İmralı’dan başlayarak şekillendirilen savaşın dinamikleri- ANALİZ

Reber APO’nun durumu ve faşist Erdoğan’ın Kürdistan’da yürüttüğü savaş birbiriyle bağlantı. İmralı’da ısrar, savaş ve soykırımda ısrardır. Israrın yol açtığı sonuç; faşizm, yoksulluk, tüm devlet kurumlarıyla çöken T.C. devlet gerçeğini ortaya çıkarmakta.

BERİVAN ZİLAN

İmralı tecrit durumuyla beraber şekillendirilmeye çalışılan bir siyasi dönemecin içerisindeyiz. ANF’nin Reber APO’yla ilgili CPT’yle 22 Temmuz tarihinde yaptığı röportaj içerik ve işaret ettiği gerçekler bakımından önemli bir itiraf niteliğindedir. CPT, sözleşmeye hep gönderme yaparak kısıtlı ve belli kalıplarla verdiği cevaplarla Türk devletinin işlediği açık hukuk ihlali suçunu bilerek örtme, sessiz kalarak ortak olma ve sürdürmede rol oynuyor. Bu röportaj ve şimdiye kadar CPT’nin konuya dair yaptığı açıklamalar neyi anlatıyor? CPT’nin arkasına sığındığı sözleşmeyi, hukuki normları ihlal ettiği, hukuki değil siyasi yaklaştığı rahatlıkla belirtilebilir. CPT, siyasi olarak araçsallaştırılmıştır. Röportajda kendilerinin bildiği ve kabul ettiği 3 yıldır Reber APO ve İmralı’da kalan diğer PKK’li tutsaklarla hiçbir biçimde bir görüşme yapılmadığını bilmelerine, açık ihlal olduğunu ve hazırladıkları raporda kayıt altına almalarına rağmen 2025 yılında İmralı’yı ziyaret etme planlarının olmadığını açıklamaktalar. Yine Veysi Aktaş hala yasa dışı bir biçimde İmralı’da tutuluyor. Tüm bu hukuksuz uygulamaların CPT’nin bilgisi dahilinde olduğu anlaşılıyor.

CPT, 2019’da İmralı ziyareti sonrası hazırladığı raporda Türk hükümetine sunduğu tavsiyeleri, Türk devletinin yanıtları dışında nasıl uyguladığını denetleme ihtiyacı duymuyor. 2022 yılında yaptıkları ziyaretin üzerinden iki yıl geçmesine ve ‘disiplin cezası’ adı altında yasallaştırılarak normalleştirilen insanlık suçuna karşı çıkmayarak CPT yasal kalkan olmaktadır. 3 yıldır kimseyle görüştürülmeyen Reber APO rehine şartlarında olup avukatlarının bu cezanın sebeplerini konuşamadığı, savunamadığı uzun bir zaman dilimini CPT görmezden gelmektedir. CPT’nin kendisini dayandırdığı sözleşmenin ne denli uygulandığını en az 2 yıldır orada nelerin yaşandığını bilmemesine rağmen hukukun uygulanmasını tek taraflı TC devletine bırakarak görev ihlali yapmaktadır. Kendi sorumlulukları yokmuş gibi sadece Türk devletinin rızasına bağlı olarak raporu açıklama yetkilerinin olmadığı savunmaları İmralı’daki işkence ve hukuksuzluğa yasal kılıf oluşturmaya hizmet etmektir. CPT, röportajda verdiği yanıtta ‘avukat ve aile üyelerinin ziyaretlerinin sürekli engellenmesinin kabul edilemez olduğu, yürürlükteki çeşitli uluslararası insan hakları sözleşmelerine ve standartlarına açıkça aykırı olduğunu Türk tarafına defalarca vurgulamıştır’ biçiminde açık, somut beyan zaten bir suç tespitinin olduğunu söylemektir. Sözleşmeye taraf olan Türk devleti sözleşmeyi ihlal ettiğine göre sözleşmeye dayandırılarak İmralı gözlem raporunun CPT tarafından açıklanmaması duruma hukuki değil, siyasi yaklaşımın olduğunu gösterir. Türk devletinin, Kürt düşmanlığında sınır tanımazlığı bilinmektedir ve ideolojik-siyasi amaçları temelinde hukuku ihlal etmesi, yok hükmünde saymasına karşın hala CPT’nin her şey yolundaymış gibi durumu sessiz geçiştirmesi açık bir ihlaldir ve suçtur. Faşist Türk devleti uluslararası bu kurumların tutumsuz kalmalarını insanlık dışı uygulamalarını sürdürmede destek olarak görmektedir. Uluslararası kurumlar, Reber APO’ya hukuki değil komplocu özel politikalarla yaklaşmaktadır. KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın yaptığı panel programında ‘Türk devletinin İmralı şartlarını siyasi pazarlık konusu yaptığını’ açıkladı. Reber APO’nun durumu Kürt halkı, Kürt siyasi çevrelerinin gündemi olduğu kadar gizliden uluslararası güçlerin ve ulus-devletlerin gündemindedir. Erdoğan tek başına İmralı kurallarını koymuyor, yönetmiyor. Uluslararası bir konsept devrededir.

KDP, Irak’la değil, faşist T.C. devletiyle stratejik kader birliği yapmıştır

Reber APO’nun durumu ve faşist Erdoğan’ın Kürdistan’da yürüttüğü savaş birbiriyle bağlantı. İmralı’da ısrar, savaş ve soykırımda ısrardır. Bu denli ısrarın yol açtığı sonuç faşizm, yoksulluk, tüm devlet kurumlarıyla çöken T.C. devlet gerçeğini ortaya çıkarmakta. Bir ulus-devlet bile olmaktan çıkarılan Türkiye rejimi, Erdoğan monarşi rejimine dönüşmüştür. Bir dönemlerin Ortadoğu ülkelerine Batılı model olarak sunulan Türkiye gerçeği, Ortadoğu devletlerinin bile gerisine düşerek ırkçı, cinsiyetçi, saldırgan, hegemonik emeller güden bu uğurda halkı cehenneme sürükleyen, ateşe atan kaos ve savaştan beslenen, siyaset üretmeye ve ömrünü uzatmaya çalışan en tehlikeli roldedir. Elinin-kolunun ulaşabildiği her yere savaş, paramiliter güçler ihraç etmektedir. Kuzeydoğu Suriye’de kullandığı DAİŞ terörünü Fransa, Almanya, İran ve diğer ülkelere, Rusya’ya taşıyarak, Hamas’ı İsrail’e karşı kışkırtıp İran-İsrail savaşı çıkarmaya çalışarak, Azerileri Ermenistan’a saldırtarak kendisine fırsatlar yaratmaya çalışan Erdoğan, bu kez DAİŞ çetelerini Başurê Kurdistan’a taşıdı. Geçen yıllarda Musul operasyonuyla Başur ve Irak’tan temizlenen DAİŞ, Erdoğan eliyle yeniden yerleştiriliyor. İşgal ve ilhak savaşının amacı defalarca Kürdistan Özgürlük Hareketi ve siyasi çevrelerce açıklandı. Buna karşı Irak ve Başurê Kurdistan siyasi güçlerinin, duyarlı kesimlerinin yine Irak hükümetinin ne yaptığını masaya yatırmak gerekir. Irak’ın bundan kazancı nedir diye ele alındığında Irak Başbakanı Sudani’nin Erdoğan’la yaptığı anlaşmanın amacı Kürdistan özgürlük gerillasını ortadan kaldırıldıktan sonra Başur’u daha zayıf duruma düşürerek rahat paylaşmadır. Saldırgan askeri politikalarda kuşkusuz aktif rol oynayan KDP’nin merkez kadrolarından Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’dir. Bu kişi görevde olduğu sürece Irak’ın aklı selim yapıcı, iç barış ve istikrarını sağlamaya dönük politikalar üretmesi imkansızdır. Irak içişleri bakanının startını verdiği KDP ile birlikte PKK’ye karşı organize ettiği provakatif eylemler deşifre oldu. 2003’ten beri savaş halinden çıkmayan Irak’ın Erdoğan’ın emelleri doğrultusunda savaşa sürüklenmesi çok yönlü genişçe tartışmayı, tehlikeye karşı retleri yükseltmeyi gerektirir. KDP, Irak ve Başur’u T.C.’ye yamamaya çalışmakta, peşkeş çekmekte. KDP, Irak’la değil, faşist T.C. devletiyle stratejik kader birliği yapmıştır. Kendi çıkarlarını ve geleceğini Irak’la değil, Türk devletiyle şekillendirmek istediğinden KDP-TC ortaklığıyla belirlenen merkezi politikalar Fuad Hüseyin’le birlikte Irak’ın dış politikası olarak şekillendirilmekte. Bu durum da sonuç olarak Irak’a kaybettirecektir.

Başurê Kürdistan’a yönelik askeri ilhak operasyonları tüm yoğunluğuyla devam etmekte. Faşist Türk devleti askeri olarak yerleştiği alanları Türk toprakları olarak tanımlamakta. KDP de Türk devletinin önünü açmakta. İşgale karşı gelişen toplumsal eylemler engellenmekte, operasyonları izleyen gazeteciler gözaltına alınarak tehdit edilmekte. Buna karşı gerilla güçlerinin büyük direnişi sürmekte. Uluslararası güçler ve bölge devletleri bu konuda sessizliğini koruyarak mevcut savaşa destek vermekte. Kürt toplumunun ise tepkisi giderek gelişmekte. Şeladize halkının onurlu direnişi, tutumu Saddam’a karşı isyan eden, direnen Başurê Kurdistan halkının gerçek özü ve iradesidir. Erdoğan, Başur açısından ikinci bir Saddam, tüm Kürtler için katildir, Netanyahu’dur. Katil Erdoğan’ın katliamcı politikalarına karşı durmak her Kürt yurtseverin onur ve varlık sorunudur. Direnen gerillayla birleşmek, yurtsever ulusal birlik tutumunu güçlü ortaya koymak, Kürtleri 21’inci Yüzyılın en parlak halkı yapacaktır. Kazanan Kürt halkı, kazanan Ortadoğu halkları olacak ve demokrasinin, barışın tesis edilmesini sağlayacak.

Savaş, siyasetin ve mücadelenin temel gündemi olmalıdır

AKP-MHP iktidarı, ‘Seferberlik ve Savaş Hali’ ilanı yetkisini Erdoğan gasp ettiği gibi fili olarak 24 saat Bakur, Başur, Rojava-Suriye, Şengal, Irak’ta savaş alanlarını genişletmekte. Erdoğan iktidarı, varlığını savaşa yatırıp savaşı tırmandırırken demokratik, muhalif siyasi güçlerin ve sivil toplum örgütlerinin de halkla beraber toplumsal tepkiyi açığa çıkararak karşı koyması gerekir. Savaş, siyasetin ve mücadelenin temel gündemi olmalıdır. Ancak CHP’nin yerel seçimlerden sonra izlediği politikayı değerlendirmek önemlidir. Erdoğan’ın mutlak otoritesi etrafında hizalanmış siyasete, CHP de giderek dahil oluyor. Erdoğan’ın Esad’la görüşme arzusunda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in arabulucu role soyunması Kürt ve Ortadoğu sorununa ilişkin zihniyetini açıklar.  Türkiye Cumhuriyetinin kangrenleşmiş Kürt sorununu ağzına almaktan imtina eden CHP, Erdoğan’la zımni uzlaşma halindedir. Fil yerine kıllarıyla uğraşan CHP siyaseti, fırsat buldukça AKP izinde yürümektedir. Özgür Özel’in futbol maçında ırkçı Türk futbolcunun gösterdiği sembole sahip çıkması, CHP Grup Başkan Vekili A. Mahir Başarır’ın ‘Kandil püskülü’ diyerek AKP ağzıyla muhalefete soyunması aynı zihniyetin tezahürüdür.

Geçmiş yıllarda Kürt sorununa dair rapor yayımlamayı gelenek edinen CHP, rapor bile yayımlamaktan korkar durumda. Aynı milliyetçi, ırkçı çizgide yürüyen AKP-MHP gerçeği varken CHP’nin Kürt sorununda iktidarı taklide soyunması ve benzeşmesidir. 14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde marjinal milliyetçi grubun cumhurbaşkanı adayı olan Ümit Özdağ’la, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanma adına yaptığı ittifak demokratik kamuoyu nazarında ilkesizlikle yargılandı, haklı bir eleştiriydi. Bu tablodan ders çıkarmayan CHP, hangi değişimi öngörüyor? Erdoğan iktidarını kaybetme, yargılanma korkusunu, krizini genelde tüm muhalefetin, toplumun krizi haline getirerek siyaset yapıyor. Faşist rejiminin ömrünü uzatarak yeni stratejilerin uygulanma zemini için zamana oynuyor. Erdoğan, artan ekonomik kriz, devlet krizini yönetmede CHP’yi kaldıraç olarak kullanırken, savaş politikalarına hız veriyor. CHP, Kürt sorununda, en temel demokratik kriterlerde zihnini berraklaştırmaz ise konjektürel olarak aldığı oylar giderek eriyecektir.

Tepeden tırnağa yeni bir başlangıç gerekli

Gündelik hal kazanmış tecrit düzeni tüm Türkiye genelinde ve hayatın her alanında uygulanmakta. 22 yıllık AKP iktidarıyla Türkiye Cumhuriyeti, Erdoğan hanedanlığına dönüşmüştür. Tepeden tırnağa yeni bir başlangıç gerekli. 100 yıllık cumhuriyet kötürüm haldedir. Nedeni Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Beyaz Türkçü, komplocu, din tüccarı, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi Türkiye rejimi için kapsamlı dönüşüm programı gereklidir. Bu noktada kadın hareketleri ve demokratik-sosyalist-muhalif çevreler başta olmak üzere diğer siyasi dinamiklerin direniş cephesinde birleşerek daha aktif rol oynaması halinde mevcut rejimde değişim öngörülebilir. CHP’nin iktidarla, muhalefet arasında, halkla Erdoğan monarşisi arasında arabulucu rol oynamaktan vazgeçip demokrasi güçleriyle birleşebilen cesareti göstermesi gerekir. Bunun için Kürt sorununda milliyetçi, imhacı çizgiden uzaklaşıp dar particilik yapmayı aşıp büyük düşünmesi gerekir. Aksi halde gelen emanet oylar, hızla erir. DEM parti en iddialı bir program, söylem ve eyleme sahip olup faşizmin ağır saldırıları altındadır. DEM parti, kadın hareketleri ve sosyalist çevreler başta olmak üzere diğer siyasi dinamiklerin direniş cephesinde birleşerek daha aktif rol oynaması beklenmekte. Bu gerçek görülerek gerçek bir demokrasi mücadelesi için sahada halkla birlikte aktör olan kazanacaktır.

İran’da kadınlar adına bir yenilik beklememek gerekir

Ortadoğu ve dünya geneline yayılan savaşta kadınlar; demokrasi, özgürlük ve barış cephesini temsil ediyor. Kürdistan Kadın Hareketi, öz savunma ekseninde çeşitli faaliyetler yürütmekte. Bakur’da örgütlenme seferberliğiyle toplumla buluşma etkinlikleri, paneller yapıldı. Rojava’da kadın devriminin 12 yıllık geçmişiyle beraber özelde YPJ güçlerinin konferansı, açıklamalarıyla öz savunmanın önemi ve Rojavalı, Suriyeli kadınların mücadelesinin geldiği düzey ele alındı. Buna karşı erkek devlet aklının kadınları sindirme saldırıları da olanca yoğunluğuyla devam etmekte. Türkiye ve Başur’da kadın katliamları ve tecavüz vakaları geçen ayları katlayarak arttı. Uluslararası Af Örgütünün Başure Kürdistan’daki kadına yönelik şiddeti ‘ürkütücü ve vahim düzeyde cinayet, tecavüz, yakarak öldürme’ olarak tanımlaması oldukça sarsıcı bir veridir. Yine Türkiye’de günlük haber değeri bile taşımayan Kürt tarım işçilerinin her yıl verdiği can kayıpları da vahimdir. Ağırlıkta kadınlar, Kürt aileleri ırgatlık yolunda, ekonomik sömürgecilik kuşatması altında hayat mücadelesi veriyor. İran rejimi de tutuklama ve idam politikaları ile kadınları cendereye almaya çalışıyor. Tüm bu uygulamalar bir devlet politikasıdır. Özel savaş rejimlerinin kendilerini kadın bedeni üzerinden kalıcılaştırma girişimleridir. Yeni İran cumhurbaşkanı reform vaadiyle iş başına gelse de rejimin kadın politikasında bir değişiklik beklememek gerekir. Daha çok Batı ve Arap ülkeleriyle gerilimi azaltan, yakınlaşmaya çalışan, mevcut rejimin çıkarını önceleyen bir siyaset izleyeceği aşikardır.

Tüm bu siyasi gelişmelerden anlaşıldığı üzere Ortadoğu’da siyaset yeniden şekillendiriliyor. Kadın cephesinden sesler yükselmekte, tepkiler gelişmekte. Ancak birleşik kadın mücadelesi ile faşizan erkek devletinin tüm saldırıları boşa çıkarılabilir. Erkek devlete karşı örgütlü ve mücadeleci bir duruşla yenilenen siyaseti kadın lehine demokratik, özgürlükçü, ekolojik paradigma temelinde inşa etmek için önümüzdeki süreçte daha aktif bir siyaset izlenerek mevcut savaşçı politikalar boşa çıkarılabilir.