İtalyan gazeteci: Kürt kadınlarını görünce başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandım
Kuzey ve Doğu Suriye'yi ziyaret eden İtalyan Gazeteci Alessia Manzi izlenimlerini paylaşarak, “Kürt kadınlarını görünce başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandım” dedi ve devrimin korunması çağrısı yaptı.
![](https://jinhaagency.com/uploads/tr/articles/2025/02/20250208-20250207-mansettttt-jpg4381ea-image-jpg9838ab-image.jpg)
BÊRÎVAN ÎNATÇÎ
Hasekê- Türk devleti ve ona bağlı çetelerin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları sürüyor. Türk devletinin işlediği savaş suçlarını yerinde görmek ve saldırıların ardından yerinden edilen ve kamplara yerleşen halkı ziyaret etmek için gazeteci ve aktivistlerden oluşan uluslararası bir heyet Kuzey ve Doğu Suriye’ye geldi.
Heyet içinde yer alan İtalyan gazeteci Alessia Manzi, ziyaret sırasında edindiği izlenimlere dair sorularımızı yanıtladı.
*Öncelikle sizi tanımak isteriz. Bir süredir bölgedesiniz ve buradaki durumu yakından takip ediyorsunuz. Bölgeye dönük gözlemleriniz nelerdir?
Ben Alessia Manzi, ağırlıklı olarak göç, insan hakları ve Ortadoğu, özellikle de Kürdistan’ı ilgilendiren konuları takip eden İtalyan gazeteciyim. Yaklaşık, 20 gündür Kuzey ve Doğu Suriye bölgesindeyim, yaptığım ziyarette dramatik bir duruma tanık oldum. Çünkü Türkiye'nin sürekli saldırıları devrim sürecini tehdit ediyor. İnsan yaşamına, ekolojiye ve bölgeyi ilgilendiren her şeye zarar veriyor. Bölgede sadece Kürt halkı yaşamıyor. Özerk Yönetim'in yıllardır yaptığı şey, farklı toplulukları birlik ve beraberlik içinde korumaktır.
Dünya'nın bu saldırılar karşısındaki sessizliği bu durumu dramatik bir hale getiriyor. İnsanlara karşı işlenen ağır insan hakları ihlallerine göz yumuyorlar, bunda Türkiye'nin ‘dezenformasyonunun da’ etkisi var. Özellikle durumu tam tersine yansıtan ve buradaki insanları ‘terörist’ olarak gösteren birçok makale okudum ve birçok video izledim. Özgürlükten, demokrasiden, devrimden, kadın özgürlüğünden bahseden herkesi teröristmiş gibi gösteriyorlar. Öncelikle Efrîn'den, şimdi de Tel Rıfat ve Şehba'dan gelen binlerce mültecinin barındığı kamplardaki durum gerçekten vahim. Oysa herkesin kendi evinde, kendi toprağında yaşama hakkı var.
Savaş sonrası göç eden ve kamplara yerleşen insanları dinlerken utanıyorum, çünkü biz Avrupalılar olarak, hep insan haklarından, kadın haklarından bahsediyoruz. Oysa Avrupa çok ciddi bir duruma göz yumuyor. Kampları ziyaretim sırasında beni en çok etkileyen şey, bana defalarca tekrarlanan şu cümleydi: ‘Lütfen Avrupa'daki sesimiz olun.’ Bu cümle diğer yandan buraya çok az gazetecinin geldiği anlamına da geliyor. Genellikle kitlesel göç dönemlerinde medyanın bu bölgeye yoğun ilgisi olur. Ancak durumun böyle olmadığını gördüm. Birçok hikaye dinledim. Sığınma evlerinde bazen 19-20 kişinin yaşadığı küçük odalar gördüm, bu odalarda doğan bebekler gördüm.
Ancak kamptaki bu duruma rağmen halkın morali ve motivasyonu çok yüksek. Batı medyasında genelde göçmenlerin ‘umutsuz’ insanlar olduğu belirtilir ve bunu sıklıkla görürüz. Oysa bu insanlar umutsuz değil. Avrupa umutsuzluğu dile getiriyor ve bu durumu istismar ediyor.
Fransa'nın kuzeyindeki kamp da çoğunluğu Kürdistanlı binlerce kişi yaşıyor. Çoğu zaman bu insanlar daha iyi bir yaşam adına çok tehlikeli denizlerde yaşamlarını kaybediyorlar. Bu insanları umutsuzluğa sürükleyen, Batı kurumları ve buna sessiz kalan tüm dünyadır. Ama ben burada umutsuzluk görmedim, tam tersine büyük bir umut ve güç var, fakat bunlara bağlı aynı zamanda savaşın ve göçlerin insanlar üzerinde bıraktığı yorgun bir durum da gördüm. Derîk'te göçmenlerin yaşadığı bir kampta yaşlı bir amca 'Ben sadece bir Kürt olarak dünyaya geldiğim için mi suçluyum?' diye sordu.
Burada, insanlara karşı ciddi hak ihlalleri var. Tel Rıfat ve Şehba'dan Taqka'ya doğru gerçekleşen göçte ihlaller çok ciddi boyutta. Rojava'da beni en çok etkileyen şey şüphesiz burada gördüğüm insanlıktı. Burada yaşayan insanlarda toplumsal zemin çok güçlü.
*Mülteci ve göçmen kamplarını ziyaret ettiniz. Siz de çok sayıda hikaye duyduğunuzu ve bunların sizi etkilediğini söylediniz. Bu hikayeler arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
2019 yılında Türkiye'nin kimyasal saldırıları nedeniyle Serêkaniyê'de umutlarını yitiren 17 yaşındaki Mihemed'in hikayesiydi. Kadınlardan da birçok etkili hikaye dinledim. Buradaki halkta büyük bir çaba gördüm. Dünyayı nasıl değiştirebileceklerini düşünüyorlar. İtalyan Lorenzo Orsetti'nin Rojava'da savaşırken şehit olmadan önce kaleme aldığı mektubu aklıma geliyor; ‘Bütün fırtınalar küçük bir damla ile başlar. Siz de bu damla olmaya çalışın’ demişti. Ben DAİŞ'e karşı savaşan ve şimdi de Türkiye'nin tehditlerine karşı kendilerini savunan kadınları düşündüğümde, başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünüyorum ve buna inanıyorum.
*Bölgeyi ziyaret ettiğiniz günlerde Tişrîn Barajı'nda halka yönelik şiddetli bir saldırı vardı. Bu saldırılara karşı kadınların öncülüğünde eşsiz bir direniş var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin saldırıları halkların özgürlüğüne yöneliktir ve insan haklarının ihlalidir. Bu saldırı, halkın kendi kaderini tayin hakkının ihlalidir. Halkın Kuzey ve Doğu Suriye'de barış içinde yaşamasına ve güvenli bir yaşam sürmesine izin vermiyorlar. Ne yazık ki Tişrîn Barajı'na yönelik saldırılar hala devam ediyor. Barajın yıkılması durumunda insan ve çevre felaketi yaşanacak, göçün önü açılacaktır. Ancak Avrupa göç eden insanlara karşı duvarlar örüyor. Peki savaş varken oradaki insanların ülkelerinde kalmalarını nasıl düşünebiliriz? Orada savaş varsa insanların ülkelerinde kalmasını nasıl bekleyebiliriz?
Saldırılar en ciddi şekilde kınanmalı. Türkiye'nin saldırıları bir süredir devam ediyor. Suriye artık yeni bir sürece girdiğinden, bu durum Kuzey ve Doğu Suriye'deki durumu da etkilemiştir. Altyapıya ve insanlara yönelik saldırılar durdurulmalı. Erdoğan'ın projesi, kolonyalist yayılmacılık ve etnik temizlik projesidir. Erdoğan ve faşist partilerin diğer temsilcileri, kendi bilgi kanalları aracılığıyla, Kuzey ve Doğu Suriye'yi işgal etme isteklerini açıkça dile getiriyorlar ve bunu gizleme gereği duymuyorlar. Bu çok ciddi bir durumdur çünkü herkesin kendi kaderini belirleme hakkı vardır.
*Türk devletinin saldırılarında özellikle gazeteciler hedef alındı. Siz bir gazeteci olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tişrîn Barajı'na ve sivillere yönelik çok sayıda saldırı oldu. Saldırılarda yaşamını yitiren iki gazeteci, Kongra Star üyeleri ve tiyatro sanatçısını saygı ile anıyorum. Bu elbette çok ciddi bir durum. Türkiye'nin sivil toplumu susturmaya yönelik bir girişimi. Kürt halkını bombalarla korkutmaya çalışıyorlar. Oysa halk Rojava Devrimi'ni korumak için orada. Türkiye'nin saldırılarının amacı halkı sindirmek ve her türlü silahı kullanarak, Türkiye'nin ve çetelerinin askeri gücünü göstermeye çalışmaktır.
Benim düşüncem, halkın direnişinin silahların gücünden daha büyük olduğudur; halkın iradesi bombalamalarla yok edilemez.
Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye bölgeleri, devrim sürecinin başlangıcından bu yana yıllardır bunu yaşıyor. Bu bölgedeki insanlar defalarca büyük saldırılara maruz kaldı ve DAIŞ'le savaşmak zorunda kaldılar. Ancak başardılar. İnanıyorum ki bu sefer de başarılı olacaklar ve direnecekler. Ben de onların sesine ve acılarına ses olmak istiyorum. Özellikle göçe maruz bırakılanlardan bahsediyorum. Şu anda mücadele eden insanların sesi olmalıyız. Ülkelerimize dönünce onların hakkını savunmalıyız.
Özellikle Rojava'da ataerkil sisteme karşı zafer elde eden kadınları konuşmalıyız. Ataerkillik sadece Ortadoğu ve Kuzey ve Doğu Suriye’nin sorunu değil, aynı zamanda tüm dünyanın sorunudur. Kendi ülkelerimizde her gün kadınların katledildiğini unutmayalım ve Kürt kadınlarının yarattığı o büyük gücü hatırlayalım.”