Aslı Odman: Direnişlerin en önünde kadınlar var

2020’den beri yükselen ve 2022’nin başında gündeme damga vuran işçi direnişlerini, yeni örgütlenme biçimlerini ve kadınların bu örgütlenmelerdeki pozisyonunu İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi gönüllüsü, akademisyen Aslı Odman ile konuştuk. Aslı Odm

2020’den beri yükselen ve 2022’nin başında gündeme damga vuran işçi direnişlerini, yeni örgütlenme biçimlerini ve kadınların bu örgütlenmelerdeki pozisyonunu İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi gönüllüsü, akademisyen Aslı Odman ile konuştuk. Aslı Odman, “2021'de açıkladığımız işyeri intiharları raporunda da görebileceğiniz gibi, eğer işçilerin ‘geçinemiyoruz’ kaynaklı içe patlaması intiharsa, dışa dönük talebi de işte bu direnişler” diyor.

ELİF AKGÜL

İstanbul - 2022’nin ilk ayları yükselen işçi direnişleriyle başladı. Aslında bu direnişler 2020’den beri sürse de, döviz krizi, ekonomik çöküş, yüksek enflasyon ve işçilere reva görülen “sefalet zamları” direnişlerin körükleyicisi. Direnişin önünde kadın işçiler, kadın sendikacılar var. Bir önemli nokta ise bu direnişlerin büyük çoğunluğu pandemi ile öne çıkan ve büyük büyüme gösteren e-ticaret, e-platform, nakliye ve depo iş alanlarında öne çıktı.

2021 Trendyol kuryelerinin kazanımıyla biterken 2022’de Migros işçileri patron Tuncay Özilhan’a gözaltı ve polis şiddetine rağmen diz çöktürdü. Farplas işçilerinin direnişi sürüyor. Tüm bu ortamda BBC Türkiye bürosu çalışanları da diğer bürolardaki meslektaşlarıyla aynı haklara sahip olmak için greve çıktı, direnişlerini kazanımla sonuçlandırdı.

Bu manzarayı, artan iş cinayetlerini, işçilerin öfkesini İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi gönüllüsü, Akademisyen Aslı Odman ile konuştuk.

“Yaşamsal sendikacılık öne çıktı”

Büyüyen iş alanlarındaki iş cinayetlerinin de büyümeyle doğru orantılı olarak arttığını belirten Aslı Odman, yeni yükselen iş alanları ve direnişlerle paralel olarak “yaşamsal sendikacılığın” öne çıktığını söylüyor.

Mevcut rekabetçi, eril ve konvansiyonel sendikacılığın yeni işçilerin yeni ihtiyaçlarına cevap verememesi üzerine ortaya çıka bağımsız sendikaların da “daha uzun yol yürümesi” gerektiğini dile getiren Aslı Odman, bu yeni erillikten uzak örgütlenmelerin öne çıkan figürlerinin de birleştirici, kahramanlık taslamayan kadın figürler olduğuna dikkat çekiyor.

“2022’nin başında 30’a yakın fiili grev yapıldı”

2021'in sonundan itibaren artarak ses çıkartan bir işçi direnişi var. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Esasında birincisi pandemi dönemine rağmen 2021'de işçi eylemlerinin gerek fiili grevler, yani iş durdurma eylemi, gerekse diğer türdeki eylemlerin arttığını görüyoruz. 2020’den beri bir artıştan bahsedebiliriz. Emek Çalışmaları Topluluğu'nun raporlarına göre 2022 Ocak ayında-Şubat başında ise “filli grev” denilen 26 iş bırakma eylemi olmuş. Bugün artık bu rakam 30’a çıktı. 2020’de bir senede olan tüm fiili grevlerin üçte biri 2022’de sadece bir ayda gerçekleşmiş. 2022 Ocak'taki yükselişin nedeni de ciddi ekonomik kriz, neredeyse hiper enflasyon ve döviz krizi. Asgari ücret nominal olarak pek çok işçinin kazandığının üstünde tespit edildi. Ama resmi enflasyon rakamı da gerçek enflasyonu yansıtmadığı için asgari ücret, en az değil, ortalama üstü ücret haline geldi. Türkiye'nin tam istihdam içinde çalışanlarının yüzde altmış kadarı asgari ücret alıyor! Bunu gerçekten “bıçağın kemiğe dayanması” olarak değerlendiriyorum.

Ocak 2022’deli en önemli talep ise geçimlik ücret talebi. Yani yapılan zamlar, enflasyonun altında kaldığı için işçiler ciddi bir sınırda hayatını geçindiriyor. Ki bunlar da gerçekten işi olanlar. Çünkü Türkiye’de 60 milyonluk çalışma çağındaki nüfusun içinde sadece 20 milyonu tam istihdam içinde. Bıçak kemiğe dayandığı için, işçiler işten atılma riskini alarak direnişe giriyorlar. Canından, sağlığından, ömründen de vazgeçsen, geçimlik ücret kazanamamak, sürekli borç batağında olmak bıçağı kemiğe dayadı. 

İşçiler evlerine yeterli gıdayı götürebilecek sınırı talep ediyor”

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak 2011'den beri iş cinayetlerini belgeliyoruz. Bunun en azından beş mislinin, zamana yayılan iş cinayetleri olan meslek hastalıkları sonucunda ölüm olduğunu söylüyoruz. Yani bir senede 2 bin kaza sonucu ölümü belgeliyorsak, en az 10-15 bin insan da meslek hastalığından ötürü ölüyor ama bunların tamamı kayıtsız kalıyor. Biz buz dağının ancak ucunu gösterebiliyoruz. İşçiler canını ve sağlığını tamamen geri planı itmiş durumdalar. Günde 20 ila 30 insanın iş cinayetlerinde, kazalar, meslek hastalıkları, işyeri intiharı sonucu öldüğü bir ekonomide, işçiler gerçekten canı ve sağlığı pahasına çalışmayı o kadar doğallaştırılmışlar ki, yani borçlarını ödemek ve evine yeterli gıdayı getirmek için bir sınırdalar. Bu sınırı talep ediyorlar esasında. Bir de bütün bu hareketlerin çoğu içeride örgütlenme ile ilgili ön çalışmalar olmadan, spontane bir çığlık olarak başlamışlar. Hepsi değil ama görünürde epey çoğu..

2021'de açıkladığımız son beş senedeki işyeri intiharları raporunda da görebileceğiniz gibi, eğer işçilerin “çalışma ama gene de geçinememe şiddeti” kaynaklı içe patlaması intiharsa, dışa dönük patlaması da işte bu direnişler. Bu nedenle işçilerin taleplerinin ilk sırasında zam gelse de bu bağlam önemli.

İş yerlerindeki insan hakları ihlali teşkil eden işçi sağlığı, iş güvenliği ihlalleri, çalışma koşulları, en basitinden dağıtılmayan kişisel koruyucu donanımlar, alınmayan önlemler, soğukta çalıştırma, elektrik faturalarının artmasıyla beraber karanlıkta çalıştırma, kötü yemek verme, çok uzun ve çoğu zaman yasadışı çalıştırma, yoğun ve hızlı çalıştırma, performansa bağlı çalıştırma, devamlılık primi gibi işçileri öz sömürüye, geçinebilmek için aşırı çok paket atmaya, daha fazla çalışmaya, hafta sonu çalışmaya,eve iş götürmeye yönlendiren sistem performans sistemleri.

“Yükselen sektörler pandemi nedeniyle ‘yaşamsal’ olarak adlandırılan alanlar”

Söz konusu yeni direnişler Getir, Yemeksepeti, Trendyol gibi şirketlerle genelde "ortaklık" bağıyla kendi hesabına çalışan kuryelerden, yine hizmet sektöründe depo işçilerinden oluşuyor. Başka alanlarda da direnişler sürmekle beraber bu sektörlerdeki işçi sınıfının hareketliliğinin nedeni nedir?

Son bir aya baktığımız zaman mekansal olarak üç  öbek görüyoruz. Birincisi İstanbul ve geniş sanayi çevresi, ikincisi de Antep, üçüncüsü Aliağa ağırlıklı olmak üzere İzmir. Antep'te iş kolu olarak çok daha homojen gözüküyor tekstil. Antep'de direniş mahalleri 2021-22 içerisinde süreklilik gösteriyor. 

Eskiden  DİSK Tekstil Sen'e bağlı çalışıp, işini yaptığı için işten atılan yerel sendikacı Mehmet Türkmen ve çevresindeki örgütçü bir işçi kesiminin atıldıktan sonra BirTek-Sen'e dönüşen bağımsız sendikanın katalizatör rolü ,mekansal bütünlük ve tek işkolu var.

İstanbul'da ise yeni yükselen sektörler, pandemide yükselişini, cirosunu hızla artıran kentsel sektörler var. Bunlar her ne kadar iş kolu olarak nakliyat, ticaret, büro gibi alanlara ayrılsa da, ortak noktaları kuryeler veya depolar gibi lojistik,  pandemi boyunca hiçbir zaman durmayan “elzem” veya “yaşamsal” olarak tanımlanan sektörler olması.

“Yükselen sektörlerdeki işçiler de kendi haklarını talep ediyor”

Çalışma koşulları kötüleşmesi, sağlık risklerinin artması ve çok daha yoğun çalıştırma sürerken bir yandan da bu şirketlerin pandemi ile beraber karlılıklarını artırdıklarını görüyoruz. Depolar, süpermarketler, perakende taşıma, e-ticaret gibi sektörler, evden çalışmanın artması, ticaretin e-platformlara yönlenmesi ve hızlanması, dışarıdaki tüketimin azalıp evlere, hanelere dönmesiyle gerçekten büyük karlar elde ettiler, cirolarını katladılar.

Bir yandan da bu altın dengeyi görüyoruz. En kötü, gerçekten neredeyse mutlak sefalet içinde olan çalışanlar direnişe geçmekte daha çok zorlanıyor. Yani ne kadar çok sömürü o kadar çok direniş düz mantığı tutmuyor. Kaçak çalıştırılan göçmenler gibi, kadınlar gibi ücretsiz aile işçiliği, tanınmamış yeniden üretim işçiliği yapanlar gibi, mevsimlik tarım işçileri gibi…Bugün tam istihdamda çalıştırılmak, 'sömürülebilmek' bile bir ayrıcalık neredeyse! Bu tam istihdama sahip olanların büyük çoğunluğu bahsettiğim yükselen iş kollarında. Dolayısıyla sektörlerindeki bu yükselişi, artan ciro ve karları, genişlemeyi bilen işçiler kendi haklarını talep ediyor, direnişe geçiyorlar.

“Sektörel büyüme, iş cinayetleri ve direnişler birbiriyle doğrudan ilişkili”

Bir emek direniş öbeği de İzmir, bilhassa da Aliağa’nın etkisiyle. Pandemide yükselen sektörler kentsel sektörlerle de sınırlı değil. Pandemide dünya ticaret hacminin, uluslararası turizmin azalmasyla beraber gemilerin ıskartaya çıkarılma süreleri kısaldı. Bir yandan da Aliağa’daki Avrupa Birliği sertifikalı tersane sayısı arttı. Demek ki AB bandıralı gemilerin sökülebilmesi için bir adres haline geldiler. Gemi sökümü sektörünün 2018'den beri ciddi bir büyüme ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Bu nedenle Aliağa işçisiyle, Yemeksepeti, e-ticaret kurye işçisinin, depo işçisini birleştiren bir yükselme bağlamı var. Nerede bir sektör büyüyorsa orada iş cinayetleri artıyor. 2007-2008’de bu gemi inşa idi, daha sonra dizi sektörünün Türkiye’nin ihracat unsuru haline gelmesiyle setler benzer şekilde seri iş cinayetlerinin yaşandığı yerler oldular. 2012 Kömür senesi ilan edildi, 2014'de Soma patladı. “İnşaata dayalı birikim modeli var mı, yok mu” diye konuştuğumuz 2000'li yıllarda inşaat işçileri seri şekilde hep aynı nedenlerden dolayı iş cinayetlerinde öldüler. Büyüme, iş cinayetleri ve direnişler, eylemler, hak talepleri arasında tabii ki doğrudan ilişkiler var.

Mesela 2021'den 2022'ye devreden mücadelelerden bahsettik. Üç öbekten, İstanbul, İzmir ve Antep’ten bahsettik. Ama bir yandan da mücadelelerin arasında örgütlenme ortaklığı da olan madencileri unutmamak gerekiyor. Daha derindeki, daha riskli çıkarılabilen linyit kömürü madenlerine hücüm var,  özelleştirilmesi var. Çok daha derinlerde olan, çıkması daha riskli olan, daha kalitesiz kömürün özel sektör eliyle rödovansla çıkarılmasına izin verildiği dönemden sonra hem ölümlerin arttığını, hem de mevcut sendikal sistem içersinde kesinlikle içerilmeyen tabandan işçi örgütlenmesi olarak Bağımsız Maden-İş'in de öne çıktığını görüyoruz. Bağımsız Maden-İş, şu anda işte depo işçilerine, kuryelere de örgütlenme bilgisi aktaran sendikal ağın çatısı altında. Nadir bir sendikal işbirliği olarak Dev Yapı İş ve İnşaat-İş'in senelerdir beraber yaptığı ücret alma eylemlerini de katmak gerekiyor bu resme. Yani 2022 emekçi direnişleri baharı bir günde gelmedi.

“Kendi hesabına çalıştırma modeliyle iş veren tüm sorumluluklarından sıyrılıyor”

Yukarıda bahsettiğim firmalar bilhassa pandemi döneminde ciddi kar etmiş, büyüme göstermiş şirketler. Durum buyken bilhassa enflasyonun resmen yüzde 50'lerde gezdiği bir dönemde "ortakların" ya da işçilerine yönelik sefalet politikalarının nedeni nedir?

Birincisi zaten bizatihi kendi hesabına çalıştırılma modeli, hem işgücü masraflarını hem de çok riskli bir sektör olan motorlu perakende taşıma sektörünün bütün işçi sağlığı risklerini, trafik kazalarını, benzin, vergi gibi ani fiyat artışı risklerini işçiye dışsallaştırıyor. Yani şirketler kendilerini sorumluluklardan arındırarak çok ciddi bir şekilde tasarruf ediyorlar. Bu kendi hesabını çalıştırma sistemi gittikçe artıyor. Yani biz bunu önce e-ticarette gördük. Ama aslında Türkiye'de, özel hastanelerin dayatması ile bir kesim doktorlar da bu şekilde çalıştırıyor. 'Kendi hesabına' özel hastanede ameliyata giden 'esnaf-doktor!'. ABD'nin bazı eyaletlerinde esnaf-hemşire statüsü getirmek için işverenler modeller yaratıyorlar. Bu pratik, aynı isim altında olmasa da, proje bazlı çalışan, 'freelance' gazetecilikte de var. Serbest gazeteciler de kuryeler gibi şahıs şirketi kurmasalar da kendi hesabına çalışıyor gözüküyor, çıktı, yani haber başına ücretlendirildikleri için, ancak öz-sömürü ile bir gelir seviyesini yakalayabiliyorlar diye düşünüyorum.

“Hileli bir istihdam”

Kendi hesabına çalıştırma, şirketin esas işini taşeronlaştırma yani alt işverene aktarma, hileli istihdam türleri. Bir de her zaman işin emeği bölme ereği de var: işçilerin örgütlenip uzun vadeli bir hak talebi ve karlardan daha fazla pay edinme, sömürü oranını düşürme, çalışma saatlerini azaltma, koşullarını düzeltme talep etmelerinin, bunun için kolektif mücadele etmelerinin önüne geçmek için yapılıyor. Bu birazcık uzun erimli kapitalizm hikayesi. Kapitalizmde hiç bir işkolu büyürken hiçbir zaman tabandan kolektif işçi sınıfı hareketi olmadan karlarının ufak da olsa bir kısmından vazgeçip,  işçilerin payını artırmadılar.

Bu modelde işçi hem kendi sağlığını, ömründen sömürüyor, canını düşünmüyor hem de sorumluluk işverene yüklenmiyor. Neden? Kendi geçimlik ücretini sağlamak için. Yani işçinin ücreti çalıştığı saate değil işin çıktısına, performansına bağlı kılınıyor. Bu müthiş bir şekilde karlılığı arttıran, işçilerin payını azaltan ve işveren açısından kontrol etkinliği ve işçilerin de bölüp kolay yönetmesini  sağlayan sistem. Ve bu şirketler de kendileri için en avantajlı noktadan, ve mecbur  kalmadıkça adım atmıyor. Gerçekten eskiden çalışmadığında sefil olacağın düşünülürken bugün çalışırken sefaleti yaşıyor işçiler, bir de sağlığını ve canını "kendi hesabına" kaybediyor. Bu artık görünür oldu. O yüzden bir adım ileri atılmış oldu.

“Boykotlar aynı zamanda iki farklı üretici türünün dayanışması”

Bugün sayı olarak çok fazla işçi direnişte değil belki ama kilit sektörlerdeki bu tarz yeni sömürü pratiklerinin derinleştirildiği sektörlerde isyan ettikleri için, dalga dalga diğer “çalışarak sefil olma” süreçleriyle ilgili güç oluşturarak bir bilinç yaratıyor.

Bir diğer nokta da boykot meselesi. Bu sadece tüketicilerin desteği değil. O boykotu yapanlar da çoğu işte, evde çalışanlar, bu tarz hizmetlere muhtaç olanlar. Kendileri de benzer çalışma acısı, performans sistemleriyle çalıştırılma, güvencesizleştirilme ve geleceksizlik hissini yaşıyor. O yüzden boykotun arkasında bir yalnızca tüketici rolüyle üreticileri desteklemenin değil, aynı zamanda iki farklı üretici türünün de birbirine destek vermesi olduğunu düşünüyorum.

“Eski sendikal yapıların yeni işçi hareketliliğine hazırlığı yok”

Bu alanlarda sendikal örgütlülüğün durumu nedir? Sendikaların ve işçilerin böylesi bir örgütlenmeye bakışı nasıl?

Sendikalar 1990'dan beri gerçekleşen bu bahsettiğim emeğin dışsallaştırılması, örgütsüzleştirme, iş cinayetleriyle ve şedit doğa yağması ile birikim rejimi, emeğin göçmenleştirilmesi adımlarına paralel, yapısal değişikliklere gidemediler.

Çoğunlukla şu oldu: Büyük konfederasyonların altında işleyen büyük ve güçlü sendikalar, iş kolu sendikacılığı, delege sistemi üzerinden ilerleyen bir temsiliyet, gerçek işyeri politikalarını ve işçilerin çalıştığı farklı statüdeki çeşitliliği görmezden geldi. Yani “bir fabrikaya girip bütün kadro çalışanları yapalım, daha az emekle kendi delegelerimizi çıkaralım” zihniyetindeler. Sendikal seçimin işçi demokrasisiymiş gibi tanımlandığı bir sistem sınıfsal örgütlenmeye zarar verdi. O yüzden bu statükoyu koruyan sendikal yapıların bu yeni işçi hareketliliği, yeni işçinin hali, çalışırken sefil olma durumu, iş cinayetleri, emek ekoloji ekseni, doğanın bedeniyle işçinin bedeninin nasıl paralel olarak yağmalandığı gibi meselelerle ilgili, işyerindeki despotik rejimin sınıfın onuruna ve ruhsallığına nasıl saldırdığı ile, borç kıskacında emek ilgili herhangi bir modeli, hazırlığı yok. Bu döngüyü kıran bir konfederasyona üye sendika bir elin parmaklarını geçmiyor. Aktif örgütlenme sahalarına, işyeri seviyelerine bakar bakmaz onları da tespit edebilirsiniz zaten. Azlar ve kıymetliler.

“Yaşamsal sendikacılık, bağımsız sendikalar bir dönüm noktası”

En yeni yaşanan şu örnek çok çarpıcı: Örneğin Antep’te DİSK’e bağlı DİSK Tekstil’de, yeni gelen örgütlenen işçilerle daha militan üye dengeleri değişince, oradaki örgütçüyü, örgütleyebildiği için yani, Mehmet Türkmen’i görevden aldılar, sonra da bağımsız bir sendika kuruldu. Özetle bu süreçte çoğu da konfederasyonlar dışı olan bağımsız sendikaların çok önde olduğunu görüyoruz. Keza yeni kazanımla sonuçlanan Migros direnişine bakınca 2013’te kurulmuş olan DGD-Sen var, aynı mücadelesi ile yasa değiştiren Bağımsız-Maden İş gibi 2011’de kurulan Umut-Sen çatısı altında o da. Dev-Yapı-İş ve İnşaat-İş gibi biri konfederasyon içi, diğeri bağımsız iki işkolu sendikasının rekabet etmek yerine, işyeri militan hak talepleri ekseninde senelerdir beraber hareket edebilmesi de öncü ve istisnai bir durum. Bu arada özel okul, vakıf üniversitesi çalışanları, bar/konaklama çalışanlarının Tehis'i gibi farklı beyaz yakalı örgütlenmeleri de filiz veriyor. Hızla aklıma gelenler bunlar, tüketici bir liste değil bu. Yanlış anlaşılmasın lütfen. 2022 başında öne çıkanları hızla sıralamış oldum. 

Resmi grevin mümkün olmadığı şartlarda fiili meşru grevler ve eylemler örgütleniyor. Bu direnişler zam ve ücret talebiyle başlasa bile, bir adım sonra işçi sağlığı, iş güvenliği, işçinin onur ve haysiyetine saldırı olan koşulları karşı bir yeni yaşamsal sendikacılığın, bağımsız pratiğin adım adım oluştuğunu görebiliyoruz bence. Bu umut veriyor. .

“Sol içi rekabet, emek, kişiler değil işler odaklı işbirliklerine dönüşmeli”

Bu bir yanıyla olumlu, bir diğer yanıyla da gidecek bir yol, çok daha işlenmesi gereken bir mesai çıkartıyor. Sendikal rekabet, sadece Türkiye'deki çoklu konfederasyon olduğu ya da bir iş kolunda pek çok sendika kurulmasına izin verilmesiyle nedeniyle veya ona sınırlı değil. Türkiye’deki darbelerden sonra,  tıpkı başka ülkelerde de olduğu gibi,sol onlarca parçaya bölünmüş. Tabi ki tek neden bu değil. Ama bu başka uzun bir masanın konusu. Emek alanında iş bazlı yapılacak çok kalem iş var, bomboş bırakılmış. Meslek hastalıklarının belgelenmesi, müdahil davalar açılması, iş cinayetleri, emek ve ekoloji, borçlanma meselesi, işyeri intiharları, genel anlamda örgütlenmelerin ruhsal gerekleri, ücretsiz kadın emeği, tabii ki göçmen emeği, kaçak çalıştırılan göçmenler, yapısal ırkçılık, kentsel yoksulluk gibi…Rekabet ise iş odaklı değil, görünürlük  üzerinden ilerliyor. Halbuki her birinde çok yapacak şey var, çok emeğe ihtiyaç var, iş odaklı işbirlikleri gerekiyor, müdahil bilginin sahadaki ihtiyaçlarla buluşması lazım solun kendi içindeki bölünmüşlüğü de işçilerin bölünmüşlüğü gibi bir gerçeklik, bir vaka. Bunu görmezden gelemeyiz. Önümüzdeki mesaide, bu bağımsız sendikalaşma sürecinin bir viraj noktası olduğunu düşünüyorum. Bu sol içi rekabeti, yapılacak işler odaklı işbirliklerine döndürmek gerekli. Buna çabalamama lüksümüz yok, sahiden de her yaşam alanımızda bıçak kemiğe dayandı, dönüşsüz olarak.

“Yeni sendikalaşma eril olmayan bir şekilde örgütlenmeli”

Bu direnişlerin ön sıralarında yine kadınları gördük. İşçiler arasında, sendikacılar arasında da kadınlar çok yüksek sesle öndeydi. Bunun sebebi nedir?

İşte yaşamsal, yaşam odaklı, bağımsız sendikacılık, örgütü örgütlenmenin önüne koymayan sessiz ve derinden, sebatlı eleştirel kadrolar üreten ve yaşatan bir sendikacılık diyebiliriz esasen. Yani gerçekten işçi demokrasisine dayalı, tüm yaşam alanlarını, yani onuru da kapsayan, çevre-halk- işçi sağlığını aynı anda  ele alan örgütlenmeler içerisinde toplumsal cinsiyet bilincinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sırf kaç kadının dahil olduğu üzerinden değil, örgütlenme kültürü olarak da bu acı veren eril örgüt kültürünü aşmak için de. Bunun olmazsa olmazı.

Bahsettiğim bu emek alanındaki rekabet, sol içi rekabet epey eril bir şey. Kahramanlar yaratan, kişisel kültler yaratan veya kazanımı yalnızca bir kapalı çevreye endeksleyen, işbirliğini pek bilemeyen, öne çıkıcı ve görünür olma yönünden bu örgütlenmenin kültürünün çok eril olduğunu görüyoruz. O yüzden bu yeni sendikalaşma, örgütlenme hareketlerinin mekan ve bedenle ilişkisi, görünür halde vitrinde olmaması, köstebek işi olması, savunucu olması, uzun vadeye oya işler gibi yayılması, misafir odasına değil mutfağa önem vermesi ve işbirlikleriyle ilerlemesi açısından kesinlikle başka türlü toplumsal cinsiyet bilinciyle harekete geçmesi gerekiyor diye düşünüyorum.

“Kadınlar direnişlerde kahramanlık taslamayan birleştirici figürler”

İkincisi de bütün işçi eylemlilikleri, örgütlenmeler her alanda ciddi risklerle karşı karşıya. Yalnızca emek hareketinde değil, insan hakları hareketinde, çevre hareketinde, kent hareketinde, hayvan hakları hareketinde, çocuk, LGBTİ+ hareketinde de. Yine emeğe dönersek, kadınların istihdama katılımı çok düşük, yüzde 30-35'lerde. Gemi, inşaat, maden gibi bazı sektörler neredeyse tamamen erkek işçilerden oluşuyor.  Buna rağmen karma sektörlerdeki işyerlerinin içerisine direnenlerin içerisinde kadınların oransal olarak daha fazla kolektifleşmeye yakın olduğunu, bu son direnişlerdeki Migros depo işçileri, çorap fabrikalarındaki kadın işçiler gibi, sağlık emekçileri gibi, metal işçileri gibi, petrol işkolunda öne çıkan figürlerin de birleştirici, kahramanlık taslamayan kadın figürleri olduğunu görüyoruz. Yani emek mücadelelerindeki bu yeni sendikalaşma, yaşamsal sendikalaşmanın renginin de, figürlerinin de, yalnızca biyolojik olarak değil, toplumsal cinsiyet kültürü olarak da kadın olduğuna inanıyorum.