“Türkiye bir savaş yöntemi olarak insanları susuz bırakmayı amaçlıyor”

Fırat Nehri’nin Suriye’ye akan kısmını kesen Türkiye’nin bir savaş yöntemi olarak insanları susuz bırakmayı amaçladığını söyleyen Rewşen Hacim, yaşanan ihlalin uluslararası düzeyde görülmesi gerektiğini kaydetti.

BEYDA OSMAN

Kobanê- Türkiye ve Suriye arasında 17 Temmuz 1987'de Fırat Nehri'nin bölünmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. Birleşmiş Milletler, Suriye'nin payının saniyede 500 metreküp su olduğunu ifade etse de Türkiye, 27 Ocak 2021'den bu yana Fırat Nehri'nin Suriye’ye akan suyunu kesti. Türkiye bu anlaşmayı ihlal ediyor ve nehir suyunu Kuzey ve Doğu Suriye sakinlerine karşı bir silah olarak kullanıyor. Türkiye’nin bu uygulamaları karşısında halk, tarım, sağlık ve elektrik alanında birçok sıkıntı yaşıyor. Fırat-Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi Adalet Meclisi Eş Başkanı Rewşen Hacim, konu hakkında ajansımıza açıklamalarda bulundu.

"Suriye'nin Fırat suyundaki payı belli"

Fırat su paylaşım anlaşmasının içeriğine dikkat çeken Rewşen Hacim, “Anlaşma 1987 yılında Fırat Nehri'nin Suriye limanı bazında imzalandı. Anlaşmaya göre saniyede 500 metreküp su Suriye'ye akmalıdır. Bu anlaşma Birleşmiş Milletler tarafından tescil edilmiştir. Dolayısıyla bu resmi bir ittifaktır ve Türk devletinin bu anlaşmaya göre hareket etmekten başka seçeneği yoktur" dedi.

"Fırat suyunun kesilmesi siyasi saldırıdır"

Türk devletinin amacına değinen Rewşen Hacim, “Türk devleti her fırsatta Suriye krizini elinden geldiğince kullandı. Bir yandan silahlı saldırılar gerçekleştirdi öte yandan farklı savaş politikaları uyguladı. Türk devletinin yeni savaş yöntemlerinden biri de Fırat suyunu kesmesidir. Şu anda 3 milyon insan suya ulaşamıyor, bundan dolayı da insanlar tarım, hayvancılık ve elektrikten yararlanamıyor. Şuan tüm geçim kaynakları yetersiz" sözleri ile halkın yaşadığı zorluklara dikkat çekti.

"Savaş suçları cezasız kalıyor"

Türk devletinin artık sınırları aştığını ve tüm ittifakları ve yasaları ihlal ettiğini dile getiren Rewşen Hacim, “Türk devletinin cezalandırılması gerektiği defalarca söylendi ama şimdiye kadar bu sözlerin uygulandığını görmedik. Türk devleti artık cezasını çekmeli ama ne yazık ki insan hakları örgütleri ve tüm uluslararası toplum Türk devletine göz yumuyor" ifadelerinde bulundu.