Sati geleneği-3
Kadınlar için Xwebûnlarına ulaşmak aşka ve özgürlük hakikatine ulaşmak demek. Aşkta esas ilke kadının Xwebûn’a ulaşması ve yitirmemesidir. Kadın devrimini, demokratik toplum inşası, “Jin Jiyan Azadi” felsefesinde buluşmayı ifade eden zamanları anlatır.

Sati geleneği ve jineolojik derinlikle gelişmiş mücadelede xwebûnuna ulaşmak
ROJBÎN DENİZ
Doğal toplumdan uzaklaşmanın ve Tanrıça Sati mitinin merkeze alınarak toplumu ataerkilliğin cinsiyet kalıplarına doğru çekme gelişmiştir. Bunun ilk adımını tanrılar attı. Erkeği kadından koparan şamanların ilk adımı sonrasında kadın, erkek için kurban edilmesi gereken bir varlık olarak görülmüştür. Hindistan diyoruz ama esasında bu mitolojik anlatımın diğer toplumlarda da benzer versiyonları vardır. Kadınların yalnızca bedenleriyle değil, ruhları ve fikirleriyle de erkeğin bir uzantısı olarak kabul edilmesine yol açan bu zihniyeti doğru analiz etmek gerekir. Kadını kölelik kalıplarına sıkıştıran bu zihniyet, bugün dünyanın her yerinde sistemleşmiş ve kurumsallaşmış bir biçimde varlığını sürdürmektedir.
Zamanla değiştirilen ve ataerkil toplum düzenine uyarlanan bu anlatıda, Tanrıça Sati, uzun ve mutlu evliliğin bir sembolü haline getirilmiştir. Yani, kadının ölünceye kadar kocasına bağlı olması gerektiği fikri yaygınlaştırılmıştır. Bu anlayışa göre kadın için kocası onun tapacağı bir tür tanrı olarak görülür. Nitekim, Sanskritçede "koca" için kullanılan "Swami" kelimesi, "Efendi" anlamına gelirken, "Pati" kelimesi hem "koca" hem de "efendi" anlamına gelir. Dolayısıyla Sati geleneği, kadının kocasına mutlak bir bağlılık içinde yaşaması ve hatta onun için kurban edilmesi gerektiği düşüncesine dayanır.
"İdeal anne", "ideal eş" ve "ideal ev kadını"
Evet, günümüz Hindistan’ında ya da dünyanın başka herhangi bir yerinde, kadınlar fiziksel olarak eşleri öldüğünde diri diri ateşe atılmıyor ya da öldürülmüyor olabilir. Ancak, kadınların ruhen ve fikren erkekle olan bağlarının devamı, toplumsal yargılar aracılığıyla sağlanmaya devam ettiriliyor. Yani, aslında Tanrıça Sati olmadan da yaşatılan Sati geleneği bugün de kadınları kölelik sınırlarında tutan bir sistem olarak yaşamaya devam ediyor. Kadınlar, "ideal anne", "ideal eş" ve "ideal ev kadını" kalıplarıyla şekillendirilerek ailenin, geleneğin, aşiretin ve toplumun yargıları içine hapsedilmeye çalışılıyor.
Kadınların erkekler için kurban edilmesi, Hindistan’da en radikal biçimini almış ve kadınlar, eşleri öldüğünde diri diri yakılarak "kurban" edilmiştir. Bu ritüel, kadının "tanrıçalaştığı" şeklinde yorumlanır. Ancak gerçekte, bu durum erkek tanrıların kadınları cezalandırma fikrinin, zamanla gelişen dini inançlarda da yer bulması hali olarak görüle bilinir. Bu anlayış, toplumda, namuslu, şerefli, iffetli ve kocasına bağlı kadın figürünün gelişmesini sağlamış toplumsal yargıları oluşturan zihniyet kalıpları, kadınları günümüze kadar kölelik zincirlerine bağlamıştır. Bu düşünce, kadının erkek zihniyetinde kendini eritmesini ve ölünceye kadar ona bağlı kalmasını öngörür. Dini öğretilerde de kadın, kocasının hizmetkârı olarak tanımlanır ve onun şehvetini tatmin ederek gönlünü hoş tutmakla yükümlü tutulur.
Birçok aile de ‘dul’ bir kadının “yoldan çıkabileceği” korkusuyla onu sıkı kurallarla sınırlandırmayı bir çözüm olarak görmüştür. Kocasını kaybeden kadın, adeta sahipsiz bir mülk olarak ölen eşinin kardeşiyle evlenmeye mecbur bırakılarak, ısrarla birine tapulanmalı ya da yaşarken ölmüş bir eda ile görünmez olmalıdır. Sosyal ve ekonomik hayattan koparılarak adeta görünmez hale getirilir. Evli olduğu erkek öldüğünde, kadının başını tıraş etmesi, saçlarını yolması, yerde uyuması, çıplak ayakla gezmesi, ağır işler yaparak bedenine zulmetmesi, sarı, gri, kahverengi veya siyah renginde giysilerin giyilmesi ve mücevherlerini çıkarması gibi uygulamalar, Sati geleneğinin farklı biçimlerde yaşatıldığı örneklerdir. Bu kadınlar toplumda kutsal, iffetli, kocalarına olan bağlılıklarında ne kadar güçlü olduklarını kanıtsamış kadınlar olarak gösterilirler. Bu tür toplumsal dayatmalar, yalnızca Hindistan’da değil, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde kadınlara dayatılan ve kadınlarında toplumsal yargıların etkisinde kalarak gönüllü uyguladıkları geleneklerdir. Aynı durum dul kalan bir erkek için hiçbir zaman geçerli olmamıştır.
Bu anlayış, aynı zamanda kadının kendini erkeğin beğeni ölçülerine göre şekillendirmesini, onun ruhsal ve bedensel ihtiyaçlarına göre varlık göstermesini zorunlu kılar. Kadın bedeninin, ruhunun ve fikirlerinin yalnızca bir erkeğe adanması gerektiği fikri, şamanlardan tanrılara, oradan da günümüz erkek egemen zihniyetine kadar uzanan bir icat olarak değerlendirilmelidir. Bu geleneğin temelinde, erkeğin kadın bedeni üzerinde kurduğu hiyerarşi yer alır. Kadının hem toplumsal hem de bedensel varoluşunun sınırlandırılması, bu zihniyetin bir parçasıdır.
Jineoloji ile derinlik kazanmış özgürlük mücadelesi
Bugün dünyayı saran mezhep, ırk, milliyetçilik ve cinsiyetçilik temelli savaşlarda yine kurban olarak seçilenler kadınlar. Sanki hep bir kurban olacakmış ve bu da kadın olmalı üzerinden müzakere edilmiş bir ideolojik çizgi var. Doğal akış ve gelişim sürecine yapılan despotik müdahaleler, toplumsal krizlerin temel kaynağı haline gelmiştir. Günümüzde yaşanan soykırım savaşları da tam bunu yansıtmaktadır. Her birimiz, bu krizlerin içinde savrulurken, bize dayatılan karakter kalıplarına çarpa çarpa bir çıkış yolu arıyoruz. Özgür kadın kimliğini inşa etmek için, ciddi bir iç mücadele, bilinç ve kendine ulaşmayı gerçekleştirmek gerek.
Kadın kimliği ile xwebûn olmak
Tam da bu noktada, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, kadın çözümlemeleri yol gösterici olmaktadır. Kadınların özgürlük mücadelesine hitaben ifade ettiği, “Evrensel özün kolektif gerçeği kadın hareketidir” ve yine “Kadın evrenin ta kendisidir, erkek ondan sapmadır, sapmış bir gezegendir. İlk önce çocuğa seslenmek için dili üreten kadındır. Kültürü üreten de kadındır. Toplumun doğuşunu sağlayan da kadındır. Kutsallık ve Tanrısallık ona aittir.” sözü, erkek egemen zihniyetin kadınları içine çeken kara deliğinin karanlığına karşı, ortak mücadele’nin adresini işaret etmekte. Kadını kurban eden, onu sistematik olarak yok sayan küresel erkek egemen zihniyete karşı, Jineoloji ile derinlik kazanmış kadın özgürlük hareketinde ortaklaşma çağını kadınlar başlattı. Kadınlar mücadele ile başlayan çağa kadın kurtuluş fikriyle Xwebûn olmaya ilk adımlarını atarak, kadınların ilkelerinin ne olması gerektiğini somutlaştırdı. Kadınlar için Xwebûn’larına ulaşmak aşka ve özgürlük hakikatine ulaşmak demek. Aşkta esas ilke kadının Xwebûn’una ulaşması ve yitirmemesidir. İşte bu tamda kadın devrimini, demokratik toplum inşası, “Jin Jiyan Azadi” felsefesinde buluşmayı ifade eden zamanları anlatır. Kadın devrimi, mücadelesi, kadın bedeni, ruhu ve fikirleri için belirlenen sınırları anlamsızlaştırmıştır. Kadınlar sınırlara sığdırılmayacak kadar akıcı, yaratıcı ve kendileri olabilecek bir enerjiye sahiptir. Yeter ki kendileri olabilmeyi başarsınlar.
Bitti…