Demokratik Cumhuriyet Konferansı: Önümüzde tarihsel bir fırsat var

Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nda sunum yapan kadınlar, “Önümüzde tarihsel fırsat var. Toplumda Sol’un en büyük güç noktasında olduğu bir süreçteyiz. Fakat faili odadan çıkartmadan, kurucu rol oynayamayız” dedi.

İstanbul- Cumhuriyetin ikinci yüz yılında demokratikleşmenin yollarını arayan Halkların Demokratik Partisi (HDP), İstanbul Cem Karaca Kültür Merkezi’nde düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı ikinci gününde devam etti. Konferansta “2'nci yüzyıla girerken: Demokrasi ve Cumhuriyet” ve “Demokratik Cumhuriyet ve siyasal-toplumsal güçlerin mücadele arayışı” başlıkları altında sunumlar yapıldı.

‘Yeni bir cumhuriyet gerekiyor’                        

Akademisyen Nilgün Toker: “Cumhuriyet tarihi bu kadar homojen ilerlemiş bir şey değil. Devlet aklının yaratıldığına itiraz etmiyoruz. Bir cumhuriyet hikayemiz var ama içinde bir de liberalizm hikayemiz var. Sanki Cumhuriyeti demokratikleştirme hikayesi gibi okunuyor. Demokrasi deyince, liberalizm mi anlıyoruz diye endişelendim. Demokratik cumhuriyet derken, mevcut siyasal ortama bir meydana okuma olarak görüyorum. Savaşçı bir meydan okuma değil, fikirsel olarak söylüyorum.

Altılı Masa, eski cumhuriyeti geri çağırmaya çalışıyor. AKP’nin bozduğu cumhuriyeti geri çağırma hikayesi var. Bizim onlara, ‘onarılacak bir cumhuriyet’ yok dememiz gerekiyor. Yeni bir cumhuriyet gerekiyor. Yeninin ne olacağı üzerine konuşmak gerekiyor. Epey önce bir cumhuriyet tarihini yazarken, kamusuz cumhuriyet ve kamusuz demokrasi kavramları üzerine değerlendirdik. Cumhuriyet bir kavram, bir egemenlik forumu, yönetme biçimi değil. O kavramı bütün başka egemenlik forumlarından ayıran bir alamet. Toplumsallığı, bir aradalığı bir ortaklık olarak düşünmesi, buna dayanan devlet eylemlerine dayandıran bir fikir olması gerekiyor.

Halk iradesinin önünde sürekli engeller tesis edildi

Cumhuriyette halk başka bir biçim aldı. Demokratik olmamasının nedeni, yurttaşın hukuki olarak aktif politik özne olarak tanımamasıdır. İradesinin önünde sürekli engeller tesis ediliyor. Toplumun üzerine yerleşen bir cumhuriyet oldu, toplumun cumhuriyeti değil. Millet devletin milletidir, devletten bağımsız bir millet yoktur. 1950’lerden itibaren toplumu devlete yerleştiren bir yapı var. Toplumu devlete taşımak isteyen bir hikaye oldu. Bu liberalizm tarihidir. Toplumu devlete taşımaya çalışanlar da toplumu yurttaşlar ortaklığı olarak değil, popülist tarzda yaptılar. Ahali yaptılar. Yönetim için kararların müzakere ile alınacağı bir kamusal alan yok. 2000’lere kadar kamusal alanı devlet çizdi. Özgür yurttaşların kamusal alanı asla açılmadı. Yıldızın parladığı alanlar var, büyük demokrasi mücadeleleri oldu. Ama her zaman devlet bunu sert bir şekilde kapattı. Yurttaşın kendi iradesinin devletten bağımsızlaştırarak, kendi karar verme gücünü eline almaya çalıştığı her anda müdahale olan bir tarihimiz var.

Belirsizlik yaratma durumu faşizme aittir

Her dönem cumhuriyetin demokratikleştirilmesi mücadelesi verildi. Ne cumhuriyet var ne demokrasi var ne yurttaş kaldı. Kimse yurttaş değil. Yurttaş dediğimiz; haklarla donatılmış kişi. Yok böyle Türkiye’de, kimse hak taşıyıcısı değil. Yurttaş olmaya çalışanlar var, devletin tanıdığı bir yurttaş yok. Eğer yurttaş yoksa cumhuriyet de yok. Bunlar yoksa, yeniyi düşünme şansına sahibiz. İkisini birden yok edenin de yeni olduğunu bilmek gerekiyor. Bizim hesaplaşmamız gereken, sadece cumhuriyet tarihi değil. Hem cumhuriyet hem demokrasiyi ortadan kaldıran nedir? Belirsizlik rejimi dedim ama adı faşizm bunun. Belirsizlik yaratma durumu, faşizme aittir. Yeni rejimlerin karakteri bu.

 Yeni rejimler düşmanlaştırıcıdır, yok edicidir

Demokrasinin esası, devletin eylemlerinin meşruiyetinin kamusallığa dayanmasıdır. Yeni rejimde ne var? Devletin meşruiyeti hiçbir yere dayanmıyor, bu ortadan kalktı. Tüm temsili demokrasilerde olduğu gibi, meşruiyeti sadece sosyoloji rızaya dayandırıyorlar. Toplumsal rıza olarak tarif edilecek bir şey yok. Bir toplumsallığın toplum olma niteliği olmazsa olmazını ortadan kaldırdılar. Yeni rejimler ortaklık fikrini taşımıyor.  Kutuplaşma rejimi bunlar. Toplumsal ilgiler arasında hiyerarşi tesis ediyorlar. Siyaseten, ahlaken bir hiyerarşi test ederek, ortaklaşmama üzerinedir. Yeni rejimler düşmanlaştırıcıdır, yok edicidir. Asimilasyon gibi dertleri yok. Öyle olmayı tercih ediyorlar.”

Yurttaşlık cumhuriyeti gerektirmiyor

Siyaset bilimci ve yazar Füsun Üstel: “Yurttaşlık farklı konularla iç içe geçiyor. Cumhuriyetin kuruluş dinamikleriyle, modernleşme hareketleriyle, siyasi kültürle, toplumu oluşturan farklı aktörlerle ilgili, bir aidiyet ve halden bahsediyoruz. Eşit yurttaşlık, cumhuriyetin ikinci yüz yılında mümkün mü? Bu soruyu cumhuriyet kavramını kullanmadan da sorabiliriz. Çünkü cumhuriyet rejimiyle özdeşleşen bir yurttaşlık yok. Cumhuriyetçi yurttaşlık denilen düşünme geleneği, bazı temel ilkeleri, değerler var. Cumhuriyet rejimi ve yurttaşlık bağlantısına bakarsak, çok farklı reel cumhuriyetler var. Eğer reel cumhuriyete bakarsak, yurttaşlık cumhuriyeti gerektirmiyor.

Yurttaşlık yurtsuzlaştı

Evrensel eşitlik idealinin bireyleri bir birine benzer iddia taşıyor. Evrensel eşitlik, tüm bireylerin aynı haklara sahip olması gerektiği şeklinde bir durum. Reel hayatta insanlar eşit değil, farklılar. Evrensel eşitlik bu anlamda yeterince sonuç veren değil. Sınır sadece yurttaş olan ile olmayan arasında değil. Bu karamsar yönü ama olumlu yönü de var. Yurttaşlık dinamik bir olgu. Zaman içinde yurttaşlık farklı eşitlik mücadeleleriyle gelişiyor. Yurttaşlık mücadeleleri içinde önce sivil haklar, daha sonra siyasal haklar, sonra sosyal, çevre, kültürel, barış hakkı gibi gelişen bir yurttaşlık anlayışıyla karşı karşıyayız. Bunu dikkate almamız lazım. Yurttaşlık dönüşüyor. İdeal, tipik yurttaşlığımız yok. Önce yurttaşlık ölçek değiştirdi. Sadece ulus devlet içinde yaşanan, zorunlu bağı olan yurttaşlık da bugün dünya ölçeğinde kozmopolitan bir yurttaş olarak var olmak mümkün. Bunun sonucunda yurttaşlık artık yersizleşti, yurtsuzlaştı. Farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşanabilen bir olgu haline geldi. Bunun bir takım sonuçları var. Yeni bir kamusal alan ortaya çıktı. Neo liberalizm ile birlikte kamusal alandan daha çok parçalı ve katmanlı bir alana geçiş var.

Sosyal yurttaşlık yeni bir şey değil

Sosyal yurttaşlık önerisinde bulunuyorum. Sosyal yurttaşlık yeni bir şey değil. Refah devleti ile ortaya çıkan bir anlayış. Sosyal haklar, 45 sonrası dünyanın tanımladığından daha geniş bir yurttaş anlayışına dayanıyor. Sosyal yurttaşlığa neden önem veriyorum. Bunu bir mücadele zemini olarak düşünürsek, sosyal yurttaşlık, sivil ve siyasi yurttaşlığı da güçlendiriyor. Yurttaşları güçlendiren, diğer haklarını da savunmalarına imkan tanıyan, dayanışmayı arttıran, bireylerin insanlık onuru etrafında bütünleşmelerini sağlayacak, açık uçlu, bir yurttaşlıktır.

'Toplumsal sözleşmeler eşit imkanlarla sağlanabilir'

Yazar Nuray Sancar: “Yeni bir demokrasi için tartışmalar yürütülmeli. Bu tür tartışmaların çoklaşması gerekiyor. İki egemen bloğun karşı karşıya geldiği, kendi aralarındaki çelişkiyi çözemediği koşullardan geçiyoruz. Toplumsal sözleşmeler taraf kesimlerin eşit imkanlara sahip olmasıyla sağlanabilir. Toplumsal sözleşme güçlerin eşitliği üzerinden bir kavram olarak kurgulanmadığı zaman, hayali bir kavram dışında bir şey temsil etmiyor. Bu durumda bize Millet İttifakı’nın vaat ettiği toplumsal sözleşmenin de bir ütopya olduğunu görüyoruz. Toplumsal sözleşmenin tek taraflı olduğunu gösteriyor. Bu da Cumhur İttifakı ile Altılı parti arasında hiçbir fark olmadığını gösteriyor. Onun dışında yer yer demokratik bir takım hakların verildiği, bunların da eşitsizliğinden kullanılamadığı görülüyor. Pazarlık süreçlerinin ortadan kaldırıldığı bir metin ne Kürtlere ne Alevilere ne farklı kimliklere ne emekçilere gelecek vaat edecek bir durumda değil.”

‘Demokratik ulus demokratik esaslara göre inşa edilmeli’

Araştırmacı yazar Ferda Koç: “Sosyalistler Demokratik Cumhuriyet mücadelesinden vazgeçmeyecek. Demokratik ulus inşası demokratik esaslara göre inşa edilmeli. Bunları hangi anayasal forma kavuşturulacağı tartışılması gerekiyor. Odanın ortasında kocaman bir fil duruyor. Bugünkü siyasi düzeni, demokrasinin uzağına götüren devlet var. Cumhuriyet bir form olarak eridi. Bizim sıfırdan başlama irademiz var. Ama önce odanın ortasında kocaman fili görmek gerekiyor: Devlet. Özünde bir zorbalık aygıtı olarak şekillenen, onun siyasi iradesinin oluşumuna ilişkin tartışmasını derinleştirip, başka bir noktaya sıçramayı tartışıyoruz. O fili ortadan kaldırmadan, demokratik cumhuriyet inşasının tartışması mümkün değil. Bugünkü rejimi herkes başka tanımlayabilir. Başkancı faşist rejim olarak tanımlarsak, bu rejim tanzimattan bugüne çizilen cumhuriyet doğrusunun en ucunda yer alan bir olgunlaşma ürünü olarak kabul edilemez. Esasen, Türkiye’de ikinci dünya savaşının ardından inşa edilen devlet krizinin ürünü. Faşizmin krizinin ürünü olan bir sonuç. Egemen sınıflar adına bulunacak çarelerden birini temsil eden rejim yapısıyla karşı karşıyayız. Bu rejimi ortaya çıkaran krizin kaynağındaki devlet yapısını gerçekte ne olduğunu ifade etmek gerekiyor. Filin adı, 50-60 yıldır faşizmdir.

Seçim gasp olarak yürütülüyor

15 Temmuz olayı, bir darbe girişimi veya Gülencilerle kavga değil, bugünü açıklayan bir olgu olarak kontr gerillanın birbiri ile boğuşması olayıdır. Bu krizin yanıtıdır, başkancı rejim ve yeni oluşan koalisyon. Neoliberalizmin iflası tüm dünyada ciddi yaşanırken, Türkiye’de neo-liberalizmin iflası çok daha derin haldedir. Bugün yaşanan rejim krizine karşı alternatif yaratmak istediğinizde demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus içinde tezleri ortaya koyabilirsiniz. Fakat odanın ortasında bir fil var, yani devlet. Bu başkancı faşist rejimin çözülmesi sürecinde orada öylece durmayacak. O fili odadan çıkarmanın imkanları da bu gerçeklikte yaşanmalı. Etrafta dolaşarak değil. 6’lı masa çeşitli söylemler çerçevesinde kısmi onay ile yol alabilir ama bizim için öyle olamaz. Karşımızdaki diktatörlük seçimi takvime göre yürütmüyor, bir savaş olarak seçimi bir gasp olarak yürütüyor.

Kurucu rol oynamalıyız

Kitle muhalefetinin önünü açacak, akacağı mecralar açmaya yetecek yollar ve muhalefet gerekiyor. Kürtler genelde en olmadık zamanlarda bu enerjiyi ortaya koydular. HDP adayını belli eder etmez ortaya çıkan dinamiklere bakın. Pek çok dinamik sarsıldı. Bu ve benzeri dinamiklerin çoğaldığı bir toplumsallıkta çok daha fazla şey değişecektir. Önümüzde tarihsel fırsat var. 14 Mayıs seçim sandığı ile değil, 15 Temmuz anında doğmuştur bu. Halen açık bir penceredir bu. Bir süre daha açık olmaya devam edecektir. Toplumda Sol’un en büyük güç noktasında olduğu bir süreçteyiz. Fakat fili odadan çıkartmadan, kurucu rol oynayamayız.”