“2013 yılından beri kimse ölmemiş gözüküyor!”

Sosyalbilimci ve İstanbul İSİG Meclisi Gönüllüsü Aslı Odman, “Türkiye’de en muhafazakâr tahmin ile 10 ila 15 bin çalışanın, uzun vadeye yayılmış iş cinayeti olarak tabir edebileceğimiz meslek hastalıklarından hayatını kaybetmesine rağmen, resmi istatistiklerde 2013'den beri kimse ölmemiş gözüküyor. Her sene kanserden ölenlerin en az yüzde 10'unun mesleki kanserlere bağlı öldüğü hesaplanıyor. On binden fazla mesleki kanserden ölüm kayıt altına alınıyor olmalı, ama resmi rakam '0'.” dedi.

  

ZEYNEP AKGÜL

Ankara- Bugün 28 Nisan İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Mücadele Günü.  28 Nisan iş kazaları ve meslek hastalıklarının öngörülebilir ve önlenebilir olduğuna, çalışırken neden ve nasıl hastalandığımıza, yaralandığımıza ve öldüğümüze dikkat çeken bir gündür.

Biz de bu doğrultuda Sosyalbilimci ve İstanbul İSİG Meclisi Gönüllüsü Aslı Odman ile Türkiye’de meslek hastalığına yakalanarak hayatını kaybeden ya da yaşamsal faaliyetlerini sürdüremeyen işçi sayısına neden ulaşılamadığını, meslek hastalıklarına bağlı ölümlerin üstünün neden örtüldüğünü, inşaat sektöründe çalışan birçok emekçinin aslında meslek hastalığından yaşamını kaybettiğini ama ölümlerin neden resmi istatistiklere yansımadığını konuştuk.

Türkiye’de Kovid-19'un 'Meslek Hastalığı'  olarak kabul edilmesi yönünde bir yasal düzenleme yapıldı ama SGK'ya yapılan meslek hastalığı talepli başvuruların birçoğuna neden olumlu yanıt verilmiyor?

Sağlık Bakanlığı'nın Aralık 2020'de, Covid-19 tanısı konan ve vefat eden sağlık çalışanlarının meslek hastalığı veya vazife malulü hükümlerinden yararlandırılmasına ilişkin yayınladığı genelgede otomatik olarak sağlık çalışanlarının hastalığını meslek hastalığı olarak kabul etmiyor. Bu açıdan devletin bundan önceki meslek hastalıkları politikasını devam ettiriyor. Türkiye'de hastalıklar ile çalışma arasındaki, ne kadar belirgin ve akla yatkın olsa bile, ilişkinin kurulmasını önünde kocaman bir sosyal sigortalar sistemi, kocaman bir bürokrasi vardı zaten. Aktif olarak çalışırken Covid-19'a yakalananların durumu da, sağlık çalışanı bile olsalar aynı, kötü niyet ile koyulan taşlara takılıyor. Bugün pandemi hastanesinde çalışırken hayatını kaybeden bir hemşirenin bile ailesinin, çalışırken enfekte olduğunu kanıtlaması bekleniyor. Sistem kapitalist çalışmayı ve bunun gerçekleştiği hastalık ve iş cinayetlerinin mahalli olan işyerlerini böylelikle dokunulmaz kılıyor. Kanıt yükümlülüğünü çalışana veya vefat etmişse ailesine yüklüyor. Şu ana kadar bildiğim kadarıyla enfeksiyon yüzünden hayatını kaybeden tek bir doktorun, Dr. Salih Cenap'nin eşi Pınar Çevli'nin Haziran 2020'da açtığı dava bu ocakta olumlu olarak sonuçlandı. Ve emsal olarak COVID-19'un meslek hastalığı kabulü ile eşine ölüm geliri bağlandı. Ama çalışırken hastalandığını kanıtlamak kocasını kaybeden doktorun eşine yüklendi! Sağlık emekçileri alanında daha bir adet emsal davamız varken ve hepsi ile tek tek 'çalışma ile hastalık' arasındaki illiyet bağını mahkeme önünde kanıtlamak ile ailelerin uğraşması gerekirken, evde kalamadan çalıştığı için hasta olan, canını veya sağlığını kaybeden kuryeler, öğretmenler, kasiyerler, depo işçileri, fabrika işçileri ne yapsın? 

“10 ila 15 bin kişi meslek hastalıklarından hayatını kaybediyor”

Sağlık Bakanlığı’nın meslek hastalıklarıyla ilgili tıbbi kayıt sistemi var mı? Türkiye’deki meslek hastalığına yakalanarak hayatını kaybeden ya da yaşamsal faaliyetlerini sürdüremeyen işçi sayısına ulaşılamıyor. Meslek hastalıklarına bağlı ölümlerin üstü neden örtülüyor?

Evet, var ama ancak meslek hastalığı tanısı alma gibi uzun, masraflı ve riskli bir sürece giren bir avuç işçinin başvurusu dosyası üzerinden. Sadece ölüm olarak bile baksanız dünya ortalamasında tüm kayıt zorluklarına rağmen senede ani iş kazası kaynaklı ölümlerin yaklaşık altı misli sayıda meslek hastalığına bağlı ölüm gerçekleşiyor. Yani Türkiye'de en muhafazakar tahmin ile 10 ila 15 bin çalışanın, uzun vadeye yayılmış iş cinayeti olarak tabir edebileceğimiz meslek hastalıklarından hayatını kaybetmesine rağmen, resmi istatistiklerde 2013'den beri kimse ölmemiş gözüküyor. Her sene kanserden ölenlerin en az yüzde 10'unun mesleki kanserlere bağlı öldüğü hesaplanıyor. On binden fazla mesleki kanserden ölüm kayıt altına alınıyor olmalı, ama resmi rakam '0'.  Çalışmaktan dolayı hastalanma, kapitalist rejimin görünmezliğe ittiği, üzerine ittiği, illiyet bağını kurmayı zayıf olan çalışana yıktığı bir alan. Toksik tehlikeli malzemeler, tozlar, tarım ilaçları ile üreten köylüler, fabrika işçileri, maden işçileri, tersane işçileri sanki yok bu ülkede...

“Yaşanan hak ihlalleri örgütlenmeyi arttırdı”

Özellikle bu süreçte kargo çalışanları birçok konuda büyük hak ihlalleri yaşadı. Sizin İSİG olarak kargo çalışanlarının yaşadığı hak ihlalleri konusunda bir çalışmanız var mı?

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin her hangi bir işkolu veya mesleki pratiğe dair bir alt raporu olmadı. Pandemi süresince aylık iş cinayeti raporlarında Nisan 2020'den beri ilk iş cinayeti nedeni Covid-19. Bir de pandeminin dördüncü ayı ve bir yılında olmak üzere, sadece Covid-19 kaynaklı ölümlerin hangi işkolları, cinsiyet, yaş ve bölgelerde gerçekleştiğine dair iki rapor açıkladı. Burada 10 numaralı 'ticaret, büro' işkolu ile 15 numaralı 'taşımacılık' işkolundaki ölümlerde bu çalışma alanlarındaki faaliyetlerin ölümcül sonuçlarını görebilirsiniz. Burada kargo çalışanların bulaş kaynaklı ölümlerine yüksek enformal ve görünmezlik nedeni ile daha az rastlarken, özellikle motorlu kuryelerin uzaktan çalışmanın ve dışarıya çıkmanın azalması ile artan yük ve hız baskısı nedenli daha fazla trafik kazası geçirip öldüğünü görgül olarak söyleyebiliyoruz. Son bir yılda trafikte en az iki yüz motorlu kuryenin öldüğüne dair yakınlarda bir soru önergesi verildi. Motorlu kurye işçilerinin, alanın büyük işverenlerinden YemekSepeti'ndeki Nakliyat-İş çatısı altında sendikalaşma hamlesi tüm zorluklara rağmen devam ediyor. Daha bir sene önce bu alanda sadece Motosikletli Kuryeler Derneği gibi dernekler vardı.  Bu arada unutmayalım ki pandemiden hemen önce örgütlenmeye başlayan PTT'nin taşeron kargo işçileri pandemi dönemini hakları için mücadele ederek, kara liste uygulaması olan #kod29 ile işten çıkarılarak geçirdiler. PTT-Kargo-Sen'in işe iade, örgütlenme ve iş koşullarının düzeltilme direnişi sürüyor. Kargo, kurye işçilerinin çalışma alanı ile bitişik depo işçilerinin de yüklerinin çok arttığını, hastalanmayanlarının üzerindeki üretim baskısının arttığını, haklarını talep edenlerin tepesindeki ücretli izin, #kod29 kılıçlarının sürekli kullanıldığını görüyoruz. Ki böyle bir dönemde Migros Gebze depo işçilerinin #kod29 ile işten çıkarılan  DGD-Sen üyeleri militan bir direnişe geçtiler.  Yani pandemi döneminde derinleşen ve artan emekçi hakkı ihlallerinin emekçilerde eylemleri ve örgütlenme ivmesini artırdığını gözlemliyorum. 

“Hepimiz tehlike altındayız!”

Bir makalenizde özellikle İstanbul’un Kadıköy ve Gaziosmanpaşa ilçelerindeki asbest kaynaklı risklere işaret ediyorsunuz. Bu nedenle özellikle yıkım işçilerinin asbest tehlikesi altında olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Peki,  inşaat sektöründe çalışan birçok emekçi aslında meslek hastalığından yaşamını kaybediyor diyebilir miyiz?

Evet, 1970'lerden sonra yoğun inşaat faaliyetlerinin olduğu, Kadıköy ve Gaziosmanpaşa’yı ele alarak, bina inşaatlarının hız aldığı dönem ile asbest tüketiminin zirve yaptığı dönemleri karşılaştırdık. Bir de hızlı yıkım anlamına gelen riski alan ilanlarını da üzerine koyunca, devletin kolaylaştırması, mevzuat ve politika zorlaması ile yaşanan kitlesel yıkımların, her türlü inşaat malzemesinde çok yoğun olarak asbestli ürünlerin kullanıldığı dönemde yapılan binaların etkilediğini, ilçelerde ciddi riskin kümelenme alanları olduğunu, işin kötüsü rüzgâr ile bunların olduğu yerde de durmayıp, tüm çevreye yayıldığını, yani ortada ciddi bir kamu sağlığı tehdidi olduğunu göstermeye çalıştık. Bu asbest lifi mutlak karsinojen ve ne kadar süre ve yoğunlukta maruz kalındığına bağlı olarak 10 ila 40 sene sonra mezotelyoma, akciğer kanseri gibi kanser salgınlarına yol açabilir. Sorunuza gelince, tabi ki inşaat işçilerinin hiç bir şekilde tanısı koyulmayan yüz binlerce meslek hastalığı nedenlerinden biri de bu asbestli malzemenin söküldüğünde oluşan maruziyet. O yüzden, tabi ki diyebiliriz. 

Ama sadece inşaat işçileri de değil etkilenen, hepimiz tehlike altındayız! Asbest sanayicilerinin bugünden geri bakıldığında insanlık suçu teşkil eden lobicilik faaliyetleri nedeniyle, bu mineralin liflerinin mutlak karsinojen olduğu bilinmesine rağmen asbestin üretimi, ihracatı ve tüketimi AB'de 2000'e dek, Türkiye'de ise 2010'a dek yasaklanmadı. Türkiye'de hesaplamalara göre 1930'lardan beri en az 1,2 milyon ton asbest tüketilmiş olmalı. Bir de buna ek olarak asbest içerikli inşaat malzemesi ithal edilip (eternit/atermit, marley/vinil vs) döşenmiş olmalı. Bu öyle bir lif ki, doğal olarak toprağında çıkan da, bunların topraktan çıkarılıp işlendiği imalathanelerde çalışanlar da, bunları çimentoya karıştırıp, fiber çimento, marley, eternit, şerit haline getiren işçiler de, sonra onların kullanıldığı binalarda oturan, gemileri vs kullananlar da ve en nihayetinde sökülürken söken işçiler, taşıyan hafriyatçı, nakliyatçılar da, sökülürken çok zor bir işlem olan gerektirdiği tedbirlerin alınmadığı için havaya karışan o lifleri soluyan tüm mahalleliler, sokak ve ev hayvanları da doğrudan ciddi bir kanser tehlikesine maruz kalıyor. Meslek hastalığı kayıt altına almayan asbestli su borularını değiştiren, asbestli binaları yıkan, hafriyatını taşıyan işçilerin kaderini tüm kent sakinleri yaşıyor olacak. Hele ki deprem bölgesindeki yıkımların sonrası çok tehlikeli. Doğal olarak ve sonra da bilinçsiz iş makinelerinin kullanımı ile çok büyük asbestli bulutlar havaya kalkıyor. Türkiye büyük ihtimalle çevresel maruziyet ve mesleki maruziyete bağlı olan asbest kaynaklı hastalıklardan sonra, üçüncü bir türü, 'kentsel dönüşüme bağlı asbest kaynaklı hastalıkların' literatüre sokan ülke olacak. Bu kendini 10 ila 40 yıl içinde gösteren kanserler yoğunlaşmaya başladığı zaman. Bunu bilmek ve buna dair her ne kadar eli zayıflatılmış da olsa yerel yönetimlerde ve kesinlikle merkezi yönetimde hiç bir bu tehlikeye tekabül eden kamu politikasının uygulanmadığını görmek çok korkutucu. 

“Kaybettiklerimiz İçin Yas Tut, Kalanlar İçin Sonuna Dek Mücadele Et!”

Son olarak eşitsizliğin derinleşmesine karşı talep ve önerileriniz neler?

Bu soruya bu söyleşinin yayınlanacağı haftaya denk gelen 28 Nisan İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Mücadele Günü'nün (Workers Memorial Day) şiarı ile cevap vereyim. 'Kaybettiklerimiz İçin Yas Tut, Kalanlar İçin Sonuna Dek Mücadele Et!'. İşçi sağlığı, sadece fabrika işçilerinin bedenlerini ilgilendirmiyor. İşçi sağlığı, muzaffer bir geleceğe de ertelenemez, daha çok kaybedilenler için tutulan yas sürecinin adalet talebi içindir.  İşçinin bedeninde ve zihninde zararını, acısını, hastalığını bırakan kapitalist iş organizasyonu, halk ve çevre sağlığını da sistematik olarak tehlikeye atıyor. Yani işçi sağlığı, Covid-19'un oluşma nedenlerinin de ortaya koyduğu çevre felaketinin işaret fişeğidir. İşçi sağlığı mücadelesini, halkların eşit sağlık ve türlerin eşit esenliği anlamına gelen çevre mücadelesinden soyutlamadan bütünsel, çapraz bağlarla ilerlemeliyiz.