‘Çağın devrimleri kadın eksenli ve ‘jin jiyan azadi’ karakterinde olacak’

‘Jin jiyan azadî’ ayaklanmasının sisteme yönelen hamle olduğunu söyleyen Jineoloji Akademi Üyesi Zozan Sima, kadınların iradelerinin ve arayışlarının devam ettiğini ve iradenin sistem karşıtı hareketlerin mücadelesiyle büyütülmesi gerektiğini belirtti.

DİREN ENGÎZEK- NUCAN ARAS

Haber Merkezi- İran’da 16 Eylül 2022 yılında Jina Amini’nin katledilmesinin yarattığı toplumsal ayaklanma yaşamın her alanını etkilemeye devam ediyor. Geri dönüşü olmayan değişim ve dönüşümü yaratan ayaklanmalara kadınlar öncülük etti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğü için sihirli formül olarak geliştirdiği ‘Jin jiyan azadi’ felsefesi ise ayaklanmaları sonrasında evrensel düzeye taşıyacak bir karakter kazandırdı. Hükümete karşı değil tüm bir sisteme karşı sokağa çıkan kadınlar, özgürlükleri için direnmeye cezaevlerinden sokağa her alanda devam ediyor.

Jina Amini’nin katledilmesinin 2’nci yılında ‘Jin jiyan azadî’ felsefesinin yayılımını, karakterini ve etkilerini Jineoloji Akademisi Üyesi Zozan Sima ile konuştuk.  

*Iran ve Doğu Kürdistan’da Jina Amini’nin ‘ahlak polisleri’ tarafından katledilmesi ve ardından başlayan ‘Jin jiyan azadi’ ayaklanmasının 2’nci yıldönümü. İran ve Rojhilat halkını ayaklanmaya nasıl bir süreç götürdü?

İran molla rejiminin başlangıcından bu yana halklar ve kadınlar rejime karşı hep bir direniş halinde oldular. Kesintisiz bir direnişin devam ettiğini direnişin zaman zaman dalgalar halinde yükseldiğini daha sonra saldırılar nedeniyle bir dönem sessizleştiğini sonra tekrar farklı farklı şekillerde yeniden başladığına tanık olduk. ‘Jin jiyan azadi’ serhildanı öncesinde de kadınların birçok eylemi protestosu, bireysel ya da kolektif düzeyde yürüttükleri ‘Beyaz Çarşamba’ eylemleri gibi süreklileşen eylem biçimleri vardı. O anlamda İran ve Rojhilat Kürdistan’da direniş hiçbir zaman kesilmedi, sürekli bir direniş vardı. Fakat ‘Jin jiyan azadi’ serhildanının farklı bir yanı var. Serhildan başladığında, serhildanın karakterini, oluşan öfkeyi, kadın mücadelesini yakından bilmeyenler ya da Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin kadınlarda özellikle de Ortadoğulu kadınlarda yarattığı etkiyi bilmeyenler hep ‘Bu serhildan da bir süre devam edecek ve sönümlenip gidecek’ şeklinde yorumlar yaptı. Ama aradan geçen 2 yılda biz o ateşin hiç sönmediğine giderek yayıldığına, gürleştiğine ve birçok alanda etki gösterdiğine tanık oluyoruz.

O anlamda bu serhildanın karakteri farklıydı. Tabi serhildanın öncesinde, bu serhildanı tahrik eden bu serhildanın gelişmesine neden olan İran rejiminin kadınlara dönük uygulamaları oldu. İran rejimi toplum üzerindeki baskısını kadınlar üzerindeki baskıyla ikame etmek istedi. Bu nedenle de kadınlara dönük yasakları hemen serhildanın kısa bir süre öncesinde fetvalar ve kanunlar vererek yayınladı. Dolayısıyla bu durumun karşısında tek tek düzeyde de olsa, kadınların karşı çıkışları oldu. Sadece Jina Amini değil ondan önce de öldürülen kadınlar oldu. Kadınlara zorla televizyona çıkartılıp pişman olduğu söylenmesi için dayatmalar oldu. Bu anlamda belki bardağı taşıran son damla oldu Jina Amini’ye dönük yaklaşım. Tabi ki Jina Amini’ye dönük yaklaşım bir kadının ahlak polisi tarafından katledilmesinin de ötesinde artık bu sistemle kadınların birlikte yaşayamayacağının göstergesi oldu. Diyebiliriz ki bu eylemler bir direniş geleneğinin yansıması ama bu direnişin kendine has özellikleri ve yanları da var, bu yanları değerlendirmeye de ihtiyaç var.

‘Jin jiyan azadî’ felsefesinin 30 yıldan fazla bir tarihi var

*Ayaklanma Jina’nın mezarlığında atılan ve daha sonra tüm İran ve Rojhilat’taki eylemlerin şiarı haline gelen ‘Jin jiyan azadi’ sloganı ile anılıyor. Öncelikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadınların özgürlük mücadelesi için formülüze ettiği ‘jin jiyan azadi’ felsefesini biraz açar mısınız?

‘Jin jiyan azadi’ felsefesi, eylemi esasta Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde 80’li yılların sonlarından bu yana dile gelen bir söylem. Reber Apo’nun 1988 yılı sonrası somut değerlendirmeleri bu konu üzerinde var. Reber Apo diyor ki bizim topraklarımızda ‘jin ve jiyan’ aynı kelimeden geliyor neden şimdi bu topraklarda kadın, ölüm ile özdeşleştiriliyor. Gerçekten de bu çelişkiyi Reber Apo çok derin hissetti ve yaşadı, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’ni geliştirirken de bu çelişkiyi çözmeye çok büyük ağırlık verdi. Yani kadını yaşamla özdeşleştiren bir toplumda nasıl olurda kadın bu kadar mülk, meta haline gelir ve ismi ölümle özdeşleştirilir. Bu bir temel çelişki olarak gündeme geldi. Buna karşıda sadece kuram da söylem de slogan da değil; bu söylem, slogan ve kuramı aynı zamanda pratikleştiren, örgütleyen bir süreçte işledi. Diyebiliriz ki; ‘Jin jiyan azadî’ söyleminin, felsefesinin en az 30 yıllık bir tarihi var, hatta belki de daha uzun bir tarihi var.

Öncelikle Ortadoğu toplumlarında kadını yaşamla özdeşleştirmek aslında bu topraklarda bir zamanlar kadının etrafında bir yaşamın oluştuğuna delalet ediyor. Aryenik, Semitik dillerde, aslında dünyadaki bütün dillerde kadın ve yaşam arasında bir bağlantı kuruluyor neden en eski toplumlar kadınla yaşamı özdeş görmüşlerdi çünkü yaşam kadın etrafında anlam bulup şekilleniyordu. Reber Apo bunun kuramını örgütlenmesini ve eylemini geliştirdi. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi bunun somutlaşmış ifadesi oldu. Biz Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi deyince sadece Kürtler adına mücadele eden bir örgütlenmeden bahsetmiyoruz. Özelde de son 20 yılda Rojava Devrimi’yle birlikte giderek artan bir biçimde kadın eksenli yaşam üzerine tartışmalar giderek daha da fazla yoğunlaştı. Kadına dönük hak ihlalleri, şiddet ve buna karşı mücadele yani uzun bir tarihi var. 300- 400 yıldır kadınlar örgütlü biçimde de buna karşı mücadele ediyorlar.

Kadını yaşamın merkezine koymak

Kadına dayalı bir yaşam sistemi, kadının etrafında bir toplumun özgürleştirilmesine dair sadece söylemde kalmayan eyleme de dönüşen yaklaşım Kürdistan Özgürlük Hareketi zeminin de gelişti. O anlamda Reber Apo bunu sihirli formül olarak tanımladı. Sihirli formülün anlamı nedir? Sihirli formül aslında çözümsüz, imkansız olan, olması mümkün görünmeyen bir şeyi, mümkün kılmak, o da bir toplumda işte kadının yaşamdan tümden silindiği bir toplumda kadını yeniden yaşamın merkezine koymak. Kadını yeniden yaşamın merkezine koymak derken de öyle klasik anlamda biz kadına değer veriyoruz, kadınların hakları vardır şeklinde değil. Kadını siyasetin merkezine koymak yani demokratik siyaset kadın özgürlüğü olmadan gelişmez demek siyasetin merkezine kadını koymaktır, ekonomi kadın işidir demek ekonominin merkezine kadını koymaktır. Nüfus politikası ya da kadın erkek ilişkileri, ailenin dönüşümü kadının yaşamın merkezinde olması anlamına geliyor. Bu bir yaşam felsefesi haline bu şekilde geliyor. Yani demokratik siyasetin bir parçası da kadının özgürleşmesi değil demokratik siyasetin kendisi kadın özgürlüğüne dayalı gelişiyor. Diğer halklar diğer kesimler demokratik siyasete kadın özgürlüğü yolundan dahil oluyorlar. O anlamda bu bir yaşam felsefesi bu bir örgütlenme perspektifi bu bir eylem çerçevesi ve aynı zamanda da bütün eylem ve çalışmalara yön veren bir gerçeklik olarak somutlaşıyor. Sadece sözde kalmıyor.

‘Kadını kırım çemberinde tutan bir sistem var’

*‘Jin jiyan azadi’ felsefesi ayaklanmalara nasıl bir karakter kazandırdı?

Ayaklanmaların sebebi, kadına dönük örgütlü devlet şiddetinin, ideolojik, dinci, cinsiyetçi ve milliyetçi saldırının somutlaşmasıydı. Bunun karşısında eylemler sadece bir devleti, bir sistemi ve bir memuru eleştiren değil, o sistemin kendisine yönelen bir hamle oldu. jin jiyan azadi serhildanı denilmesinin sebebi, kimse demedi bu eylemi yapan memur görevden alınsın demedi denildi ki bu sistem yıkılsın. Sadece İran dinci devlet sistemi de değil, kadın eksenli olmayan yaşamı dönüştürelim. O anlamda bu eylemler sadece hak talep eden ya da sadece katillerinden hesap soran eylemler değildi. Reber Apo bunu çok iyi tanımlıyor yani ‘kadınlara dönük gelişen eylemler saldırılar bir tecavüz kültürünün sonucudur’ diyor. Esasta şiddet ve öldürme de bunun bir sonucudur. Bu anlamda biz kadın kırımı kavramını da yeterli bulmuyoruz. Kadın kırımı denilince bir kadının şiddete uğraması öldürülmesi kadın kırımı kapsamında ele alınıyor. Kadını kırım çemberinde tutan bir sistem var, eğer onu göremezsek esasta tüm kadınlara saldırılır, öldürülür hesap sorulmaz mülk gören sistemi görmezsek, aslında kadınları kırım çemberinde kırım sistemi içerisinde tutan yaklaşımı tahlil etmezsek biz sürekli sonuçlar ile uğraşmış oluruz. O anlamda ‘Jin jiyan azadî’ serhildanlarının hamlesinin amacı kadınları kırım içinde tutan tüm sistemlere dönük bir hamleydi. Bunun yıkılması gerektiğiydi. Bunun devlet kaynaklı yanları da var. Bunun kapitalizm kaynaklı, aile kaynaklı yanları da var. Hangi sistem kadını bu halde tutuyorsa biz ona karşı mücadele etmeliyiz. Kadın, özgürlük ve yaşam arasındaki bağlantıyı bu noktada kurarak; mücadele etmek gerekiyor. Farkı ya da bu eylemlerin anlamını böyle okumak doğrudur diye düşünüyorum.

*Ayaklanmalar sürecinde kadınları hep en ön safta gördük ve halada kadınlar yaşamın her alanında direnişlerini gösteriyor. Yine ayaklanmaların dikkat çeken yanı İran’da yaşayan tüm halkların ve inançların birlikte sokağa çıkarak mücadele etmesiydi. Kadın öncülüğü ve halkların ortak mücadelesi nasıl okunmalı?

Hem Kürdistan hem de Ortadoğu geleneğinde kadınlar büyük acılar yaşadıklarında saçlarını keserler, yani artık bu bir son noktadır. O sadece yaşanan büyük acının ki Ezidîlerde de aynı gelenek var yani kadınlar çok büyük bir acı yaşadıklarında kezilerini (örgüleri) kesip uçurumlardan ya da bir öfkeyle yere çalarlar. Bu artık, ‘biz bu şekilde yaşamak istemiyoruz, bu şekilde devam edemez’ yani son nokta denir ya onun ifadesidir. Kadınlar bu sözü tüm halklar, ezilen halklar hatta erkekler adına da söylediler. ‘Jin jiyan azadi’ serhildanının çok önemli bir yanı da gerçekten bir toplumsal eyleme dönüşmüş olmasıydı. Bu salt kadınların eylemleri değildi. O eylemlerde kullanılan sloganlar yazılan şarkılar ve sanatsal üretimler, yapılan resimler... Toplumun bu sistemle yaşamak istemeyen, tüm kesimlerinin katılımına kadınlar yolu açmış oldu.

Kadınlar kendi mücadeleleriyle diğer özgürlük ve demokrasi arayışındaki tüm güçlerin yolunu açmış oldular. Bu da toplumda çok büyük bir motivasyon yarattı. Hatta hatırlarsınız bir baba oğlunun ardından söylediği sözler ile çok güzel bir şekilde şöyle ifade etti: ‘Eskiden bizim toplumumuzda birisi bir cesaret örneği gösterdiğinde derlerdi ki ne kadar cesur bir erkektir işte tam erkeklik diye tanımlarlardı. Ama ben şimdi diyorum ki asıl cesaret örneği kadınlıktır.’ Bu eylemler aslında sadece ezilen kesimler, halklar ve inançlarda değil, erkeklerde de bir sorgulama yarattı kadınlığın değerini yükseltti. Bütün dünyaya Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin yarattığı özgürlük bilinci ve düzeyinin ne kadar etkileyici olduğunu göstermiş oldu.

21’inci yüzyıl kadın yüzyılı belirlemesi ‘jin jiyan azadî’ serhildanlarıyla somutlaştı

Bu serhildanların bir boyutu da kadın özgürlüğünün; bireysel haklardan, bir cinsin haklarının ötesinde toplumsal özgürlüklerin temeline koyarak, özgürlük arayışındaki tüm kesimler için öncülük rolünü oynaması oldu. Gerçekten de “21’inci yüzyıl kadın yüzyılı; devrimleri kadın devrimleri karakterinde gelişecek” belirlemesi esasta uzun süredir Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin dile getirdiği bir belirlemeydi. Reber Apo’nun dile getirdiği bir belirlemeydi. ‘Jin jiyan azadî’ serhildanlarıyla somutlaşmış oldu. Gerçekten de bu çağın devrimlerinin kadın öncülüğünde ve kadın eksenli devrimlere dayandığını en fazlada bu eylemlerde görmüş olduk.  

*Rojhilat ve İran’da ayaklanmaların etkisi yaşamı ve mücadeleyi nasıl etkiledi? Ayaklanmalar nasıl değişimlere neden oldu?

Bu ayaklanmaların birçok boyutu var ve hala da tartışmaları sürüyor. En önemlisi bütün gerici ittifaklara saldırılara ve aralıksız devam eden idamlara rağmen bu eylemler durmadı. Zaman zaman temposu düştü ama adeta süreklileşen bir karaktere ve arayışa kavuştu. İki yıl geçmesine rağmen ve onlarca idam uygulaması ve kararına rağmen sürüyor. Bu anlamda uluslararası sisteminde kirli yüzünü açığa çıkarmış oldu. Yani biz biliyoruz ki neredeyse 2003’lü yıllardan bu yana İran devleti ve sisteminin yarattığı insan hakları ihlallerinin, katliamlarının bilinmesine rağmen şu çok dikkat çekici ki toplumun tepkisine sistem karşıtı güçler dışında kimse destek vermedi. O anlamda bu uluslararası güçlerinde bu gerici rejimle bağını ortaya koymuş oldu. Toplumda da kendi öz gücüne olan güven gelişti ki bu çok önemli çünkü Ortadoğu’da oryantalist yaklaşımın da yarattığı bir çerçeve var. Sanki dışarıdan bir kurtarıcı, uluslararası güçlerin desteği, yaklaşımı olmazsa mücadele anlamlı değil gibi bir yaklaşım çıkıyor ortaya. Ama bu eylemlerin bir özelliği de kendi öz gücüne dayalı ve bir beklenti içine girmeden gelişmesiydi. Dönüşüm olacaksa bunu kendi öz gücüne dayalı yapma yaklaşımı öndeydi. Geri adım atılmadı ve yüzlerce, binlerce insan tutuklandı ve bir şarkı yazan, bir görüntü veren her insana idam cezası verildi. İlk defa bu kadar kadına idam cezası verildi. Buna rağmen geri adım atılmaması da İran ve Rojhilat Kürdistan’daki direniş iradesini gösteriyor, bu yanı da toplumsal dönüşüm açısından çok önemliydi.

Arayış var, irade var. Yapılması gereken bu arayış ve iradeyi diğer dünyadaki sistem karşıtı hareketlerin örgütlü mücadelesiyle daha da büyütmek ve bu sistemi dönüştürecek adımların atılmasını sağlamak.

* İran hükümetinin ayaklanmalara yanıtı toplumu baskı altına alacak ağırlaştırılmış yasalar, tutuklama, idam ve işkence ile oldu. Son olarak da Gazeteci Pexşan Ezîzî ve hak savunucusu Şerîfe Muhammedi’ye idam cezası verildi. Hükümetin özellikle de kadınları hedef alan bu politikalarındaki amaç nedir?

Bu küresel bir kadın politikasının yansıması, önce kadınları vurun diye CIA’in yazdırdığı bir kitap vardı. Bir toplumda direniş iradesini kırmak istiyorsanız önce kadınları öldürün onları hedef alın deniyordu. Bu küresel politika Türk devleti tarafından da uluslararası güçler tarafından da uygulanıyor. İran devleti de bu politikayı sürdürüyor. Çünkü direniş kadın renginde bir direnişti. Direniş kadın özgürlüğünü esas alıyordu.  O zaman kadının iradesini kırarak bunun önüne geçmek istediler fakat şunu diyebilirim ki geri tepti. Özellikle Pexşan ve Şerife arkadaşların mektupları, diğer arkadaşların direnişleri tam tersi bir etki yarattı.

İdamlara izin vermeyecek düzeyde daha güçlü bir mücadele gerekiyor

Nasıl ki 12 Eylül zindanlarında Türk devleti Kürt halkının özgürlük iradesini kırmak istedi, direnişler de toplumda özgürlük iradesini daha da güçlendirdiyse bugün o arkadaşların cezaevindeki tutumları ve kadın tutsakların tutumu da toplumda o iradeyi daha güçlü yansıtıyor. Herkes sahiplendi yani kimse geri adım atmadı. ‘Jin jiyan azadi’ serhildanını sahiplendi, uğruna mücadele ettiği felsefeyi sahiplendi. Özellikle Pexşan ve Werişe arkadaşların mektuplarında bunlar çok belirgindi. Bu arkadaşlar Rojava Devrimi’nde de mücadele yürüttüler, kendi toplumları içinde de mücadele yürüttüler, ‘Jin jiyan azadî’ felsefesini hem kişiliklerinde hem de mücadelelerinde açığa çıkarttılar. Direnişleri de bu şekilde İran devletinin bütün zulümlerine rağmen hepimiz için umut oluyor. Hepimiz için küresel çapta da bir dayanışma zemini oluşuyor daha da güçlenmesi gerekiyor. Bu idamlara izin vermeyecek düzeyde daha güçlü bir mücadele gerekiyor.

Kadınların iradesinin tüm işkence ve saldırılara rağmen yıkılmayacağını, kadın eksenli zindan direnişine öncülük eden anlamlı bir mücadele yürütülüyor. Bizlerinde bu mücadeleye karşı sorumluluklarımızı daha fazla yerine getirme ve bu mücadeleyi küresel çapta dayanışmayla idamları engelleyecek çerçeveye kavuşturma sorumluluğumuz var.

*’Jin jiyan azadi’ felsefesi ayaklanmalar sonrasında dünya kadınları tarafından da benimsendi. Hindistan’da son yılların en büyük protesto eyleminde özellikle Kürtçe yazılı ‘Jin jiyan azadî’ pankartı açıldı. ‘jin jiyan azadi’ felsefesinin etkisini ve kadın mücadelesi açısından önemini nasıl görüyorsunuz?

Hindistan’daki eylemde açılan pankart herkeste bir etkilenme yarattı. Aslında bazen bizde kendi mücadelemizin yarattığı etkinin çok farkında değiliz. Bu da bir göstergesiydi ki çelişkinin derinleştiği nokta burası. Yani 21’inci yüzyıl birçok çelişkinin çatıştığı bir zemin ama en derinleşen ve çözülmesi zorunlu olan çelişki kadın özgürlüğü ile ilgili. Kadın özgürlüğü bu çağda kazanılmak durumunda bu nedenle de yaşadığımız her olay karşı karşıya kaldığımız her saldırı tekrar tekrar bize hangi eksende mücadele etmemiz gerektiği, öz savunmamızı nasıl yapmamız gerektiği, siyasete nasıl dahil olmamız gerektiği konusunda ‘Jin jiyan azadî’ eksenli mücadeleyi bir kez daha derinden hissettiriyor. O anlamda 21’inci yüzyılda derinleşen çelişkiyi artık sadece tespitlerle değil, onun küresel örgütlenmesini kadın konfederalizm ekseninde örgütlenmekten tutalım; öz savunmasını yapılandırmaya, siyaset anlayışını geliştirmeye, ittifak politikasını belirlemeye kadar artık daha somut tartışmamız gereken konular var.

21’inci yüzyılda artık kadın sorunu özgürlük temelinde, ‘Jin jiyan azadî’ felsefesi ekseninde çözülecekse o anlamda bu ihtiyacı daha derinden görerek, adımların atılması gerekiyor. ‘Jin jiyan azadî’ hem küresel çapta bir slogan haline geldi hem de Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin kadın devrimindeki öncülük misyonunu netleştirmiş oldu. Sadece Hindistan’da da değil neredeyse liberal kadınlardan tutalım sinema alanındaki şarkılara kadar sanata edebiyata kadar damgasını vuran bir noktaya geldi. Ama biz bunu yeterli görmemeliyiz. Bir yanıyla da sistem tarafından manipüle edilmesi ya da reklam aracı haline getirilmesi tehlikesi var, sistem aynı zamanda bunları kullanım aracına da dönüştürüyor. Bizim şimdi tartışmamız gereken ‘Jin jiyan azadî’ felsefesi tüm dünya da kadın özgürlük mücadelesine rengini verirken, peki biz bunu kadın devrimini gerçekleştirmek için nasıl somutlaştırabiliriz. Bunu tartışmamız gerekiyor. Hindistan’da da eylem oldu bundan mutluluk duymak değil, o zaman Hindistan’dan, Uzak Asya’ya kadar Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar Kürdistan’dan Gazze’ye kadar Ortadoğu’ya kadar yani bu eylemler kadın özgürlüğüne olan ihtiyacı ve aciliyeti görmemiz için bizi bu konuda motive etmeli. Yoksa sadece bununla yetinelim mutlu olalım bu yeterli olmaz. Bunu somutlaştırmak için demek ki daha acil daha erken daha hızlı adımlar atmalı, daha kalıcı ilişkiler kurmamız gerektiğine dair bizlere bir çağrı olarak yorumlamak gerekiyor diye düşünüyorum.

Farklılıklarımız var ama ortaklıklarımız farklılıklarımızdan daha fazladır

*Son olarak dünya kadın mücadelesine baktığımızda ‘Jin jiyan azadî’ felsefesi etrafında bir birliktelik yaratıldığını görüyoruz. Bu birliktelik güçlü bir örgütlülüğe nasıl dönüşür?

Son 10- 15 yılda hemen hemen dikkat ettiysek dünyadaki her kadın eylemi küresel karakter kazandı. Şili’den Latin Amerika’ya kadar, Rojava’dan Afrika’ya, Hindistan’a kadar nerede bir kadın eylemliliği varsa küresel düzeyde bir sahiplenme açığa çıktı. ‘Me too’ hareketinden, ‘Jin jiyan azadî’ serhildanlarına kadar bunun birçok örneği ortaya çıktı. Şimdi bir dayanışma istemi var. Belirli eylemlerde ortaklaşma, bazı sloganlar etrafında bir araya gelme var. Bunlar yeterli değil çünkü karşı karşıya olduğumuz küresel sistemde buna göre tedbirlerini alıyor. Dolayısıyla Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi fikri tam da artık bu dayanışma, bir araya gelme ve bu ortaklaşan noktaları konfederal sisteme kavuşturma arayışıdır. O noktada ayrı görüşler var, farklı ideolojik yaklaşımlar ve örgütlenme perspektifleri de olabilir. Farklılıklarımız var ama ortaklıklarımız farklılıklarımızdan daha fazladır.

Konfederal örgütlenme biçimi; kadın konfederalizmi yerel olanın küreselle, küresel olanın yerelle dengesinin güçlü kurulabildiği, ortak bir gövde biçiminde ortak hareket etmeyi amaçlıyor. Bunu sağlayabilirsek bu sistem karşısında kurumlaşmış bir direnişi geliştirebiliriz. O noktada yapılan bazı konferanslar hazırlanan belgeler ve çağrılar var. Feminist hareketinde, feminist manifesto hazırlama durumları var. Bu çabaları giderek ortak bir potada örgütlenmeye ve küresel çapta bir ortak gövde gibi hareket etmeye dönüştürmezsek sonuç alma imkanı yoktur.

Kadın konfederalizmi için daha güçlü tartışmalar yürütmeye ihtiyaç var

Kadın sadece bir cins kimliği değil biz kadını bir ulus ve halk gibi ele alıyoruz. O zaman bu halk ve ulusun kendi kaderini tayin etmesi ve kendi örgütlenmesine kavuşması, bu örgütlenmesini giderek kurumsallaştırması gerekiyor. Yoksa erkek egemenliği tüm farklılıklara rağmen tüm dünyada aynı biçimde işliyor. En son 2022 yılının verileri vardı. Sadece resmi kayıtlara geçen 2022 yılı içerisinde 89 bin kadın öldürülmüş yakınları, eşleri ve aileleri, boşandıkları eşleri tarafından bu veriler siyasi cinayetleri kapsamıyor, katliamları kapsamıyor, yani birçok şeyi kapsamayan aile içi şiddet denilen ya da kadın kırımı olarak tanımladığımız kadınların cinsiyetinden dolayı öldürülmesi ile sınırlı. Ama bu bir savaş bilançosu, yani 89 bin bir savaş bilançosudur. Dolayısıyla biz sadece aktivizm, gönüllülük, sadece internet üzerindeki hastagler ile bu sisteme karşı mücadele edemeyiz. Bu anlamda kadın konfederalizmi için daha güçlü tartışmalar yürütmeye daha ivedi adımları atmaya ihtiyaç var. Bunu yapacak çok güçlü bir zemin var, irade var ve buna acil ihtiyaç var. Bu hepimiz için hayati bir konu. O anlamda küresel dayanışmayı kadın konfederalizmiyle taçlandırabilirsek bu egemen sistemi dönüştürme gücünü de gösterebiliriz diye düşünüyorum.