İranlı kadınlar tarihte büyük bir direniş gösterdi (4)

Abbasi ve Emevi döneminde İranlı kadınlar

İslamiyet sonrası kadının rolü daha çok sarayla sınırlandırılsada toplum içerisinde kadınlar; sanat, edebiyat ve eğitim konularında ön plana çıkmaktadır.

MALVA MIHEMED

Haber Merkezi - Ortadoğu’da İslamiyet’in çıkışı ve ardından izlediği cihad politikası Mekke-Medine’den başlattığı yayılmacı politikanın sınırlarını, Akdeniz'den İspanya'ya, Mezopotamya'dan Anadolu ve Fars bölgelerine kadar uzattı. Dönemin yayılmacı politikasını devam ettiren, Emevi ve Abbasilerin halifeliğinde kadınların pozisyonlarına, biçilen rol ve misyonuna göz atacağız.

Kadın hakları ve kadına yaklaşımı İslamiyet'in yayıldığı bölgelerde, çağdan çağa ve Mekke ile Medine arasında gelen Kur’an ayetlerinde dahi farklılıklar arz ediyordu. İslamiyet çıkışından bu yana kendinden önceki tek tanrılı ve tanrıçalar döneminin yarattığı kültür üzerinden kedisini var etmiştir. İslamiyetin çıkışında Hz.Hatice, Hz.Ayşe, Hz. Fatma gibi kadınlar önemli roller oynarken, yine yayılmasında da bilgi ve deneyimleri ile hayati bir görev üstlenmişlerdir.

Farslar  İslamiyet'in Şii ve Caferi mesheplerini geliştirerek, kendi kültürünü bu mezhepler sayesinde korumuştur.

Emeviler döneminde kadınlar (M.S. 661-750)

İslam tarihinde, Emevi Halifeliği dönemi olarak geçen süreci kabaca okuduğumuzda İranlı kadınların geçmişten gelen haklarının bir nebze kendisini devam ettirdiğini görebiliyoruz. Fakat toplumun genelinde ise aynı husustan bahsetmek mümkün değil. Emevi ailesine dahil kadınlar eşlerini seçme ve rahat seyhat etme hakkına sahipken, halktan kadınların böye bir hakkı bulunmamaktadır.Mehir olarak Türk diline geçen (Farsça: مهريه) (Arapça: مهر) İslamiyet öncesinde de geçerli olan, evlenmek isteyen erkek ve ailesi tarafından kadına verilen; İslam’da ‘evliliğin idamesi, kadının irdasinde’ denilerek tanımlanan mehir’in para, altın, mülk olması da söz konusu olabildiği belirtilir. Kadının mehir’i nasıl kullanması gerektiği, bağışlamak isteyip, istemediği kendisinin kararına bağlandığı belirtilir. İlk ya da ikinci, üçüncü evliliklerini yapmalarına bakılmaksızın kadına mehir vermek zorunluluğa yakın kılınmıştır. Burada belirtmek gereken bir husus var ki o da şudur; “başlık parası” olarak günümüzde adı geçen husussun belki köken olarak buradan geldiği, kaynağını buradan aldığı düşünülebilir ve fakat mehir kadının kendisine (verilen miktar, mülk vb razı olup olmadığı da sorularak) belirlenirken “başlık parası” kadının ailesine verilmektedir.

Bu kapsamnda İran’da mülkiyet hakkı ve mehir hakkının yanı sıra, sosyal bir varlık olarak günlük yaşamda kadının izini görmek, kadına toplumsal manada biçilen rollerin karşılığına bir nebze de olsa şahit olmak mümkün. Zamanla izini yitirse de bu dönemde kadınlar eşlerinin ölümünün ardından mirasını yönetebilir ve mülk üzerinde karar alabilir, ticarete girebilir ya da ticareti devam ettirebiliyorlardı. İslam hukukuna göre bir kadın vergi arazisine sahipse, sadece vergisini öder. Müslüman olmayanlara mahsus alınan bir tür vergi olan cizye kadınlardan alınmaz.  Emevi hanedanı, Müslüman kadınlara ve Hıristiyan, Yahudi gibi diğer dinlere mensup kadınlara tüm vücudu örten giysiler dayatıyordu. Ancak kadınlar erkeklerle birlikte oturabiliyor ve ziyafetlerde şiir okuyabiliyordu.

Döneminin evliliğe yaklaşımını az çok irdeledik peki boşanmalar nasıl yaşanıyordu sorusuna nasıl bir cevap bulabiliyoruz biraz buna göz atalım. Boşanma (Talak) hem İslam hem de toplum koşullarında hoş karşılanmasa da ‘son çare’ olarak başvurulan bir yöntem olarak kabul edilir. Kadına ‘mehir’ boşanma sırasında da ödenirkenne kadar ödeneceği hem boşanma hem de işlemleri sırasındaki görevli ‘hakemler’ tarafından belirlenirdi.

Çok Evlilik (Teaddüdü Zevcaat), kadınların savaşlarda ganimet olarak görülmesi gibi hususlar İslamiyet’in etkisi ile Fars bölgesinde yaygınlık kazanır. İslamiyet’in bölgeye girdiği sürece kadar Zerdüştlüğün kadına bakış açısının yaygın olduğu, saray erkanlarının ise bu konuda daha çok “ittifaklar”, yahut “politik çıkar” gibi hususlara dayanarak gerçekleştirilen evliliklerin kayıt altına alındığı görülüyor. Saraylarda süren çok evliliklerde “cariyelerin” oğullarının halife olmalarına asla izin verilmezken, sadece “hür kadınların” çocukları söz sahibi olabilirdi.

Üçüncü Pers İmparatorluğu olarak da anılan Sasani Devleti’nin (M.S.224-651) ilk yıllarında Zerdeştilik, Manimizm gibi farklı inançlar kabul görürken, bölgeyi kapsayan Fars toprakları ilerleyen süreçlerde ise batıdan Hristiyanlık-Roma İmparatorluğu ve doğusundan İslam baskısı-Emevi saldırıları ile yüz yüze kalmıştır. İslam etkisi, saldırıları ve işgali ile yıkılan Sasani Devleti, varlığını koruyamamıştır. İran halkları ise İslam işgali sonrası baskın Arap-İslam gelenek göreneklerini kısmen kabul etmiş fakat geliştirdiği mezhep ile kadınların öncülüğünde kültürlerini büyük ölçüde korumuştur.

Abbasi Halifeliği (M.S. 750-1258)

İlk Abbasi Halifeliği döneminde (M.S. 750-847), İranlı kadınların politik düzlemde varlıklarını sürdürdükleri tarih kaynaklarında da sık sık karşımıza çıkmaktadır. Abbasilerin dönemi boyunca Fars topraklarında Samaniler, Büveyhiler, Saffariler, Karmatiler gibi farklı yapılar da kurulmuştur.

Abbasi döneminde, Emevi döneminde devlet yönetiminde yer alanların eşlerinin dışındaki çocukları resmi olarak halife kabul edilmemesi hususunun değiştirildiği ve tüm resmi tarih anlatımlarında  da yer aldığını okuyoruz. Uzun yıllar hükmünü süren Abbasi Halifeliği boyunca resmi kayıtlara göre sadece üç halifenin annelerinin “hür” olarak kayıtlı olduğu ancak diğer halifelerin ise “cariyelerin” çocuklarından (ümmüveled) doğdukları şeklinde aktarılıyor. (Abbasi devletinin ilk halifesi Seffâh lakabıyla tarihe geçen Ebu’lAbbâs Abdullah’ın annesi ‘hür’ bir kadın olan Rîta’dır. Humeyme’de 126-744 yılları arasında doğan ve on beş yaşında hilafet makamına, üçüncü Abbasi halife olarak oturan Mehdî de ‘hür’ bir kadından dünyaya gelmiştir. Mehdî’nin annesi, soyu Himyeri kralına dayanan Ümmü Mûsâ bnt.Mansûr el Himyeri’dir. Ebu Mûsâ künyesine sahip Emîn olarak bilinen Muhammed b. Hârûn’dur.) Abbasilerin “Emîrü’l-Ümerâlar” dönemine kadar gelen diğer on sekiz halifesinin hepsi “ümmüveled” yani “câriye” çocuklarıdır. Abbasi saraylarında Fars “cariyerlerin” varlığı ve halife dünyaya getirdikleri biliniyor.

Kadınların onbinyılları aşan tıp bilgilerini halen bu dönemde de Fars toplumunda sürdürdüklerine dair veriler mevcuttur. Ebelikten, acı sağaltmaya, bitki bilime kadınlar toplumun çoğu kesiminde varlıklarını sürdürdükleri aktarılıyor. Yine bugün “kadın işi” olarak addedilen eğirme, biçki-dikiş, kuaförlük konularında evlerinde değil iş yerlerinde ekonomiye katıldıklarına dair çizimler, hat işlemeleri vardır. yine hat sanatında ve yazı sanatında da(Kitaplar ve yazılı materyaller matba öncesinde el yazımı ile çoğaltıldığını hatırlatmak gerek) kadınlar mesleki çalışmalar yürütmüştür. Abbasi resmi makamlarında veri olmasa da Fars kadınlar kendi toplumsal yaşamları içerisinde aile çevresi, topluluklara şiirler okuyabilir, saz çalabilir ve şarkı söyleyebilirdi. Burada artık islamın etkisini her ne kadar görüyor olsak bile Fars toplumsallığında kadın sanatçı, şair, eğitimci kadınlar öne çıkmıştır.

Devam edecek...