'Çocuk yaşta evlendirmeler ve kadın katliamlarıyla toplum uçuruma sürükleniyor'

Çocuk yaşta evlendirmelerin ve kadın katliamların ataerkil sistemin toplumu kontrol etmek için yeniden ürettiği toplumsal krizler olduğunu söyleyen sosyal bilimler uzmanı Sara Daneshpajouh, bununla toplumun uçuruma sürüklendiğini belirtti.

Haber Merkezi- İranlı kadınların güncel durumunu ele alan sosyal bilimler uzmanı Sara Daneshpajouh, ülkede giderek artan çocuk yaşta evlendirmeleri, kadın katliamlarını, toplumsal krizlerin çeşitli boyutlarını ve bunların iktidar yapılarındaki kökenlerini değerlendirdi.

Artan kadın katliamları ve çocuk yaşta evlendirmeler

Cinsiyetçilik ve dindarlığın kapitalizmin hizmetinde birer araç haline getirildiğini söyleyen Sara Daneshpajouh, “Egemenlik sistemi dini ve cinsiyeti ele geçirerek, bunları kendini sağlamlaştırmak ve toplumsal sömürü döngüsünü sürdürmek için kullanmıştır. Toplumun gerçeklerine bakıldığında kadın katliamlarının ve çocuk yaşta evlendirmelerin korkunç bir dalgaya dönüştüğünü görüyoruz. Sadece kadınların değil, toplumun tüm yapısını yıkıma sürükleyen, her bir bireye kademeli bir ölüm dayatan bir dalga” dedi.

Karşı karşıya kalınan bu durumun bir tesadüf olmadığına dikkat çeken Sara Daneshpajouh, “Kapitalist ve ataerkil sistemler toplumu, özellikle de kadınları kontrol ve boyunduruk altına almak için geliştirdiği ve kurumsallaştırdığı sistematik bir araçtır. Kadın katliamları ve çocuk yaşta evlendirmeler sadece denetim aracı değil, aynı zamanda özelleştirilerek bu baskının gizlenmeye çalışılmasıdır. Bu, yüzeysel bir bakışla göz ardı edilemeyecek temel bir soruyu gündeme getiriyor ve derin bir inceleme ve bilinçli bir yüzleşme gerekiyor” şeklinde konuştu.

‘Kadınlar modernitenin her türlü şiddetine maruz kalıyor’

Kadın katliamlarının ve çocuk yaşta evlendirmelerin günlük olarak yaşandığını kaydeden Sara Daneshpajouh, “Bu tür trajedilere her gün tanık oluyoruz, ancak bunları yalnızca ekonomik, sosyal, kültürel ve ‘namus’ meseleleri bağlamında ele alıyoruz. Oysa bu kriz özünde politiktir ve toplumun, özellikle de kadınların üzerindeki egemenliğin ve sistematik baskının pekiştirilmesine hizmet eder. Çünkü kadınları kontrol etmek, toplumun tamamını kontrol etmek anlamına geliyor. Dolayısıyla aile kurumu (erkek ve kadın) sürekli olarak kanunların, geleneğin, şeriatın ve modernitenin fikri ve fiziksel saldırılarına maruz kalmaktadır. Çünkü bu kurumun temelini kadınlar ve erkekler oluşturur ve onların her türlü zihinsel ve fiziksel yıkımı doğrudan veya dolaylı olarak topluma yansır ve kriz döngüsünü yeniden üretir” dedi.

‘Din ve cinsiyet otorite yapısına çekilmiş ve ona hizmet etmiştir’

Bu yapıda en çok zararı kadınların gördüğünü söyleyen Sara Daneshpajouh, “Çünkü sadece sistemin değil, aile içinde de erkeklerin egemenliği altındalar. Bu şekilde onu kendi varlığından uzaklaştırıyor, kimliğini çarpıtıyor, bedenini ve ruhunu hukuki, dini, geleneksel ve çağdaş yargıların kuşatması altına sokuyorlar. Tam bu noktada, kadın bedenini ataerkil iktidar sisteminin hizmetine sunan ‘namus’ kavramı ortaya çıkar. Bu denkleme cinsiyetçiliği ve dindarlığı da eklersek, bu iki bileşenin nasıl kapitalizmin hizmetindeki araçlara dönüştüğünü açıkça görürüz. Egemenlik sistemi dini ve cinsiyeti ele geçirerek, bunları kendini sağlamlaştırmak ve toplumsal sömürü döngüsünü sürdürmek için kullanmıştır. Tarih de şahittir ki, birçok peygamber, filozof ve düşünür iktidar temelli sistemlere karşı çıkmıştır, ama sonuçta din ve cinsiyet otorite yapısına çekilmiş ve ona hizmet etmiştir" diye belirtti.

‘Toplum egemenlerin projesinin kölesi haline geliyor’

Sara Daneshpajouh, sözlerine şöyle devam etti: "Bu konuda kullanılan en önemli projelerden biri cinselliktir. Kapitalist sistem, hem kamusal hem de özel alanı etkileyerek, bireysel ve kolektif bedeni birer sömürü alanı haline getirmiştir. Bu yapıda cinsellik doğal ve özgür bir şey değil, iktidarın, sermayenin, ataerkil ve erkek egemen sistemin bekasının ihtiyaçlarını karşılamanın bir aracıdır. Böylece, erkek ve kadınların bedenleri ve ruhları bu egemenlik makinesinin hizmetinde birer meta haline gelmiş, toplum ise yüzeyde doğal görünen ama derinlerde boyun eğdirme ve kontrol zincirlerinden başka bir şey olmayan bir projenin kölesi haline gelmiştir.

Bu yapısal krizler dünyanın her yerinde var, ancak bizi ilgilendiren, bu sorunun İran İslam Cumhuriyeti yönetimi altındaki İran toplumu bağlamında analizidir. Sistematik baskıyı kullanarak siyasal, toplumsal ve kültürel boyutlarda egemenlik mekanizmalarını yeniden üreten, krizi halkın günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası haline getiren bir sistem. Kapitalist yapının bir parçası ve dini bir egemenlik aracına dönüştüren bir güç kolu olan İran İslam Cumhuriyeti, toplumsal cinsiyeti hedef alıyor. İlk bakışta İslami bir sistemde cinsellikten bahsetmek çelişkili gibi görünebilir, ancak aslında bu kavram toplum, ekonomi ve kültüre bir fon olarak yayılmış olup, sosyo-politik yapılara bağlı olarak farklı biçim ve işlevler üstlenmektedir.”

İran devletinin aile kontrolü ve nüfus yönetimi politikaları

İran İslam Cumhuriyeti’nin nüfus yönetimi, aile kontrolü ve evlilik politikaları gibi planlarda da bu arka plandan yararlandığını aktaran Sara Daneshpajouh, “Bunun en önemli örneği, gençleri evlendirmeyi teşvik etmek ve doğum oranını artırmak amacıyla 2021 yılında onaylanan ‘Nüfus Gençlik ve Aile Destek Planı’dır. Ayrıca evlilik siteleri, televizyon kanalları, yurtiçi mesajlaşma platformlarında çöpçatanlık gibi projeler, 2015 yılında İslami Propaganda Örgütü ve İmam Humeyni Yardım Komitesi gibi kuruluşların desteğiyle oluşturulan evlilik arabuluculuk merkezleri gibi projeler de bu doğrultuda faaliyet göstermektedir. Bu projeler ilk olarak Tahran'da pilot olarak uygulandı ve daha sonra diğer şehirlere yaygınlaştırıldı. 2022 yılının Mart ayı itibariyle ülkede denklik ruhsatı almış kurum sayısı 40 merkeze ulaşmıştır” ifadelerinde bulundu.

‘İstatistikler farklı bir gerçeği ortaya koyuyor’

Hükümetin bu programlarla ‘ideal aile’ modelini dayatmaya çalıştığını kaydeden Sara Daneshpajouh, “İstatistikler farklı bir gerçeği ortaya koyuyor. 2024 yılının ilk yedi ayında evliliklerin yüzde 39'u boşanmayla sonuçlanırken, Tahran'da bu oran yüzde 52'ye ulaştı. En fazla evlilik Tahran, Meşhed, Huzistan ve Doğu Azerbaycan şehirlerinde gerçekleşirken, en az evlilik ise Semnan, İlam, Kohgiluye ve Buyer Ahmed, Buşehr ve Güney Horasan şehirlerinde gerçekleşti. Bu istatistikler, toplumsal kontrol politikaları ile toplumsal gerçekler arasındaki görünür çelişkiyi açıkça ortaya koymaktadır” şeklinde konuştu.

‘Din toplumsal cinsiyeti istismar eden bir araç haline geliyor’

Evliliğe ısrarla vurgu yapan bu tür plan ve projelerin hayata geçirilmesiyle cinselliğin egemen kılınmasının önünü açtığını dile getiren Sara Daneshpajouh, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bu süreç, çocukların bütün düşüncelerini etkileyecek, ruh, zihin ve bedenlerini rahatsız edecek, onları cinsel arzulara hapsedecek şekilde tasarlanmıştır. Bu durumda cinsiyet bir hedef haline gelir ve birey ister karşı cinsle ister aynı cinsle ilişkilerinde olsun, cinsel ihtiyaçlarını gidermeye kendini hazırlar. Başka bir deyişle din, çocukluktan itibaren toplumsal cinsiyeti hedef alan ve onu istismar eden bir araç haline geliyor. Kız çocukları için evlenme yaşı 13, erkek çocukları için ise 15 olarak belirlenirken, evlilikte yaş sınırı yoktur ve çocuk yaşta evlilikler hem gelenekte hem de kanunda yaygındır.

9, 10, 11 yaşlarındaki zorla evlendirilen çocukların, aile kurumunun ve toplum yapısının oluşmasını sağlayacak bir yaşamı nasıl kurabilecekleri sorusu akla gelmektedir. Küçük yaştan itibaren cinsel konularla tanışan ve ailesi tarafından evliliğe hazırlanan bir çocuğun sağlıklı ve cinsellikten uzak düşünmesi mümkün değildir. Çocuklarda erken ergenliğe geçiş kısmen kimyasal ilaçlara da bağlı olabiliyor. Ayrıca ailelere devredilen reklam ve eğitim merkezleri de etkili oluyor. 

Kadınlar aileleri tarafından da sömürülmekte

Zihni cinsel arzularla dolu olan çocuk artık başka konuları düşünemez hale gelir, bilgi ve farkındalık düzeyi düşer. Bu durum toplumu cehalete ve bilgisizliğe sürüklemekte, düşünce boşluğu ortaya çıkmaktadır. Bu toplumsal krizler çocuk yaşta evlilikler, kadın katliamları gibi olgularda açıkça ortaya çıkmaktadır. Kadınlar sadece ataerkil sistem tarafından değil, aileleri tarafından da sömürülmekte, aile kurumu içerisinde evlilik adı altında ruhları ve bedenleri fethedilmektedir. Bu durum özellikle aile içi anlaşmazlıklar ve benzeri sebeplerle ‘namusu’ savunma bahanesiyle kadınların çeşitli yöntemlerle katledilmesine de yol açmaktadır. Bu katliamlar aslında kadına yönelik baskının hukuki ve dinsel bir kılıfıdır; çünkü kadın katledilerek toplum boşaltılmaktadır.”

‘Bu ayrımcı oyunda hesap sorulan tek kişi kadındır’

Acil ambulansta hasta bir kız çocuğa yönelik yaşanan tecavüz saldırısını hatırlatan Sara Daneshpajouh, "Aslında egemen sistem, toplumu, özellikle de kadınları yavaş yavaş ölüme sürüklüyor. Bu kademeli ölümün acı bir örneği, 115 numaralı acil ambulansta bir kız çocuğunun tecavüze uğramasıdır. Tecavüzden kaynaklanan duygusal stres nedeniyle bir yıl sonra felç geçirdi ve kız kardeşi onun ölümünden sonra hayatına son verdi. Bu olay, toplumsal ve ekonomik baskılar, kadınlara yönelik tecavüz ve katliamların devam etmesiyle ortaya çıkan bir dizi yavaş ölüm projesinden sadece biridir. Böyle bir durumda sistemin bu ölümlerin nedenini bulması gerekiyor, çünkü toplum koyduğu yasalarla bu katliamların neden işlendiğine dair cevaplar arıyor. Ama ‘namus’ dünyasında ne baba, ne kardeş, ne koca, ne şeriat, ne de kanun bu suçların sorumluluğunu üstlenmez. Bu ayrımcı oyunda hesap sorulan tek kişi kadındır, katliamdan sonra bile! Bu, toplumda yaygınlaşan ataerkilliğin karmaşık ve sancılı yollarından biridir” diye kaydetti.

‘Kadının ne ailede, ne hukukta, ne de toplumda can güvenliği yok’

Sara Daneshpajouh, yalnızca canlı ve dinamik, bilgisini ve farkındalığını artıran, kapitalizmin ve ataerkilliğin yapılarını derinlemesine anlayarak egemenlik yapılarına meydan okuyan bir toplumun sistemi sorumlu tutabileceğine inanıyor. Sara Daneshpajouh, “Böylesi toplumlarda ezenlerin projeleri çöker, toplumlar uyanışa ve bilinçlenmeye doğru ilerler. Dolayısıyla aile kurumu, kadın ve erkeklerin bilgi düzeylerini artırarak, çocuklarının yaşam ve yetiştirilme biçimlerine önem verdikleri, kız çocuklarının katledildiği bir yer değil, bilinç ve düşüncenin geliştiği bir ortam olmalıdır. Çünkü artık kadının ne ailede, ne hukukta, ne de toplumda can güvenliği yok! Çocuk yaşta evlilikler ve kadın katliamları özel alanda kalmamalı, sonuçları bireyi aşıyor ve toplumu yıkım uçurumuna sürüklüyor. Bu suçların gelenek, şeriat ve ayrımcı yasaların pençesinden kurtarılıp baskıcı çerçevelerin dışında ele alınabilmesi için kamusal bir sorun ve kolektif bir sorumluluk haline getirilmesi gerekiyor” diyerek sözlerini noktaladı.