İranlı kadınların isyanı: Ben kan bedeli olmayacağım
Kadın düşmanı “kan bedeli” geleneği nedeniyle kadınlar ve çocuklar aileler arasında ‘takas’ ediliyor. Erkek egemen zihniyetin yarattığı bu gelenek İran ve Doğu Kürdistan’da hâlâ bazı bölgelerde sürüyor.

NESIM AHMEDÎ
Kirmanşah- Ne itiraz hakları var ne konuşma hakları; en sonunda dökülen kan için bir eşya gibi pazarlık konusu yapılıyor kadınlar. Barış sağlamak adına kadınların ve çocukların yaşamlarının hiçe sayılma hikâyesidir bu.
Bu pazarlık çoğu zaman failin ailesinden bir kadının, diğer aileden biriyle zorla evlendirilmesiyle yapılır. Kadınlar, yalnızca kimliklerinden ötürü başkalarının işlediği suçların bedelini ödemek zorunda bırakılır.
Bu durumu bizzat yaşayan Fûziye M. kız kardeşi ve kendisinin nasıl evlendirildiğini şöyle anlatıyor:
“Bir cinayet işlendi, 20 yaşındaki kardeşim katil olarak tutuklandı. Haftalarca süren kavga ve pazarlıktan sonra kız kardeşimi, dökülen kanın bedeli olarak mağdur ailenin oğluna verdiler. Kardeşim bir ay dayanabildi, sonra intihar etti. Kavga yeniden başladı, bu kez beni verdiler. 11 yaşındaydım, başıma gelecekleri bilmiyordum. Evlendikten sonra her gün şiddet gördüm. O zaman anladım neden kız kardeşim intihar etmişti. Ama ben katlandım, çünkü 6 yaşında küçük bir kız kardeşim daha vardı. Eğer ben de intihar etseydim, onu vereceklerdi. 50 yıla yakın zaman geçti ama hâlâ babamı affedemiyorum. Bizi neden kurban etti? Sırf kardeşim hapisten kurtulsun diye, bizi niçin sattı?”
Ya intihara sürüklendiler ya da katledildiler
Tarih boyunca kararlar, erkeklerin çıkarına olacak şekilde alındı. Bir erkeğin işlediği cinayet karşılığında kadının “takas” edilmesi de bu erkek zihniyetli inancın ürünüydü. Sonuçta bu şekilde evlendirilen kadınların çoğu ya intihara sürüklendi ya da katledildi. Kan bedeli ya da “fasile” denen bu süreçte, tüm karar vericiler ve uygulayıcılar da erkeklerdir. Kadın yalnızca bir araçtır. Bir erkek cinayet işler, diğer erkekler karar verir, kadın takas edilir. Mağdur ailedeki erkek de bu “kan karşılığı kadını” eş olarak kabul eder. Süreci yönetenler, “aile büyükleri” denen erkeklerdir; onların görevi, erkekleri kurtarmak için bu kadın düşmanı geleneği sürdürmektir.
Gelenek hala yaşıyor
Gelenekleri araştıran Meryem Moradî, bu geleneğin hala yaşadığını belirterek şunları dile getiriyor:
“Geçmişte ve bugün bile, iki güç arasındaki diplomatik ilişkilerde kız çocukları ya hediye olarak ya da barışın garantisi olarak verilirdi. Ama en kadın düşmanı gelenek, kabileler arası çatışmalar için kızların ‘bedel’ olarak verilmesidir. Çünkü bu durumda kız, adeta diri diri kurban edilir.”
Bugün kadın hakları mücadelesi sayesinde birçok kişi bu geleneğin kadın düşmanı olduğunu fark etti. Ama hâlâ bazıları ataerkil inançlara dayanarak bu geleneği kutsal ve korunmaya değer buluyor.
Gelenek tescil edilmek istendi
Son yıllarda Fars, Luristan, Çaharmahal-Bahtiyari, Huzistan gibi eyaletlerde bu gelenek “maddi olmayan kültürel miras” olarak kaydettirilmek istendi. Savunucuları, bu geleneği “barış ve uzlaşma ritüeli” olarak sunmaya çalıştı. Örneğin Şuş kentinin eski başsavcısı Sadegh Caferî Çegnî, kan bedelini “onarıcı adalet”in örneği olarak tanımlayarak tescil edilmesi için çabaladı. Oysa “onarıcı adalet” mağdur ve failin gönüllü katılımıyla olur; bu gelenekte ise kızın hiçbir söz hakkı yoktur, tamamen zorla yapılır.
Kadınlar Şuş’ta bu girişime karşı çıkarak “Ben kan bedeli olmayacağım” kampanyasını başlattı. Bunun sonucunda süreç şimdilik durduruldu, fakat gelecekte yeniden gündeme gelme ihtimali var.
Tescilin tehlikesi
Kadın hakları aktivisti Pervin S. “Eğer bu gelenek resmî olarak kaydedilirse, sadece kültürel miras değil, ileride yasal bir uygulamaya dönüşebilir. Erkekler bu gücü kullanarak onu kutsallaştırabilir. Bu da gelecekte pek çok kız çocuğunu zorbalığa maruz bırakabilir” dedi. Bu geleneğin kaynağı, en yüzeysel erkek üstünlüğü inancı. Dolayısıyla onu “kültürel miras” olarak tanımak, kadın düşmanı bir uygulamayı kültürel ve hatta dini kimliğin parçası hâline getirmek anlamına geliyor.