Akademisyen Aslı Odman kadın yoksulluğunu anlattı
Türkiye’de kadınlar yoksulluğu en derin şekliyle yaşarken, kapitalizmin en vahşi alanlarında emek mücadelesi veriyor. Akademisyen Aslı Odman, emeğin kadın halini anlatırken “Kadınlar öne çıktığı zaman o mücadelede geri dönüş olmasına imkan yok” diyor.

SERPİL SAVUMLU
Haber Merkezi- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart’ta kadınlar için ortak taleplerini haykırabildikleri bir mücadele günü olarak anılıyor. 117 yıl önce ABD tekstil işçisi kadınların grevleri ile yazılan tarih kadınların direnişleri ile devam ediyor. Türkiye’de kadınlar yaşadıkları yoksulluktan iş yerlerinde uğradıkları insanlık dışı koşullara, barıştan kadın katliamlarına her alanda taleplerini 8 Mart günü alanlardan dile getirdi.
2025 yılında kadınlar ekonomik krizin en derin halini yaşarken, yaratılan yoksullukla mücadele etmek için de her yolu deniyor. DİSK/Genel-İş Sendikası Araştırma Dairesi’nin son raporuna göre; Türkiye’de istihdamda cinsiyet açığı yüzde 34,6 olarak hesaplandı.10 milyona yakın kadın ailevi ve kişisel nedenler ve ev işleri dolayısıyla çalışma hayatına katılamıyor. Bu her 10 kadından 3’ünün çalışma hayatında olduğunu gösteriyor. Çalışan kadınların yalnızca yüzde 20’si tam zamanlı çalışabiliyor. Katılabilen her 10 kadın işçiden ise yalnızca 1’i sendikalı.
Kadın işçiler yaşamlarını yitiriyor
Türkiye’deki kadın işsizliğinin Avrupa Birliği ortalamasının iki katına yakın olduğu belirtiliyor. AKP iktidarı tarafından “Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılında kadına yönelik her türlü eşitsizlik bir politika haline getirilirken, ‘aile’ adı altında kadınlar, şiddetin her türlüsüne mahkum edilmeye çalışılıyor. Güvencesiz bir şekilde işçi sağlığı ve güvenliğinden yoksun, kapitalizmin en ağır şartlarında çalıştırılan kadınlar, yaşadıkları yoksullukla beraber hayatta kalma mücadelesi veriyor. Ülkede 2013 ve 2024 yılları arasında bin 492 kadın iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Üstelik bu konuda çalışma yapanlar sayının aslında çok daha fazla olduğunu belirtiyor.
Çocuklar ölüyor
Çalışma yaşamında taciz ve tecavüzle yüz yüze bırakılan kadınlar pek çok saldırıyla yüz yüze geliyor. Türkiye koşullarında güç ilişkilerinin bu kadar keskin çizgilerle ayrıldığı günümüzde kadınların bu saldırıları anlatması ve kendilerine hukuki bir yol çizmeleri ise oldukça güç. Sadece kadınların değil kız çocuklarının da kimi biyolojik özelliklerinden dolayı en ağır işlerde çalıştırıldığı ülkede sahadan gelen haberler çocuk ölümlerinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Merdiven altı iş yerleri, vardiyalar, güvenlik, ulaşım, servis, yemek, kreş adeta her başlıkta kadınlar sorun yaşıyor.
İnsanca koşulların yaratılmasını isteyen kadınlar, bir yandan da toplumsal baskılarla mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Ortaya çıkan bu tabloyu Akademisyen Aslı Odman ile konuştuk.
‘Büyük cinsiyet eşitsizliği var’
Kadın yoksulluğu ve çocuk yoksulluğu diye iki ayrı kategorinin olduğunu belirten Aslı Odman, “Önce zaten belli kategorilerin ve tanımlamaların kullanımıyla biz bir şeylerin var olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Aynı iş cinayetleri ve kadın cinayetlerinde olduğu gibi. O yüzden yalnızca terim ya da ansiklopedik tanımı olan terimler değil önce ortalamanın vasatın dışına çıkıp bu sistemin yükünü özellikle çeken o uçlarda gibi gözüken büyük kesimlerden bahsedilmesini sağlamaya çalışmış oluyoruz. Kadın yoksulluğu diye bir şey kesinlikle var. Bunun arkasında ama her türlü yoksulluk ve zenginlik tartışmasında olduğu gibi esasında üretim alanında kurgulanmış bir sınıf farkı da bulunuyor. Yani aslında neden enerji yoksunluğu var neden zaten aslen bakımından sorumlu olduğu çocuğa iyi gıda sağlayamıyor bütün bu soruların arkasında sistemin ortak paydası ve döndüreni olan para var ve paraya değişik servet ve mülkiyet, ücret gibi formlara erişimde çok ciddi bir biyolojik cinsiyet eşitsizliği var” diye konuşuyor.
‘Kapitalizm etkin bir biçimde kullanılıyor’
Türkiye’nin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında özellikle çok düşük istihdam oranlarına sahip olduğunu dile getiren Aslı Odman, “Durumu bu hale getiren en önemli etki de çalışma çağındaki kadınların yalnızca yüzde 36-37’sinin istihdama katılıyor olabilmesi. Yani diğer kalanı biyolojik olarak erkekler. Çok eşitsiz dağılmış. Çalışma çağındaki 16 ila 65 yaş arasındaki çalışan kadınların kalan 7’sinin en fazla ev kadını ve gayet cinsiyetçi olarak ifade edilen evde kalmış olduğunu görüyoruz” diyor.
Yoksulluğu çalışma hayatına bakarak tanımlamak gerektiğini belirten Aslı Odman, kadınların büyük emek sarf ettiklerini ancak bunun karşılığını ekonomik olarak alamadıklarını ve yoksulluğun önemli nedenlerinden binin bu olduğunu tarif ediyor. Aslı Odman “Ataerkil sistem içinde çok etkin bir biçimde kullanılabilen bir kapitalizm var. Bu kapitalizmin makbul olan çalışma hayatına katılamadığınız zaman yoksulluğa da ilk derecede maruz kalmış oluyorsunuz” diye ifade ediyor.
Her şeyin bir projesi var
İktidar tarafından her şeyin her toplumsal sorunun projelendirildiğine dikkat çeken Aslı Odman, “Yağmacı kapitalizm diyebileceğimiz hızlı doğa yağması, hızlı emek yağması üzerine işleyen, maden alanlarından ormanlara girişe kadar hızlı mega projeler kentsel dönüşümden afet sonrası nimete dönüşen inşaat politikalarına kadar çok hızlı bir şekilde kapıp kaçıp o karı başka bir yere yatırabiliyorsunuz” derken, bu sistem içinde insan onuruna yakışan bir birikim ve rejimin olmadığını söylüyor. Kadınların istihdama katılımlarının da bir proje alanına çevrildiğini ifade eden Aslı Odman, “O yüzden bununla ilgili nerede acı var nerede sorun var bu bir proje alanı haline geliyor. Bununla ilgili bir şeyler yapılıyor gibi görünüyor. Aslen en kırılganın, altta kalanın canı çıksın üzerine kurulmuş olan ekonomik birikim ve modelinin devlet şirketi sorunu olduğunu düşünemeyiz. Devletin kamusuyla ilgili bütün faaliyetler geri çekilince, güvenceyle ilgili eşitlikle ilgili bütün alanlardan, politika alanlarından bu birimlerden çekildiği zaman ortaya kalan zaten bir güvenlik devleti” diye yorumluyor.
‘Damla damla su veriyorsunuz’
Değerlendirmesinde iş cinayetlerine işaret eden Aslı Odman, kadın iş cinayetlerinde kadınların adlarının az görüldüğünü ancak saha da daha fazla olduğunu bildiklerini vurguluyor ve şöyle devam ediyor:
“Genç kız, çocuk yani bu cinayetlerde oran çok daha fazla çıkıyor. Yani kırılganlık yaşla ilgili, cinsiyetle ilgili hatta bir de mültecilik ya da zorunlu göçle ilgili kırılganlıkların üzerine etnik kırılganlıklar da konulunca yani altta kalanın canı çıksın mantığında kız çocuklarının oranı da artıyor. İşçi sağlığı iş güvenliği yani güvenlikle ilgili gerçekten toplumun sağlığıyla ilgili hiçbir yatırım alanı yapılmaz. Tam tersi bu bir birikim ve yağma alanı haline getirilmişken bu yangın yerini, bu kıyım yerini süpüren de gülen yüzüyle duygusal yanıyla kadın olsun, bakım emeği devam etsin, ev kadınlığı devam etsin isteniyor. Toplumda kamusal olarak sağlanmayan bütün ruhsal ve bedensel yeniden üretim ihtiyaçlarında kadınların üzerine çok daha fazla rol biniyor olması şuandaki birikim ve zeminin lehine. O yüzden bahsettiğimiz bu kadının istihdama katılma meselelerinin şuandaki bağlamı içerisinde hiçbir zemini yok. Yani aşağıdan siz kesiyorsunuz suyunu kanını çekiyorsunuz üstünden de damla damla su veriyorsunuz. Bundan bir farkı olduğunu düşünmüyorum ben.”
Ücretli emeğin terbiyesi’
“Çalışınca, işçilik cinsiyet meselesini bitiriyor mu? Çalışmada, işçilikte eşitleniyorlar mı? Eşitlenmiyorlar” diyen Aslı Odman, kadınların kayıt dışı ve yine kayıt dışı mekanlarda çalıştırıldıklarını belirtiyor. Kayıt dışı mekanların işçi sağlığı ve diğer yaşanması olası ihlallere daha çok maruz kaldıklarını anlatan Aslı Odman, “Ücretli emeğin terbiyesinde, tabi ki her şeyde olduğu gibi toplumsal cinsiyet ayrışmasından da cinsiyetçilik ve ataerkillikten de çok besleniyor. Bu örgüt psikolojisi ve endüstri mühendisliğinin her türlü formu yani iş organizasyonu” tanımı yapıyor.
Kadınlar ölüyor
Bu çalışma can yakan örnek türüne en son Balıkesir’de mühimmat fabrikasında rastlandı. Burada çalışanların çoğu kadın ve ‘ince- hassas eller’ argümanıyla kadınlar güvenlikten yoksun ölüme gönderildi. Aslı Odman, bununla ilgili olarak, “İş güvenliği ve işçi sağlığı önlemi alınmadığı gibi bu alanda yatırım yapılmıyor. En hassasiyet ve özenli alanlarda üretim bantlarında kadınlar yer alıyor. Ve sonuçta kadınlar ölüyor” şeklinde konuşuyor.
‘Rejimin cinsiyetlendirilmiş bir yanı var’
Aslı Odman, kadınların kötü ve güvensiz çalışmaya mecbur bırakıldıklarını anlatarak, şunları ifade ediyor:
“Kadınlar çalışırken, görünmezken, iş cinayetlerinde de görünmez oluyorlar. 2011’den beri tuttuğumuz iş cinayetleri raporlarında iş cinayetlerinde öldüğünü gösterebildiğimiz 100 insandan ancak 6’sı kadın. Yani daha az kaydediyoruz. Daha az kadın ölmüyor. Çünkü görünürde yansımasıyla ilgili mobilite ile ilgili görünür sektörlerle çalışmakla ilgili çok daha gerideler. Bir de tabi çok tartışıyoruz emek rejiminin cinsiyetlendirilmiş bir yanı var.”
‘Gencecik bedenler kullanılıyor’
Konuşmasında çocukların çalıştırılması meselesine tekrar dönen Aslı Odman, kız çocuklarının sayısının iş cinayetlerinde kadınlara göre daha fazla olduğunu vurgulayarak, şunları dile getiriyor:
“Kadınların özellikle çocuk bakımıyla ilgili türün devamıyla ilgili üzerine aldığı bir nebzede bu toplum içinde anlam atfettiği bu alanında esasında devlet ve şirket tarafından çok daha büyük bir saldırıya tabi tutulduğunu görüyoruz. Sokakta 3-4 yaşında çalışırken ölen işçi çocuğun yanına şimdi 13-14 yaşında meslek meselesi, memleket meselesi olarak dört gün işe gidip bir gün okula giden okul tatillerinde bile çalışan yaklaşık 5-6 bin lira alan yani ucuzunun da ucuzu ve hiçbir şekilde hayır diyemeyecek gencecik bedenler kullanılıyor. Bunda da sanki meslek öğreniyormuş gibi yapılıyor. Bu çocuklar baya ağır çalışma aletlerine ve malzemelerine maruz kalıyorlar. Toplumda üretim çok kadınsılaştırılmış bir durumda bir yandan da toplumun yeniden üretimi sağlayan kadınların elinden bir şeyi dönüştürecek imkanlar sistematik olarak alınıyor.”
Özellikle Türkiye’de bu duruma dair bir şeyin üretilemediğini ifade eden Aslı Odman, “Toplumsallığın ölümü demek, toplumda kadınların konumunun bu halde tutuluyor olması demek herhangi bir toplumsallık umudunun yani kadınların durumundan bağımsız olarak herhangi bir toplumsallık ve bir arada yaşama umudunun da saldırıya uğraması anlamına geldiğini düşünüyorum. O yüzden kadın hakları yalnızca kadınların hakları olmaktan çok daha önemli bir şey” diye konuşuyor.
‘Edi bese’ noktası var bu çok açık’
Emek, ekoloji öz olarak yaşamsal mücadelelerde yaşamın yeniden üretimi noktasında kadınların en önde bulunduklarını anlatan Aslı Odman, “Ekoloji mücadelelerine bakın, toprak savunusuna bakın, orman savunusuna bakın, HES karşıtı mücadelelere bakın, iş yerlerinde de eğer kadınlar öne çıktığı zaman o mücadelede geri dönüş olmasına imkan olmuyor. Çok apayrı bir toplumun imkanlarından uzak bırakılmışlıkla ilgili bir ‘edi bese’ noktası var bu çok açık. Bir sürü örnek verebiliriz. O gözle kendimiz de mücadelenin içine girince insan her türlü mücadelenin içerisinde birincisi kadınların çok daha vazgeçilmez bir şekilde başta yan yana bir hiyerarşi kurmadan olduklarını görüyoruz. Ve onun örgütlenme modellerinin yani kadınsı ve kadınların yaptığı örgütlenme modellerinin sözü döndürmek üzerine değil kimin yöneteceği üzerinde değil gerçekten yaşam savunusunun imkanı üzerinden çok daha yatay olduğunu da görüyoruz. O yüzden esasında kadınlar da direniyor demek yerine bugün tüm mücadelelerin erkek egemen tarzlarını, bu tarzı kadınların geliştirdiği yaşamsallıklarla örülü mücadele metodlarından çok şey öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. O yüzden mesele biraz sayı da değil nitelikte. Ancak bu tarzda azınlıkta bırakılmış durumundan gelinebilecek çok önemli kadim mücadele metotları var onlar harekete geçmeye görsün onların önünde hiçbir şey duramıyor” diyor.
‘Umut beliriyor’
Bir Barış Akademisyeni olarak Aslı Odman, ülkede yaşanan son süreç ile ilgili olarak ise şöyle konuşuyor:
“Biz bütün kavramların içinin boşaltılarak o kavramların esasında birer silaha dönüştüğü bir dönemde sosyalleştik. Çalışma barışı dendi, esasında işçi katliamı normalize oldu günde 20-30 insanın ölmesi. İmar barışı dendi insanları binalar ortadan kaldırdı. Bu barış sürecinde de gerçekten içinin barış kavramıyla dolması için, yaşamsal olması için yani yeniden bütün bu ölüm türlerini devam ettiren kapitalist üretim tarzının devam etmemesi için bir umut beliriyor. Bu sefer barış kavramının içini doldurmak için de işin şeklinde değil gerçekten içeriğinde yaşamsal olanı savunacak feminist bir damar olması gerektiğine ve olduğuna inanmak istiyorum.”