.

2015 yılındaki bir yazında ‘yeni savaş’ kavramını açmışsın. Buna göre yeni savaşlar iki çatışma biçimini içeriyor. Birincisi devletler eliyle ve toplumun önemli bir kısmının rızasını aldırarak sürdürülen sonu gelmeyen savaşlar; İsrail ve Türkiye’yi örnek olarak veriyorsun. İkincisi ise devletlerin çökmesiyle ortaya çıkan paramiliter grupların sürdürdüğü soykırımcı savaş diyorsun ve tüm bunlara karşı özsavunmada kadınların rolünü tartışıyorsun.

*Bugünkü evresinde emperyalizmin dünyada genelleşen savaş halindeki etkisini nasıl görüyorsun? Emperyalist ülkeler ve onların desteklediği ülkelerdeki devletler de mi çöküyor, yoksa daha ziyade onların hedef aldığı devletler mi çözülüyor, çöküyor? “Devletlerin çeteleşmesi, çetelerin devletleşmesi” nasıl yaşanıyor? Tüm bunlar karşısında halklar, insanlar, kadınlar barışı ve yaşamı nasıl kazanabilir?

Çok kısaca belirtmek gerekirse gerçekten şu anda bir savaş rejimi içinde yaşıyoruz. Çin’den Rusya’ya, Hindistan’a Amerika Birleşik Devletleri’nden İsrail’e Suudi Arabistan’a kadar küresel ve bölgesel emperyalist güçlerin saldırılarını yoğunlaştırdığı ve kendilerine yerelde çeşitli silahlı güçler aracılığıyla ittifaklar yarattığı bir dönem.  İdeolojik bir anlamlandırma yok bu savaşlarda. Ondan da ittifaklar sürekli kaygan; toprak, maden, ticaret yolu ele geçirme amaçları taşıyor. Özellikle Afrika ve Latin Amerika’da çetelerin de bir biçimde bu savaşlara dahil olduğunu görüyoruz. Haiti’yi çeteler yönetiyor, El Salvador çeteleri bahane ederek halkına karşı savaşıyor. Sudan, Kongo sözde iç savaşlar-ki örneğin Sudan’da Arap Emirliklerinin altın peşinde bu savaşı silahlandırdığını biliyoruz-soykırımlara sebep oluyor. Filistin’de gördüğümüz gibi soykırımlara emperyalist güçler açık çek veriyor.

Öte yanda tüm aksi şartlara rağmen Bangladeş’te, Kenya’da, Uganda’da vs. insanlar sokaklara dökülmeye ve devrim peşinde koşmaya devam ediyor.

Bana göre kadınların küresel olarak anti-militarist Kadın Enternasyonalini kurmalarının zamanı geldi geçiyor. Yerelde güçlü ayakları olan. Aynı şekilde devletsiz halkların enternasyonali. Özgürlük örgütlerinin vs. Faşizm enternasyonel bir olay.  Direniş de öyle olmalı. Halklar için hakikat ve anlam yaratmalı.

Dünya iklim değişikliği sebebiyle sona doğru ilerliyor. Halkları, gençleri ve kadınları savunmak ile dünyayı savunmak arasında hiç bu kadar doğrudan somut ve basit bir bağlantı olmamıştı. Ben artık tek başına tek bir şey için mücadele etmenin dahi başkalarıyla birleşmeden ortaklaşmadan mümkün olamayacağını faşizmin komplike ağlarını, sarih ağlar ve birlikteliklerle karşılamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu konularda söyleyecek çok daha fazla şey var ama şimdilik bitireyim.