Öğrenci Hareketi küllerinden doğuyor
Türkiye’de 2021 yılı öğrenciler için hareketli bir dönem olarak hafızalara kazındı. Boğaziçi Üniversitesi’nde devam eden direniş, sokakta kalan öğrencilerin isyanı, kadın öğrencilere yönelik baskılar artık bir bir sokağa yansıyor. Öğrenci hareketinin direniş dolu geçen yılını Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Özlem Damla Arık ile konuştuk.
DENİZCAN ABAY
İstanbul- 2021 yılı, öğrenci hareketinin uzun zamandır verdiği arayı direnişle bozduğu bir yıl oldu. Sene başında Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektör Melih Bulu’ya karşı başlayan direniş ülkedeki birçok üniversiteye yayıldı. Bu direniş hali toplumsal muhalefete dönüştü; tüm kayyumlara ve baskılara karşı verilen bir mücadele halini aldı. Ardından okulların yüz yüze eğitime başlamasıyla üniversite öğrencilerine dayatılan fahiş fiyatlı evler ve tarikat yurtları yeni bir direnişin fitilini yaktı.
Kendilerine “Barınamayanlar” ve “Yurtsuzlar” diyen öğrenciler, sokaklarda, parklarda sabahlayarak sistemin kendilerine dayattıklarına isyan etti; ediyor. Bütün bunların yanında öğrenci genç kadınların, LGBTİ+ların bu direnişlerin ön saflarında yer alması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı yapılan eylemler, duruma başka bir boyut kazandırdı. Öğrenci hareketinin direniş dolu geçen yılını Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Özlem Damla Arık ile konuştuk.
Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanması bu yıl öğrencilere isyan ettiren ilk ve en önemli olaydı. Bu isyanın toplumsal muhalefete dönüştüğünü düşünüyor musun?
Ocak ayından beri Boğaziçi’nde yaşananlar büyük bir yankı buldu. Bunun toplumsal bir karşılığı olduğu kesin. Ben bunu şöyle yorumluyorum; aslında Boğaziçi Türkiye’de yaşanan güncel siyasal olaylardan payını aldı. Kayyum atanması Türkiye’nin her yerinde belediyelere ve üniversitelere uygulanıyordu. Boğaziçi’ne de daha önce yapılmıştı. Aynı şekilde LGBTİ+ların hedef gösterilmesi, öğrencilerin gözaltına alınması, protesto eden öğrencilerin ailelerine kadar aranması büyük yankı buldu. Hem devlet şiddeti teşhir edilmiş oldu, hem antidemokratik uygulamalar medyaya net bir şekilde yansıdı, hem de bu krizin iktidarın yönetememe sorununun üniversitedeki teamülü ortaya çıktı. Bu çok net bir şekilde gözlendiği için toplumsal muhalefetten bir karşılık buldu. Çünkü üniversiteli olan ya da olmayan bireysel olarak yaşanan sorunların hepsini, maruz kaldığımız bütün antidemokratik uygulamaları görmüş olduk. Pandemiden beri toplumsal muhalefetin bir sokak hareketine ihtiyacı vardı. Boğaziçi Direnişi o sokak hareketine dönüşü sağladı.
“Direnişin uzun süreceği belliydi”
Melih Bulu’nun yerine Naci İnci’nin gelmesi nasıl bir etki yarattı?
Muhtemelen Melih Bulu’yu görevden alanlar, yerine Boğaziçili bir rektör atayınca bu direnişin biteceğini düşündüler. Fakat Naci İnci Melih Bulu’nun yardımcısıyken Feyzi Erçin’in dersini iptal etti. Aynı şekilde Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne antidemokratik yollarla başkan olarak atanmıştı. Aylardır süren direnişte herkes şunu kabullendi; bütün bileşenlerin dahil olduğu seçimle rektör gelene kadar ve direnişin 10 talebi gerçekleşene kadar direnişin süreceği belliydi. Bu yüzden Naci İnci’nin atanması direnişe büyük bir etki bırakmadı. Boğaziçi kitlesi dün nasıl Melih Bulu’yu kabul etmiyorsa bugün de Naci İnci’yi kabul etmediğini söylüyor.
“Hocalar direniş pratiklerini düşünmeli”
Hocaların sırt dönme eylemi uzun zamandır sürüyor. Öğrenciler nasıl değerlendiriyor bu eylemi?
Hocalar her gün rektörlük binası önünde sırt dönme eylemini gerçekleştiriyorlar. Öğrenci kesiminde hem biraz eleştirilen hem de devam etmesi gerekli görülen bir hareket. Bence Boğaziçi direnişinin öncülüğünü hocalar yapıyor. Fakat aynı zamanda bu, sembolik eylem kalıplarına sıkıştırılmış bir eylem. Eğer hocalar üniversiteyi kayyumun yönettiğini kabul ederse yeni mücadele yöntemleri geliştirebilirler. Çünkü hocalar da eksiliyor. Dersleri iptal edilen 4 tane hoca var. Bu durumu sırt dönmeyle engelleyemediğimiz aşikâr. En azından direniş pratikleri üzerinde hocaların biraz düşünmesi gerekiyor. Çünkü var olan haliyle öğrencilerin arasında tepki de yaratıyor.
“Hocalarla öğrencilerin iletişimi artmalı”
Siz ne öneriyorsunuz?
Boğaziçi öğrencileri ilk Feyzi Erçin’in dersi iptal edildiğinde ‘Akademik hayatı durdur’ metni yayınlamıştı. Birçok bileşenin imzası da vardı içerisinde. Ama hocalar kesiminden hiçbir tepki gelmedi buna. Okulun son haftası meslektaşlarının dersleri iptal edildiğinde, bence yapmaları gereken şey, dersleri işlememekti. Ama onlar da kendilerince eğitimin sürmesini savunduklarından dolayı ayrışma oldu. Biz hocalarla öğrencilerin iletişiminin artmasını istiyoruz. Nasıl bileşenler seçimi talebinde bulunuyorsak aslında bileşenlerin birlikte hareket ettiği, sadece akademisyenler değil okuldaki çalışanların da beraber hareket ettiği bir direniş örmek gerekiyor. Herkesin birlikte olduğu bir savunma geliştirmeliyiz.
“Evlerine dönen yüzlerce öğrenci var”
Yüz yüze eğitimin başlamasıyla öğrencilerin kalacak yer sorunu da gündeme geldi. Barınamama sorunu nasıl sokağa sirayet etti?
Öğrenciler yıllardır devlet yurtlarında çok sıkıntı çekiyorlar. Cinsiyetçi formlar, LGBTİ+ ve kadın düşmanı politikalar ve nefret söylemleri yurtlarda çok yaygındı. Biz bunlara o yurtlarda kalmak zorunda olduğumuz için maruz kalıyoruz. Bu sene pandemiden sonra ev sahipleri öğrenciler evleri mecbur tutacak diye fiyatları arttırdı. Devlet de yurtların kontenjanlarını arttırmak yerine tarikat yurtlarına ya da patronlara bina tahsis etmekle meşgul olduğu için öğrenciler gerçekten evsiz kaldılar. O maddi durumu karşılayamayıp aile evine dönen yüzlerce öğrenci oldu. Hem Barınamıyoruz hem de Yurtsuzlar hareketine birçok deneyim paylaşımı gönderilmişti. Aslında okullar açılmadan önce o paylaşımlar isyanın sesiydi. Öğrenciler kalacak yer arıyorlardı. Boğaziçi’nde bile ilk defa 300 öğrenciye bu sene yurt çıkmadı. Birçok öğrenci yedek listesinde bekliyor. Özel yurtlarda kalmak zorunda kalıyorlar ya da maddi olarak bunları karşılayamadıkları için aile evine geri dönüyor okulunu donduruyor.
“Sokakta kalan öğrenciler var”
Neler yapıldı eylemlerde?
Türkiye’nin birçok şehrinde öğrenciler sokağa çıkarak gece sokakta kalma nöbeti yaptılar. Bu nöbetin sebebi gerçeği tamamen yansıtmaktı. Çünkü orada burada kalarak yaşayan birçok öğrenci var. Sadece öğrenci değil sokakta yatan birçok evsiz var. Bu nöbetler devam ederken öğrencilere ulaşıldı ve deneyim paylaşım süreci oldu.
“Sorun devam ediyor”
Peki, şu an eylemler ne durumda? Sorun çözüldü mü?
Sorun tabi ki devam ediyor. Ekonomi bu kadar kötüleşirken devlet, iktidar bu sorunu kulak ardı ediyor. Üstelik bir de öğrenciler hedef gösterildi. Sadece öğrenciler nöbetlerini durdurup daha yerel çalışmalara ağırlık verdiler. Kampüs içindeki sorunlara da odaklanıldı. Fakat hareket bitmedi. Özellikle Ankara’da çok daha sıkı bir şekilde devam ediyor.
Yurtsuzlar hareketi ne yapıyor şu anda?
Yurtsuzlar, kampüs içinde öğrencilerle kitleselleşmeye çalışıyor. Yurt sorunu yaşayan öğrencilerle koordineli bir şekilde birlikte hareket etmeyi amaçlıyor. Bu yüzden nöbetini bitirdi. Nöbetini bütün İstanbul’a yaydı. Vapur eylemi, İstiklal eylemi gibi… Diğer şehirlere de yayıldı. Çünkü biz bu sorunu gündemleştirmek ve herkesin önüne sermek istiyoruz. Bu yüzden öğrenciler battaniyelerle sokakta dolaştılar. Çünkü kalacak yer sorunu bir gerçeklik. Yurtsuzlar da bu sorunu gündemde tutabilmek ve yüze çarpabilmek için emek veriyor.
“Kadınlara düşmanca davrandıklarını gösterdiler”
Hem Boğaziçi Direnişinde hem de Yurtsuzlar hareketinde kadın ve LGBTİ+ ları ön saflarda görüyoruz. Kadın mücadelesi açısından değerlendirdiğinde nasıl bir gelişme bu?
İktidar İstanbul Sözleşmesi tartışmaları başladığından beri sürekli LGBTİ+ları hedef gösterdi. Bizzat Erdoğan ve Soylu’nun nefret söylemleriyle hedef gösterildiler. İstanbul Sözleşmesi’nden tek adamın imzasıyla geri çekinilmesi, ‘Kadın ve LGBTİ+ cinayetlerini ve faillerini sahipleniyorum’ deyişinin resmi belgesi oldu. Boğaziçi’nde ve diğer hareketlerde yankı bulmasının sebebi de Türkiye’deki güncel siyasal ortamların artık evlerimize ve üniversitelerimize yansımasıdır. Mesela kayyum rektör Naci İnci, kendisini protesto eden öğrenciler hakkında 6284 sayılı yasadaki koruma kararını kendisine uygulattı. Bu karar yıllardır failler için uygulanmıyor. Katledilen birçok kadının çantasından uzaklaştırma kararı talebi çıkıyor. Bu süreçte üniversitede protesto eden kadınlara uygulandı. Devlet aslında açıktan Naci İnci’yi koruduğunu, kadınların kazanımı olan kanunu erkekler için kullandığını, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadınlara ve LGBTİ+lara düşman politikalar sergilediğini açıkça öne sürüyor. Bu yüzden de saldırılan, ezilen ve hedef alınan kesim direnişlerin ve eylemlerin en önünde yer alıyor.
“Genç kadınların yaşam alanları sınırlandırılıyor”
Toplumsal muhalefetteki her eylemde öğrenci genç kadınların sayısı çok fazla… Politize olan bir genç kadın jenerasyonundan bahsedebilir miyiz?
Bu çok olumlu bir durum. Üniversitede yurtlarda kadınlar cinsiyetçi politikalarla karşılaşıyor. Yine akademide mobbing, tacizle karşılaşıyor ve hor görülüyorlar. Öğrencilerde proleterleşme hali var. Çoğu öğrenci artık okurken çalışmak zorunda kalıyor. Ve öğrenci kadınlar çalışırken ve okurken aynı baskıya maruz kalıyor. Buna ek olarak kayyum rektör politikalarıyla, İstanbul Sözleşmesi gündemleriyle devlet aslında genç kadınların yaşam alanlarını sınırlayarak hedef alıyor. Bütün bunları Pınar Gültekin, Şule Çet cinayetlerinin ardından mahkeme salonlarında haklarında konuşulanlara bakınca görebiliyoruz. Genç kadınların bira içmesi bile iktidarın derdi olabiliyor. Yaşam alanlarımıza her yerden bir saldırı hali varken kadınlarda ister istemez politize oluyorlar. 25 Kasım, 8 Mart, 1 Temmuz eylemleri önemliydi. Özellikle 1 Temmuz eyleminde barikatların yıkılması kadınların isyanını gösterdi.
“Kadınlar isyan noktasında”
Önümüzdeki süreçte kadın isyanlarını görecek miyiz?
Kadın yoksulluğu, emek sömürüsü ve şiddet önemli ölçüde artmış durumda. Pandemide kadınlar eve kapatıldılar. Her gün kadın cinayetiyle karşılaşıyoruz. Kadınlar artık isyan noktasına geldi. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi bizim için bitmedi. İmza çekilmeden önce de uygulanmıyordu ve bir mücadele sürüyordu. Sözleşme için ısrarımız devam edecek. Savaş tezkeresine Meclis ‘Evet’ dedi. Savaş durumunda en çok kadınların, çocukların ve LGBTİ+ların hedef alındığını biliyoruz. LGBTİ+lara yönelik hedef gösterme politikaları devam ettiği sürece isyan da sürecektir.
“Üniversitede okumak kadınlar için zorlaştı”
Ekonomideki kriz kadınları nasıl etkiliyor?
Bir kadın için ekonomik bağımsızlık çok hayati bir durum. Yeri geliyor kadınlar ailesi tarafından ekonomik olarak baskı altına alınıyor. Yeri geliyor eşleri tarafından baskıyı görüyorlar. Ben bir öğrenci kadın olarak üniversiteye girdiğimden beri hep çalışmak zorunda kaldım. Çünkü üniversitede okumak bizler için çok zorlaştı. Çalışma hayatı da aynı evdeki gibi baskılarla dolu. Sosyal çevre arttıkça taciz ve mobbing de artıyor. Bence bu baskı hissedildikçe isyanı arttırmak ve siyasallaştırmak gerekiyor. Kadınlar olarak hayatta kalmak ve yaşamımızı idame ettirebilmek için yaşıyoruz. İşte bu yüzden isyan etmemiz ve düzeni değiştirmemiz gerekiyor.
“Mücadeleden başka şansımız yok”
Son olarak, kadınlara vermek istediğin mesaj ne olur?
Sen, ben, o, biz, hepimiz senin için buradayız. Bugün evlerinden, üniversitelerinden çıkamayan kadınlar için, duygusal ilişkilerinde, aile içinde baskı gören tüm kadınlar için bizlerin meydanlarda olması gerekiyor. Çünkü 6284 yasası Çilem Doğan için uygulanmazken Naci İnci için uygulanıyor. Ayşe Gökkan’a mücadele ettiği için 30 yıl hapis cezası verildi. Kadınların artık yaşamlarından vazgeçmemek için sokakta mücadele etmekten ve dayanışmaktan başka çareleri yok. Kazanımlarımıza sahip çıkalım ve dayanışmayı büyütelim.