Kadın mücadelesinden tarihsel kesitler -I-

Baskı, şiddet, savaş, ırkçılık, militarizm ve cinsel sömürü ile iç içe geçmiş binlerce yıllık tarihsel sürecin kökleştirdiği yaşam biçimi günümüzde de sıkı sıkıya korunuyor… Cinsiyetçi iş bölümünün hâkim olduğu çalışma hayatında tutunmaya, ayakta kalmaya ve yaşamını sürdürmeye çalışan kadınlar sadece emek piyasasında tutunmak için değil, eşit ve adil koşullarda çalışmak için de mücadele ediyor. İşlerin erkek işi-kadın işi olarak ayrımı devam ederken, kadınlar daha çok çalışmasına rağmen daha az ücret alıyor… Kitlesel olarak dokuma fabrikalarında başlayan kadınların iş yaşamı, şimdilerde ise hizmet sektöründe devam ediyor. Hazırladığımız yazı dizisi ile aynı zamanda kadının kültürel ve siyasal gelişim evresindeki kabuksal değişim süreci de ortaya çıkıyor. Yazının ilk bölümünde kadınların ilk örgütlü eylemlerini, unutmamamız gereken bir isim Olympe De Gouges’i, “Fabrika Kızları”nın Lowell’daki direnişini paylaşacağız…
ZEYNEP AKGÜL
Ankara- Erkekliği, sadece toplumsal cinsiyetin bir örüntüsü değil de daha geniş çaplı sistematik bir yapının, öznel durumu olarak tarifleyebiliriz. Toplumsal sarsıntılar nedeniyle hegemonyasını giderek kaybettiğini düşünen erkeğin; kadın üzerinde arttırdığı şiddet ve sapkınlıkla egemenliğini yeniden kazanmak istemesi, yeni bir durum değil. Erkeklik, her daim daha fazla şiddet üreterek ayrıcalıklarından kolay kolay vazgeçmeyeceğini tarihin her evresinde açıkça göstermiştir. 
Bu şiddeti yazdığı “Kadın Hakları Bildirgesi” nedeni ile 1793 yılında ölüm cezasına çarptırılan Olympe De Gouges’den; 1834 yılında Lowell pamuk fabrikasında pamuk ve iplik tozu içinde çalışan genç kadınların ölümünden; New Yorklu dokuma işçisi kadınların yanarak can verdiği 1857’lerden; 1900’lü yıllarda Amerikan Triangle Gömlek Fabrikası Yangınında 146 tekstil işçisinin yanarak ve dumandan boğularak hayatını kaybetmesinden; 2005 yılında Bursa’da Özay Tekstil Şirketi’nde gece mesaisinde çalışan, çıkan yangında üzerlerine kapı kilitlendiği için kaçamayıp feci bir biçimde yanarak can veren kadınların çığlığından ve varlığından haberimizin olmadığı, sadece gazetelerdeki küçük puntolarla ‘haberdar’ olduğumuz, iş cinayetlerinde katledilen kadınlardan tanıyoruz. Kadınların ölüm çığlıkları sonucunda kazandıkları direnişleri hazırladığımız yazı dizisi ile sunmaya çalıştık. 
İlk kadın mücadeleleri 
Toplumsal değişim, kadınların konumlarında da farklılıklar yarattı. Mücadelenin bir özgürlük eğilimi olarak gelişmesi kadının evden çıkıp sanayiye girdiği döneme denk gelir. Kadınların mücadelesinde dikkate değer çıkışlar da bu dönemden itibaren baş gösterdi diyebiliriz. 
Kadınların ilk örgütlü eylemlerinden biri, Papalığa karşı 1642 yılında Uluslar Topluluğu Parlamentosu’na verdikleri dilekçedir. Kadınlar din adamlarının baskısına karşı çıkar ve din karşısında erkeklerle eşit koşullarda olmak isterler. 
İkinci bir dilekçe ise 1647 yılında “Hizmetçi Kızlar” tarafından verilir. “Hizmetçi Kızlar”, dilekçe eylemiyle çalıştıkları evlerde kendilerine yapılan baskı ve uzun süreli çalışma sürelerine itiraz ederler.  
Yine aynı yıl içerisinde Lilburne adında tutuklu bir kadının bırakılması için bir dilekçe eylemi gerçekleştirirler. Kadınlar, “Sessizce oturup evimizde mi kalalım?” der. Dönemin tepki verme biçimlerinden biri olarak “dilekçe” önemli bir yer tutar. Kadınların örgütlenmesinde bu tarz çıkışlar sarsıcı bir rol oynar. 
Unutmamamız gereken bir isim Olympe De Gouges
Kadınların birçok ülkede hakları yoktu. Bırakalım yaşamda eşitliği, yasalar karşısında dahi eşitlik sağlanmış değildi. Paris Komünü gibi bir tarihi olan dünyanın en gelişmiş ülkelerinden Fransa’da bile 1960 yıllarında Napolyon’un gerici yasaları hüküm sürüyordu. Evli kadının mülk üzerinde söz hakkı yoktu. Çocukların vesayeti babaya aitti. Kürtaj yasaktı. Çalışan kadınların ücreti aynı işi yapan erkeklere oranla düşüktü. Doğum öncesi ve sonrası izinler ücretsizdi. Kreş yoktu.  Kadınların çalışması, eşlerinin iznine bağlıydı.
Devrimle birlikte oluşturulan Fransız Ulusal Meclisi’nde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temelini oluşturan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi okundu. Ancak bu metinde yer alan insan (homme) sözcüğünün sadece erkekleri kastettiğini söyleyen Olympe De Gouges, 1791 yılında insanlık tarihinin ilk kadın hakları bildirgesi olan “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları” bildirgesini yayımlar ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini” savunarak Fransız Devriminin kadınlara karşı duyarsızlığını eleştirir. Bu nedenle Olympe De Gouges, kadın hakları mücadelesini ilk olarak başlatan ve hiç unutulmaması gereken bir isim olarak tarihe geçer. Ancak ne yazık ki Fransız Devrimi’nin feminist olması gerektiğini savunduğu için, yazdığı “Kadın Hakları Bildirgesi” nedeni ile 1793 yılında ölüm cezasına çarptırılır. 
Dünya tarihi incelendiğinde görülür ki kadınların var oluşlarına ait düşünceleri ve talepleri hep ötelenmiş, istekleri hep görmezden gelinmiştir. Fakat feminizm ile birlikte ilk kez kadın, toplumsal algının yanlışlığına sistematik ve bilinçli bir karşı çıkış gösterir. 
Olympe de Gouges, yaşamı boyunca ölüm cezasının kaldırılması, mahkemelerde halk jürilerinin kurulması, Fransız sömürgelerindeki kölelerin özgürleştirilmesi, gayrı meşru çocukların tanınması, evlat edinilmesi, gelir vergilerinin adaletsizliği, yoksulluk gibi konularda mücadele etti.
“Fabrika Kızları”nın Lowell’daki direnişi tarih yazdı
1834’te Massachussets’te bulunan Lowell Pamuk Fabrikası’nda çalışan kadın işçiler (Mill Girls – Fabrika Kızları olarak anılırlar) ücret kesintilerine direnirler ve direnişleri sonraki yıllarda da devam edecek olan grev dalgalarının öncüsü olur. Yaşları 12-30 arasında değişen “Fabrika Kızları”nın çalışma koşulları içler acısıydı; saatlerce çalışmaktan güneş ışığını göremiyorlardı . (Tıpkı bugün; günde 12 saat asgari ücretle çalıştırılan ve asla güneşi göremeyen ve rüzgârı hissedemeyen AVM çalışanları gibi…) 
Fabrika Kızları pamuk ve iplik tozu içinde çalışıyor, genç yaşta hastalanıp ölüyorlardı. Haftalık 73 saat çalışan kadınlar fabrika çevresindeki pansiyonlarda “kira” ödeyerek kalıyordu. Pansiyonlarda gece 22.00’dan sonra sokağa çıkma yasağı vardı. Bunun yanı sıra ise kadın işçilere ahlak ve din dayatılması yapılıyordu. Lowell Fabrikası’nın el kitabında “kilise ibadetine katılmayan ve ahlaktan yoksun kadınların istihdam edilmeyeceği” yazıyordu.
On binlerce kadın işçinin ücretlerinde yüzde 15 oranında kesinti yapılmak istenince bunun üzerine kadınlar grev kararı aldı. Örgütsüzlük, deneyim eksikliği gibi nedenlerle grev başarısız oldu. İşçilerin çoğu ise düşük ücretlerle işlerine geri dönmek zorunda kaldı.
“Eşit işe eşit ücret talebi tüm ülkeye yayıldı”
Yaşanan bu ilk grev tecrübesinden sonra 1836’da işçilerin pansiyon kiralarının arttırılmak istemesi karşısında Lowell fabrikaları, kadın işçilerin yeni protesto ve grevlerine sahne oldu. Bu seferki grev ise kira zamanının geri alınması ve patronların geri adım atmasıyla sonuçlandı. 1845’te bir dizi protesto ve grevin ardından, pek çok kişi bir araya gelerek Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışan kadınların ilk birliği olan Lowell Kadın İş Reform Örgütü’nü  (The Lowell Female Labor Reform Association, LFLRA) kurdu.
Fabrika Kızları’nın mücadeleleri Amerika’da kadın işçilerin mücadelesinin dönüm noktası oldu ve kadın-erkek tüm Amerikan işçilerine ilham verdi. Kadın işçilerin eşit işe eşit ücret talebi Lowell’ın fabrikalarından tüm ülkeye yayıldı.
Yarın: Katliamdan hak arayışına: 8 Mart’ın tarihçesi