AKP’nin 21 yıllık ‘kadın karnesi’: Yasalar yapıldı uygulama yok-1
Türkiye’de kadınlar uzun yıllar mücadele yürüterek yasal olarak önemli kazanımlar elde ederken, 21 yıldır iktidarda olan AKP ise geri uygulamalarla yasal hakları gasp etmek için her yolu denedi.
DELAL SARI
Haber Merkezi- Dünya Kadınlar Günü olan 8 Mart Türkiye’de de ilk kez 1921'de kutlandı. 1975 yılından sonra başlayan kitlesel kutlamalar, 12 Eylül Darbesi’yle yasaklandı. 1984'ten bu yana eşitlik ve özgürlük talepleriyle kitlesel olarak 8 Mart’ı karşılayan kadınlar, yoksulluğun azaltılması, sağlığa erişim, insana yakışır işler, barış ve adalet, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ayrımcılığın önlenmesi, çocuk evliliklerin engellenmesi, kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal hayatta karar alma süreçlerine etkin katılımı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için sağlam politikaların uygulanması için mücadele ediyor. Maraş merkezli 6 Şubat’ta 7,6 ve 7,7 büyüklüklerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle kadınlar, bu yılki 8 Mart’ı deprem bölgesindeki kadınlarla dayanışmayı büyüten eylem ve sözüyle karşılıyor.
Bizlerde NUJİNHA olarak hazırladığımız dosya ile, 21 yıldır iktidarda olan AKP’nin kadın karnesini hazırladık. Yasal hak gasplarından özel savaş politikalarına, tutuklama, gözaltından kadını biat ettirmeyi amaçlayan söylemlere, şiddet, tecavüz ve taciz olaylarında artıştan ucuz iş gücü haline getirmeye geniş bir yelpazede ele alınabilecek AKP’nin kadın düşmanlığı üzerinden geliştiren cinsiyetçi, ırkçı siyasetini ortaya koymaya çalıştık.
İktidar yasal düzenlemeler yapmaya zorlandı
Türkiye’de 3 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen Genel Seçimlerde oyların yüzde 34,3'ünü alarak 363 milletvekili ile tek başına iktidar olan AKP, Meclisteki üye sayısının yüzde 66'sını aldı. Kesintisiz ve tek başına 20 yılı aşkın bir süredir iktidarda kalan tek parti. İktidara aday olduğu dönem demokratik söylemlerle gündem olan AKP, iktidarı boyunca muhafazakar söylemlerle yol izledi. AKP’nin, iktidarı boyunca kadının insan haklarına yönelik politikaları tartışmalı oldu. 2000’li yılların başlarında Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çıkararak kadın haklarına ilişkin pek çok olumlu adım atmaya mecbur kalan AKP iktidarı, uygulama konusunda hep ayak diredi. İktidar tarafından göstermelik atılan adımlara kadınlar örgütlenerek ve oluşturulan ortak platformlarla yanıt olurken, eşitlik ve özgürlük mücadelesini, çeşitli kampanyalarla kamuoyunun ve iktidarın gündemine getirdi.
Kadınlar yasal hakları için başarılı kampanyalara imza attı
Siyasi karar alma mekanizmalarındaki yöneticilerin kadınların yaşadığı sorunları görmezden geldiği bu süreçte, sorunların çözümü için çok önemli adımların atılması sağlandı. Kadınların maruz bırakıldığı şiddete, tacize ve tecavüze dikkat çekmek; kadınların evde harcadığı karşılıksız emeğin ne denli önemli sonuçları olduğunu göstermek; savaşın kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini açığa çıkarmak gibi konularda bugüne dek kadınlar, başarılı kampanyalar hayata geçirdi. Kadınlar yasal haklarına ilişkin Anayasa, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, Şiddete Son (Şiddet Yasası) kampanyalarıyla büyük bir mücadele yürüttü ve sonuç aldı.
Kadın-erkek eşitliği yasa maddesi olarak kaldı!
Kadın örgütleri kadınlara fırsat eşitliği sağlanabilmesi için olumlu ayrımcılık ilkesinin Anayasa’ya girmesi amacıyla on yılı aşan bir mücadele yürüttü. 2004 ve 2010 yılındaki kapsamlı değişikliklerde, Anayasa’nın 10’uncu maddesine, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ibaresi eklendi. Türkiye’de Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesini düzenleyen 10’uncu madde, kanun önünde kadın-erkek eşitliğini güvenceye alsa da uygulamalarla ve hükümet yetkililerin söylemleri ile kadın-erkek eşitsizliğini pekiştirmeye devam etti. Kadın örgütleri, “fiili eşitliğin” yani yaşamdaki uygulamalarda eşitliğin sağlanması için eşitlik maddesinin, “cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, etnik köken ve medeni durum” gibi nedenlerle ayrımcılığın yasaklanmasını içerecek şekilde değiştirilip genişletilmesini savunuyorlar. 10’uncu maddedeki son değişiklikler olumlu olsa da, devleti kadın-erkek arasında fiili eşitliği sağlamakla yükümlü kılmıyor.
Medeni Kanun 75 yıl sonra değiştirildi
Kadınların yürüttüğü bir diğer kampanya ise “Aile İçinde Tam Eşitlik İçin Medeni Kanun Değişikliği Kampanyası” idi. 1926 tarihli Medeni Kanun 75 yıl sonra, 1951 yılından beri süregelen reform çabaları ve 2000-2001 yıllarında kadın hareketinin çok yoğun çalışmalarıyla değiştirildi. Eski Medeni Kanun erkeklere evlilik kurumu içinde üstünlük sağlıyordu. 126 kadın grubu, bazı eksiklikler de olsa ailede kadının durumuna ilişkin köklü değişiklikler içeren yeni Medeni Kanun’un kabul edilmesinde çok büyük bir rol oynadı.
Evli kadının çalışma iznini eşine bağlı kılan madde kaldırıldı
Aileye ve kadının ailedeki rolüne yeni bir yaklaşım getiren yeni Medeni Kanun, aileyi kadın ile erkek arasında eşitlik temeline dayalı bir ortaklık olarak tanımlar. Yasanın diline de yansıyan bu anlayış sayesinde “karı” ve “koca” kavramları yerini “eşler” kavramına bırakmıştır. Eski kanuna göre kadının evlenebilmesi için 15 yaşını doldurması gerekiyordu. Bu madde değiştirildi ve gençlerin evlenmesi için 17 yaşını doldurmaları gerektiği eklendi. Evli kadının çalışma iznini eşine bağlı kılan madde kaldırıldı. Eşlerden birinin meslek seçiminde diğerinin iznini almak zorunda olmadığı kanuna eklendi. Eski kanuna göre evin ve çocukların geçiminden erkek sorumlu iken yeni kanunda, “Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıklarıyla birlikte katılırlar” şeklinde düzenlendi. Ayrıca, yasanın dili de önemli ölçüde sadeleştirilerek, herkesin anlayabileceği hale getirildi. Tüm bu başarıları sağlayan kadın örgütleri, yeni Medeni Kanun’daki eksikliklerle mücadeleyi sürdürüyor.
Kadın bedeni üzerindeki bakış açısı değiştirildi
Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu (TCK) Kampanyası da 2003 yılı başında Türkiye’nin her yerinden 30 örgütün kadın hukukçularının katılımıyla oluşan TCK Kadın Platformu iki yıl boyunca ulusal ve yerel düzeyde savunuculuk faaliyetleri sürdürdü. Bu kampanya ceza kanunun bakış açısını değiştirdi. Eski kanunda kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki tasarruf hakkını erkeklere, aileye ve topluma veren bakış açısı, kadınların cinsel ve bedensel özgürlüklerini koruyan, bedenleri üzerinde tasarruf hakkını kadınlara veren bir bakış açısına dönüştürüldü.
Çocukların cinsel istismarında ‘rıza’ varsayımı kaldırıldı
26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen TCK’nın 30’dan fazla maddesine yapılan çok önemli değişikliklerle, kadınların taleplerinin büyük çoğunluğu dahil edilmiş oldu. Aile içi tecavüz ve cinsel saldırı açıkça suç kapsamına alındı. Aile içi şiddete ağır ceza öngörüldü. “Töre saikiyle” işlenen cinayetleri “nitelikli insan öldürme” kapsamına alındı. Savcı ve hakim kararı olmadan genital muayene yapana ve yaptırana ceza öngörüldü. Çocukların cinsel istismarında “rıza”nın var olabileceğini varsayan tanımlamalar kaldırıldı. Peki uygulama öyle mi oldu? Tabi ki hayır. Tecavüz ve cinsel istismar faili erkekler dava süreçlerinde giydiği kıyafetten dahi ‘iyi hal indirimi’ aldı. Çocuğa cinsel saldırıda yasalara rağmen ‘rıza’ arandı. Üniformalı asker, polis, devlet memuru tecavüz failleri korundu. Sadece yargı yoluyla da değil üstelik medyada da iktidara yakın gazeteciler, tecavüz faillerini akladı ve korudu.
Ayşe Paşalı davası ‘Şiddet Yasası’nda dönüm noktası oldu
Türkiye’de son on yılda daha görünür bir hale gelen kadına yönelik şiddet, yasal iyileştirmelere karşın çok yaygın bir biçimde sürüyor. Bu durum kadın örgütlerinin ve kadınların daha iyi bir yasal düzenleme talebini artırdı. 2011’de Ankara’da ayrıldığı eşi tarafından kesici aletle katledilen Ayşe Paşalı davası bu konuda bir dönüm noktası oldu. Uzun yıllardır kadın katliamlarına dönük kadın platformlarının baskısıyla, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2011 Eylül ayından itibaren 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un değiştirilmesi amacıyla bir çalışma başlattı. 300’den fazla bileşeni olan Şiddete Son Kadın Platformu’nu oluşturan kadınlar, Bakanlığın hazırladığı Yasa Taslağı’na alternatif taslakları, özellikle de Kasım 2011’de TBMM’de kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna ve yaklaşımına uygun olarak oluşturdu, birebir görüşmeler yaptı.
Şiddet Yasası etkin uygulanmıyor
Platformun müzakere yöntemiyle yürüttüğü “Şiddete Son Kampanyası” aylar sürdü ve 4320 sayılı yasanın daha da iyileştirilmiş yeni hali olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 8 Mart 2012’de kanunlaşarak yürürlüğe girdi. Eskisine göre kapsamı, yapısı ve yaklaşımı bakımından daha iyi olan 6284 sayılı yasanın başta uygulama sorunları olmak üzere hala pek çok sorunlu kısmı ve eksiği bulunuyor. Kadınların yaşam hakkını elinden alacak düzeyde yaşanan şiddete karşı tek yasanın yetmeyeceği çok açık ancak kadınlar hem bu yeni yasanın mevcut halinin eksiksiz ve etkin uygulanması hem de eksikliklerinin giderilmesi için çeşitli kadın örgütleriyle çalışmaya devam ediyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke
İstanbul Sözleşmesi veya resmi adıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve özellikle de ev içi şiddet konusunda, uluslararası alanda bölgesel olarak hazırlanmış ilk Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Yine kadın hareketinin mücadelesiyle Türkiye, 11 Mayıs 2011’de İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve ardından 24 Kasım 2011’de sözleşmenin hiçbir maddesine çekince koymaksızın TBMM’de ilk onaylayan devlet oldu. Sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.
Yeni bir döneme girildi
Tüm bu yasal kazanımların ardından AKP 2010 yılından sonra tam tersi politikalar izlemeye başladı. Kadınların ne yapması ya da yapmaması gerekenlerin sıralandığı, “kadın-erkek eşit değildir, olamazlar” söylemiyle güçlenen ve İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesine kadar varan kadın hakları açısından vahim bir sürece girildi. AKP iktidarının cinsiyet eşitliğine karşı sistematik olarak yürüttüğü saldırılarına ilişkin bazı söylem ve uygulamalarını “not etmeye” çalıştık.
‘Eşitlik’ yerine ‘fıtrat’, ‘kadın’ yerine ‘aile’ benimsendi
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Temmuz 2010’da kadın kurumlarıyla yaptığı Dolmabahçe toplantısında “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyerek siyaseten, feminist ve kadın hareketlerini hedef aldı. Kadın hareketini rakip olarak gören, “eşitlik” yerine “fıtrat” kavramlarını benimseyen AKP iktidarı, 2011 sonrası Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan kadın sözcüğünü çıkararak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yaptı. Böylelikle bakanlığın kapıları daha önce işbirliği yaptığı kadın örgütlerine kapatıldı. Kadınlar “aile” kavramı içine hapsedilmeye çalışıldı. AKP iktidarı, kadınların mücadelesi sonucu kazanılan birçok hakkı yönetmelikler, torba kanunlar ve kurumsal uygulamalarıyla geri almak için kadınlara adeta “savaş” açtı. Sadece kendisine yakın kadın örgütleriyle ilişkiler kurmaya başlayan AKP iktidarının, kadın-erkek eşitliğini değil, “aileyi” merkeze alan politikaları artık hem söylemlerinde hem de uygulamalarında hız kazandı.
İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı!
20 Mart 2021 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karar verildi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı 21 Mart 2021 tarihinde yaptığı resmi açıklamada çekilmenin sözleşmenin 80’inci maddesine uygun olarak yapıldığını savundu. Sözleşmeden çekilme nedeni de “İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir.” şeklinde gerekçelendirildi. Türkiye 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu. Sözleşmeden çekilme süreciyle ilgili bir buçuk yıllık zaman dilimine bakıldığında, uzun zamandır kadınların kazanılmış haklarına, özellikle de İstanbul Sözleşmesi’ne, 6284 sayılı kanuna (Şiddet Yasası), Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’ndaki bazı önemli maddelere karşı yürütülen propaganda ve hamlelerin sonucunda ulaşıldığı görülüyor.
Sözleşme ile ilgili tartışmalar sürüyor
Kadın örgütleri 24 Kasım 2011 tarihinde meclis tarafından kanunla onaylandığı için sözleşmenin meclis onayı olmadan geri çekilemeyeceğini belirtiyor. Sözleşme için mücadele ve tartışmalar ise devam ediyor. Türkiye sözleşmeden çekilmiş olsa da pek çok kadın örgütü sözleşmenin temel ilkelerinin hayata geçmesi için çalışmaya ve sözleşmenin Türkiye tarafından tekrar imzalanması için savunuculuk yapmaya daha da ısrar ediyor.
Kadın bedeni üzerinden yeni politikalar
Türkiye’de, 1983 yılında kabul edilen 2827 Sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’a göre gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı taktirde istek üzerine gebeliğin sonlandırılabileceği düzenlenmiş. Bu kanuna karşı AKP iktidarı, kadının toplumdaki yerini denetlemek amacıyla kadınların doğurganlık yeteneklerini siyasi bir araç olarak kullanmaya başladı. Doğurganlığı teşvik etmek için söylemlerini artırdı. Boşanmalara karşı evliliği, aileyi kutsayan, anneliği kutsayarak doğurganlığa ödül veren, kadınların doğum yapma yöntemlerine kadar varan cinsiyetçi politikalarını tüm kurumlarıyla yürüttü.
Sosyal koruma rolü devletten alınarak ‘aileye’ verildi
Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı işbirliğiyle bu politikalara yönelik, “Beşikten Mezara Huzurun Adı Aile” gibi projeler geliştirdi ve uyguladı. Sosyal koruma rolü devletten alınarak aileye verildi. AKP’nin iktidarı döneminde kadının bedeni üzerinden oluşturduğu cinsiyetçi politikalarına dair bazı söylem ve uygulamalarını hafıza oluşturmak açısından derledik. Bu söylemler şu şekilde:
*Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin mevcut durumunu koruması için nüfus artış hızının en az yüzde 2,5 olması gerektiğini belirterek, “Biz de şimdiden diyoruz ki bir yanlışlık başladı. Eğer böyle giderse 2038'de durumumuz kötü. Bu durumu düzeltmemiz lazım. Belki ödül de koyarız bu işe belli olmaz,” dedi. (2010)
*Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, TBMM’de yaptığı konuşmada “En az 3 çocuk” politikasını savundu. (2011)
*İsteğe bağlı kürtaj için devlet hastanelerinde fiili yasak uygulanmaya başlandı, kadınların güvenli ücretsiz kürtaj hakkı ihlal edildi. 2012’de dönemin başbakanının kürtajın cinayet olduğu şeklindeki açıklamalarının ardından, kürtaj karşıtı devlet politikaları devreye girdi. Her ne kadar yasal olarak kürtaj yasaklanmamış olsa da, fiili olarak yasağa dönüşmüş durumda. Yine aynı dönemde birçok kadının hamileliğinin, hasta mahremiyeti ilkesi ihlal edilerek, ailelerine bildirildiği vakalar basına yansıdı. (2012)
*Kırıkkale Valisi Hakan Yusuf Güner, bir açılış esnasında Kırıkkale’de nüfus sorununu çözmek için buldukları yöntemi açıkladı: “3 çocuk yapma şartıyla, evlenecek fakirlerimize ücretsiz gelinlik vereceğiz. Gelinlikleri, halk eğitim müdürlüğü hazırlayacak.” (2010)
*Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, boşanma ve bunu doğuran nedenleri takip etmenin bir görev olduğunu belirterek, boşanmaların önüne geçmek için gençlere danışmanlık hizmeti vereceklerini söyledi. (2012)
*Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “Hep kadının hakkından bahsediliyor. Halbuki bebeğin de hakkı var. Tabii ki kadın kendi vücuduyla ilgili belli haklara sahiptir; sahip olmalıdır ama ortada bir canlıdan bahsediyoruz. Onun için ‘kadının hakkıdır’ diyerek böyle bir tartışmaya girmek çok yanlış” dedi. (2012)
*Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, kürtaj konusunda dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan ile aynı görüşü paylaştığını şu ifadelerle açıkladı: “Kürtaj haram ve cinayettir, çocuk aldırmak cinayet hükmündedir.” (2012)
*Bakanlıkların işbirliği protokolü imzalayarak çalışacağı “Aile Olmak” projesi tanıtım toplantısı yapıldı. Toplantıya katılan dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, “Bu ülkede yıllarca doğum kontrolü mekanizmalarını çalıştırdılar. Bununla ilgili tıbbi müdahalelere varıncaya kadar her şeyi yaptılar. ‘Sezaryen’ denilen olay budur, ‘kürtaj’ denilen olay budur” diye konuştu. (2013)
*AKP'li Bolu Belediye Başkanı Alaattin Yılmaz, üç ve daha fazla çocuğu olan ailelerin su faturalarında indirim kararı aldıklarını söyledi. (2014)
*AKP hükümetinin kadınları daha çok çocuk doğurmaya itme çalışmaları kapsamında, 3’üncü çocuğu olanlar için asgari geçim indirimi miktarını artırarak 9 lira civarında bir maaş artışı sağlayacak düzenlemeyi içeren 6645 sayılı Kanun, Resmi Gazete’de yayımlandı. Kanunla, 4857 sayılı Yasa’da mazeret izinleri kısmına ekler yapıldı ve işçiye, eşinin doğum yapması halinde 5 gün babalık izni, engelli çocuğu bulunan işçiye ise çocuğunun tedavisi için yılda 10 gün ücretli izin hakkı verildi. (2015)
*Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’nın (TÜRGEV) olağan genel kurulunda yaptığı konuşmada “Açık söylüyorum zürriyetimizi artıracağız, neslimizi çoğaltacağız. Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz. Rabbim ne diyorsa, sevgili peygamberimiz ne diyorsa biz o yolda gideceğiz. Bunun için de birinci derecede görev annelerindir” dedi. (2016)
Eşitlik yaradılışa uygun değilmiş!
*Kadın ve Demokrasi Derneği’nin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile düzenlediği 3. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Güçlüyle zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Bazıları ‘eşit, eşit’ diyor da şimdi yani biz 100 metreyi kadın-erkek aynı şekilde mi koşturacağız? Böyle bir şey olabilir mi? Hadi eşitiz; erkekle, bayan 100 metreyi koşsunlar. Bu adalet olur mu? Olmaz. Olması gereken nedir? Kadın kadın ile koşar, erkek erkekle koşar. Olması gereken budur. Çünkü yaradılışa, fıtrata uygun olan da budur” dedi. (2018)
*16 Şubat 2012 tarihinde eşi vefat etmiş kadınlara ve dul kadınlara aylık 250 TL nakit yardım yapılacağı ve kadının resmi nikahsız başka biriyle yaşaması halinde yardımın kesileceği duyurulmuştu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nikahsız birliktelikleri, başvurucunun hanesini ziyaret edecek sosyal inceleme görevlilerinin tespit edeceğini açıkladı. (2012)
Ülkeyi Diyanet mi yönetiyor?
*Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 15 Nisan 2002’de müftülükler bünyesinde Aile ve Dini Rehberlik Bürolarının kurulması kararına dayanarak, ilk aile büroları Adana, Ankara, Elâzığ, İstanbul, İzmir ve Samsun olmak üzere altı ilde açıldı. (2002)
*Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında ana çocuk sağlığı ve üreme sağlığı konusunda bir protokol imzalandı. Protokolle genelde toplumun, özelde din görevlilerinin ana çocuk sağlığı ve üreme sağlığı konularında bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi hedefleniyordu. (2009)
*Kasım 2010 itibariyle Diyanet İşleri Başkanı olan Mehmet Görmez ise 2012 yılında kamuoyunda çokça tartışılan kürtaj tartışmaları ile ilgili olarak, “Toplumun temeli ailedir. Ailenin devamlılığını çocuk sağlar. Dinimiz evlenip çoğalmayı teşvik etmiştir. Çocuk istenmediği durumlarda, karı kocanın ortak istekleriyle gebeliği önleyici tedbirler alınması caizdir. Kürtaj haram ve cinayettir. Çocuk aldırmak cinayet hükmündedir.” (2012)
*Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik yaparak, Kuran kurslarına yaş sınırlaması getiren düzenlemeyi durduran kararname yürürlüğe girdi. (2011)
*Diyanet İşleri Başkanlığı ile Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü eski adıyla Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) arasında 26 Şubat 2007’de imzalanan, 26 Ekim 2011’de kapsamı tüm aile fertlerini ve aile kurumunu kapsayacak şekilde genişletilerek yenilenen işbirliği protokolünün, illerde yürütülmesine ilişkin çalışma başlatıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 2012 Eylül’ündeki talimatı uyarınca tüm illerde Müftülük ve Aile Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü personelinden oluşan bir komisyon kurulması için yazı yolladı. (2013)
*2 Nisan 2010 tarihinde imzalanan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesinde Din Görevlilerinin Katkısının Sağlanması Projesi” yenilendi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez arasında ikinci bir protokol imzalandı. İmza töreninde Mehmet Görmez BM’ye seslenerek, “Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin” dedi. (2013)
*Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Halil İbrahim Karslı, Diyanet’in yayın organında yayınlanan “Tesettür Emri ve Kadın” başlıklı makalesinde Kuran’ın, kadınların örtünmesini emrettiğini belirtti. İbrahim Karslı, bu görüşünü “Çünkü kadının bedeni bir süstür. Dolayısıyla değerlidir ve korunması gerekir” sözleriyle açıkladı. (2013)
*2002 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak “Aile Bürosu” adıyla kurulan, 2007 yılında “Aile İrşat ve Rehberlik Bürosu” olarak faaliyetlerine devam eden büroların adı, “Aile ve Dini Rehberlik Büroları” olarak değiştirildi. Aile ve Dini Rehberlik Büroları, 2014 yılı itibariyle 81 il ve 253 ilçe müftülüğüne bağlı olarak faaliyet gösteriyordu. (2014)
*Diyanet İşleri Başkanlığı, 2010 yılında yürürlüğe koyduğu Aile İrşat ve Rehberlik Büroları Çalışma Yönergesi’ni değiştirdi. Bunun yerine, Aile ve Dini Rehberlik Büroları Çalışma Yönergesi adıyla yeni bir yönerge yayınlandı. Yönergeyle imamlara, çocuk evlerinden öğrenci yurtlarına, fabrikalardan gençlik merkezlerine kadar birçok alanda “manevi destek sağlama” görevi verildi. Aile ve Dini Rehberlik Büroları, 2015 yılı itibariyle 81 il ve 264 ilçe müftülüğüne bağlı olarak çalışıyor. (2015)
Diyanetten ‘ensest’e fetva!
*Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanı olduğu dönemde Diyanet’in sitesinde yer alan “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” diye iletilen soruya “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz” cevabı verildi. Kamuoyu tepkilerinin ardından söz konusu yanıt internet sitesinden kaldırıldı. (2016)
*Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tüm camilerde okunmak üzere çıkartılan, “Ahit, Akit Ve Misak Olarak Nikah” başlıklı cuma hutbesinde “ailemize sahip çıkma” çağrısı yapıldı. Hutbede, evlendirme programlarıyla aile değerlerinin istismar edilip, ayaklar altına alınarak aile müessesesinin itibarsızlaştırıldığı ve 2015 yılında boşanmalar neticesinde 109 bin 978 çocuğun, anne şefkatinden, baba merhametinden mahrum bırakıldığı dile getirildi. (2017)
*Manisa İl Müftülüğünün boşanma oranlarını azaltmak amacıyla hazırladığı “Beşikten Mezara Huzurun Adı Aile Projesi” başladı. Projeye Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Manisa Celal Bayar Üniversitesi ve belediyeler de destek veriyordu. Proje kapsamında 1-30 Eylül 2017 tarihleri arasında yapılacak kursların tanıtım broşüründe nişanlıların birbirlerine namahrem oldukları hatırlatılıyor ve buna uygun davranış kurallarına riayet etmeleri vurgulanıyordu.
Yasalara aykırı açıklama
*2017 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına atanan Ali Erbaş, Diyanet’in sitesinde erkeğin telefon, faks, mektup, mesaj ve internetle ile de eşinden boşanabileceği şeklinde medeni kanun ve yasalara aykırı açıklama yaptı. (2017)
*Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, evlilik için uygun yaşın 18-25 olduğunu söylerken, “toplumun ortalama yaşına uygun olarak davranmakta fayda olduğunu” belirtti ve 25’ten sonra “beğenmenin zorlaştığını” kaydetti. (2018)
Devlet kadınlar lehine olan pozitif ayrımcılıktan vazgeçti
2012 yılında, AKP öncesi dönemde kurulan Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu’nun adı, “Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” olarak değiştirildi. “Eşitlik” kelimesinin “fırsat eşitliği” olarak değiştirilmesiyle devlet kadınlar lehine olan pozitif ayrımcılık uygulamaktan vazgeçti. Komisyona erkek üyeler de alındı. Kısaca adı “KEFEK” olarak bilinen komisyona ve çalışmalarına ilişkin bazı notlar şu şekilde;
*TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu için konuşan AKP Milletvekili Fatma Şahin, "Kadınların dominant olduğu bir komisyon kuracağız; ancak tamamen feminist yasalar olmaması için erkek üyeler de komisyonda görev alacak" dedi. (2009)
*TBMM’de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kurulmasına ilişkin Kanun, Resmi Gazete'de yayımlandı. Bu konuda 21’inci ve 22’nci dönemlerde TBMM’de yapılan girişimler sonuçsuz kalmıştı. 29 Ocak'ta Anayasa Komisyonu’ndaki toplantıda kadın örgütlerinin talebi ve meclisteki tüm partilerin oy birliğiyle Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu kurulması kabul edildi. AKP milletvekillerinin itirazları nedeniyle komisyonun adı “Fırsat Eşitliği" komisyonu oldu. (2009)
*TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, “Erken Yaşta Zorla Evlilikler Raporu”nu yayınlandı. Raporda, Türkiye’de ilköğretime devam eden öğrencilerden, erken evlilik ve nişanlanma sebebiyle okula devam etmeyen toplam 693 öğrenciden 18’inin erkek, 675’inin kız öğrenci olduğu belirlendi.(2009)
*TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK), Çocuk Cinsiyeti Nedeniyle Kadın Üzerinde Oluşturulan Psikolojik Şiddet, Başlık Parası ve Geleneksel Evliliklere ilişkin Alt Komisyon’un hazırladığı “Geleneksel Evlilikler Raporu”nu kabul etti. Raporda berdel yapan, başlık parası alan ve erkek çocuk istemiyle kadına baskı uygulayan kişilere ceza verilmesi önerildi; zorla evliliğin, suç ve ceza kapsamına alınması istendi. (2010)
*TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun on beşinci toplantısında; “Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme Konulu Alt Komisyon” kurulmasına karar verildi. (2012)
Kadının siyasete katılımı engellendi
Türkiye’de kadının siyasete katılımına yönelik herhangi bir politika geliştirmeyen AKP iktidarı, tam tersi kadınların siyasete katılımına yönelik engeller oluşturmaya devam etti. Özellikle Kürt siyasetçi kadınlara yönelik baskı, gözaltı ve tutuklamalarla kadının siyasete katılımını engellemeye çalıştı. Buna rağmen en fazla kadın milletvekili oranı Kürt partileri içerisinden seçilerek Meclis’e girdi.
Türkiye’de 2018 tarihinde yapılan genel seçimlerde seçilen 583 milletvekilinden 482’si erkek iken sadece 101 milletvekili kadındı. 81 ilin 33’ünde kadın vekil çıkmadı. Buna göre 2018 yılı itibariyle; TBMM 27’nci Dönem kadın milletvekili oranı yüzde 17,3 iken, yüzde 82,7’si erkekti. AKP, CHP, MHP, HDP ve İYİ Parti’nin kadın milletvekili oranlarına bakıldığında; AKP’nin yüzde 18,8, CHP’nin yüzde 11,8, MHP’nin yüzde 8,3, HDP’nin yüzde 41,1, İYİ Parti’nin yüzde 5,5. Partiler arasında HDP kadın milletvekili oranı en yüksek parti oldu. 2019 verilerine göre; Türkiye dünyada kadınların parlamentodaki oranı açısından 120’nci sırada.
Siyasette kadın varlığına tahammülsüzlük!
Bu tablolara rağmen Türkiye’de kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunan AKP iktidarı, kadınların siyasete katılımını artırmak amacıyla dile getirdiği “kota”, “pozitif ayrımcılık” gibi uygulamalarla dalga geçti! İktidarın kadının siyasete katılımına yönelik ayrımcı söylem ve uygulamaları şu şekilde;
*AKP Yerel Yönetimler Kadın Şurası'nın açılışında konuşan Tayyip Erdoğan, KA-DER'in “Meclis'e girmek için erkek olmak şart mı?” sözüyle başlattığı “bıyıklı kadın” kampanyasına ilişkin "Kusura bakmayın, mal mı ki bu, kota veriyorsunuz. Böyle saçmalık olmaz. Bazı dernekler çıkmış diyor ki; kota koyun. Affedersiniz, erkeklerin ianesine mi teslim edeceğiz biz hanım kardeşlerimizi? Bu işte tabii ki ehliyet, liyakat arayacağız, onlarla beraber bu yola koyulacağız” dedi.(2007)
*Başbakan Erdoğan, Meclis açılış resepsiyonunda, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) Genel Başkanı Avukat Hülya Gülbahar'a, Amerika Birleşik Devletleri’nde “pozitif ayrımcılık” olmamasını örnek göstererek, Türkiye'de kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu cevabını verdi. Tayyip Erdoğan, “Sen Ruanda mı olmak istiyorsun, buyur Ruanda ol. Bu kadar. Ama ben kotayı kadınlara saygısızlık, hakaret olarak görüyorum. Kota konusunda kusura bakmayın, benim ilkemdir. Benim Kadın Kolları’m bu konuda KADER'den çok daha samimi, bunu da bilin” dedi. (2007)
*Genel seçim yaklaşırken açıklanan listelerde, AKP adaylarının yüzde 21’inin kadınlardan oluştuğu; 600 kişilik listede 126 kadın ve 474 erkek yer aldığı görüldü. AKP, sadece dört ilde birinci sıradan kadın aday gösterdi. Seçim beyannamesinin “Kadın” başlığı altında, 2015 seçim beyannamesinde yer alan ifadeler ve vaatler tekrarlandı. (2018)
*2020 yılı itibariyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çerçevesinde kurulan Cumhurbaşkanlığı Kabinesinde bulunan 19 üyenin sadece 1 tanesi kadın. (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı) (2023)
Kadınlar çalışma yaşamında ‘bakım hizmetine’ hapsedildi
Çalışma yaşamında da kadına yönelik ayrımcılıklarda geriye giden politikalar yürütüldü. Kadını aile içinde tanımlayan ve toplumsal cinsiyet rollerine hapseden öğretiler pekiştirilerek, çocuk/yaşlı/hasta bakımının kadınların görevi olduğu bir kez daha resmi olarak tescillendi. Evde bakım hizmetinde, yoksul kadınları sosyal güvenlik ve emeklilik haklarından mahrum bırakan bakım hizmetindeki çalışmalar ücretlendirilerek kadınlar istihdam kapsamında gösterildi! Böylelikle sosyal politika ve hizmet alanında kadınların görünür kılındığı yanılsaması yaratıldı. Kadının varlığının ve emeğinin anne, eş ve kız kardeş olarak aile içindeki bakım veren rolleri üzerinden kabul görmesi pekiştirildi. İktidarın, “Büyükanne Projesi”, “İş’te Anne” gibi cinsiyetçi proje ve uygulamalarına ilişkin bazı düzenleme ve söylemler şöyle:
*Doğrudan ve sadece evde bakım hizmetlerini konu edinen ilk yasal düzenleme olan Evde Bakım Hizmetleri Sunumu Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Hastalara evde bakım hizmeti, özel merkezler veya hastane, tıp merkezi, poliklinik gibi özel sağlık kuruluşları bünyesinde bulunan birimler tarafından verilecekti. Ancak kanunda yapılan değişiklikle engelli bakım hizmetleri hane içine devredildi. Çoğunluğu kadın bakıcılara güvencesiz, sosyal yardım kapsamında bakım aylığı verilmesi hükme bağlandı. Bakıma Muhtaç Özürlülerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. (2007)
*6111 sayılı Kanun, Resmi Gazete’de yayınlandı. Yasayla yapılan birçok düzenlemenin yanı sıra yasanın 106’ıncı maddesiyle 657 sayılı Kanun’un “Mazeret izni” başlıklı 104’üncü maddesinde değişiklik yapılarak memura, eşinin doğum yapması halinde, isteği üzerine on gün babalık izni hakkı tanındı. (2010)
*Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik olarak, kadınların ağır ve tehlikeli işlerde çalışmasını engelleyen, Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmenlik kaldırıldı.
*“Enerji Hanım Projesi” kapsamında yılda 4 milyar TL enerji tasarrufu planlayan Enerji Bakanlığı, projenin tanıtımına Kayseri’de başladı. Enerji Bakanlığı’nın yanı sıra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Enerji Verimliliği Derneği (ENVER) işbirliğiyle başlatılan kampanya, ev içi enerji tasarrufu önlemlerini kadınlara yükleyerek, cinsiyet ayrımcılığının tescillenmesinin bir örneğini oluşturdu. (2013)
*Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından hazırlanan Ulusal İstihdam Stratejisi (2014-2023) (UİS) ve Eylem Planları (2014-2016), Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Açıklanan stratejiye göre, kişilerin istihdama eğreti de olsa eklemlenebilmesi için esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması, kadınların bu tarz çalışmaya yani güvencesiz ucuz iş gücü olarak çalışmaya teşvik edilmesi, kadın girişimciliğinin desteklenmesi hedefleniyordu. (2014)
*2828 sayılı Kanun’un ek 7’nci maddesinde değişiklik öngören 6518 sayılı Kanun, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yapılan değişiklikle, evde bakımla ilgili ödemeler, hane yaklaşımı çerçevesinde engellilerin evde bakımının desteklenmesi amacıyla yapılacak bir “sosyal yardım” olarak tanımlandı. (2014)
*Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, kadınların iş yaşamı için büyük bir değişim yaratacağını söylediği “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nı açıkladı. Program, kadınların esas görevini annelik olarak görüyor ve annelik kariyerinin çalışma hayatı yüzünden kesintiye uğramaması için düzenlemeler yapıyordu. (2014)
*Kadınları doğurmaya teşvik eden, geçici iş ilişkisi ve özel istihdam bürolarına ilişkin düzenlemeler içeren ve güvenceli esneklik ve kadın istihdamı söylemi eşliğinde gündeme gelen Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Yasa Tasarısı’nın bir kısmı 6663 sayılı Torba Kanun’a yedirilerek TBMM tarafından kabul edildi. Bu yasada kadınlara analık izni sonrası birinci çocuk için 2 ay, ikinci çocuk için 4 ay ve üçüncü çocuk için 6 ay yarı zamanlı çalışma seçeneği sunuldu. Böylece çok çocuk teşvik edildi. (2015)
*Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya, TÜİK Hane halkı İşgücü İstatistikleri’nde istihdam oranına dahil edilen, evde bakım aylığı alan ve tamamına yakını kadın olan kişilerin neden sigortalanmadığı soruldu. Aile Bakanı verdiği yazılı yanıtta 2015 Nisan ayı itibariyle 469 bin 305 kişinin ücret aldığını, bu ücretin sosyal yardım kapsamında olduğunu dolayısıyla bu kişilerin kaçak işçi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtti. (2016)
*Evde bakım aylığı alanlar istihdam kapsamına dahil edildi. Ancak aldıkları aylıklar sosyal yardım kapsamında değerlendirildi. Sosyal güvenceleri yoktu. (2016)
*Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ’de 2005 yılında yapılan düzenlemeyle kreş ve çocuk bakım hizmetiyle ilgili kamu bütçesinden harcama yapılması yasaklanmıştı. Kamu Hastaneleri Kurumu, 81 kamu hastane birliği genel sekreterliğine yazı göndererek, çocuk kreşlerine sosyal tesislerden gelen paranın masraflar için aktarılmayacağı belirtildi. 2004’te 497 olan kamuda kreş sayısı 2015’te 121’e, 2016’da ise 56’ya düştü. (2017)
Yarın: AKP’nin 21 yıllık ‘kadın karnesi’: Özel savaş, tecavüz, taciz, hak gaspı