74. Ferman’da 12 yaşındaydı: Bir gün içerisinde büyüdüğümü hissettim

IŞİD 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’e saldırdı ve tüm dünyanın gözü önünde çocuk, yaşlı, genç, kadın demeden herkesi vahşice katletti, binlerce kadını ve çocuğu da kaçırarak, köle pazarlarında sattı. Fermanda henüz 12 yaşında olan Sibalı Fexriye Kemal de, insanların kaçış anını, havada uçuşan mermileri, bu sırada ölen insanları, yaralı bir kadının bebeğini öylece taşın üzerine bırakıp gitmesini, açlığı, susuzluğu, cehennem sıcaklığını, yani kısacası yaşanan her anı dün gibi hatırlıyor. Yaşadıkları karşısında bir gün içerisinde büyüdüğünü söyleyen Fexriye, “Evet DAİŞ benim çocukluğumu, arkadaşlarımı ve en önemlisi annemi benden aldı. Hafızamda, hayatım boyunca unutamayacağım bir kırım bıraktı. Bundan sonra Êzidî çocukları hatta tüm dünya çocukları özgürce yaşamalı diyorum. Çocukların elinden çocukluklarını almayın…” diyor.

IŞİD 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’e saldırdı ve tüm dünyanın gözü önünde çocuk, yaşlı, genç, kadın demeden herkesi vahşice katletti, binlerce kadını ve çocuğu da kaçırarak, köle pazarlarında sattı. Fermanda henüz 12 yaşında olan Sibalı Fexriye Kemal de, insanların kaçış anını, havada uçuşan mermileri, bu sırada ölen insanları, yaralı bir kadının bebeğini öylece taşın üzerine bırakıp gitmesini, açlığı, susuzluğu, cehennem sıcaklığını, yani kısacası yaşanan her anı dün gibi hatırlıyor. Yaşadıkları karşısında bir gün içerisinde büyüdüğünü söyleyen Fexriye, “Evet DAİŞ benim çocukluğumu, arkadaşlarımı ve en önemlisi annemi benden aldı. Hafızamda, hayatım boyunca unutamayacağım bir kırım bıraktı. Bundan sonra Êzidî çocukları hatta tüm dünya çocukları özgürce yaşamalı diyorum. Çocukların elinden çocukluklarını almayın…” diyor.

ROJBİN DENİZ

Şengal - Êzidîler, aşiretler konfederasyonu biçiminde kendini örgütler. Her aşiret konfederasyonun altında en az on iki aşiret yer alır. Dağlarda yaşayan aşiretler Saddam’ın zoruyla ovalara inmek zorunda kalır. Her konfederasyon yerleşeceği alanı seçerken, konfederasyona bağlı olan tüm aşiretleri düşünür ve ona göre yerleşim alanı seçer. Şengal’de her aile kendi aşiretine göre yani mensubu olduğu aşiretin yakınına yerleşir. Hatta bazen başka aşiretten aileler komşu olmak istediğinde, tüm aşiretin onayı alınır, kabul edilirse o alana yerleşebilir, eğer kabul edilmezse, ne olursa olsun o mıntıkaya yerleşemez. Tüm aşiretin rızası bu konuda önemli. Konfederasyon yerleşim alanı olarak köy, kasaba yada seçtiği şehirlere yerleştiğinde ona bağlı tüm aşiretlerde onun etrafında toplanır. Konfederasyonun altında olan aşiretlerde, kendi sokağında komşusunu seçerken, kendi aşiretine göre seçer, ya aşiretinden olur yada aşiretinin rızası üzerine komşusunu seçer.

"Saddam bizi bu ovalara indirerek bir ferman yaptı”

Sibalılar da 70’li yıllarda Şengal’in güneyinde olan Qiraniler’in vadisinden (Gera) SibaŞexXıdır’a yerleşirler. Qiraniler bir aşiret konfederasyonudur ve onun altında birçok aşiret vardır. Qiraniler genel olarak SibaŞexXıdır’a ve çevresine yerleşir. Zamanla Qiranilerin sayısı artınca Şengal merkez ve Şengal’e bağlı birçok kasabaya dağılırlar. Sibayı kuran Şex tabakasından biridir. Qiraniler’in gelip Siba’ya yerleşmelerine izin verir. Ve SibaŞexXıdır ağırlıkta Qiraniler ve küçük bir kesim Şexler’den oluşuyor. Qiraniler dağlardan ve vadilerden edindikleri yüzlerce yıllık kültürlerini SibaŞexXıdır’a taşırlar. Dağlı özelliklerini korurlar. Fermanda tüm Siba’lılar yönünü dağlara, geldikleri yerlere verirler. Saddam’ın onları özlerinden koparmasını, bir ferman olarak adlandırıyorlar ve diyorlar ki; “Saddam bizi bu ovalara indirerek bir ferman yaptı ve aynı zamanda eğer geriye bizden bir şey kalırsa, başka bir fermanla da bu ovalarda yok olup gitmemizi, ta o dönemlerde düşündü. Yani bizi savunmasız bir biçimde fermanların kaderine bıraktı. Artık her fermandan sonra bizden ne kalırsa.”

Siba’nın çocukları geride bıraktıkları oyuncaklarına hayallerini sakladı

Siba’da başladığımız yolculuğumuza devam ediyoruz. 74. fermanın ağır izlerini SibaŞexXıdır’ın her sokağında hissetmek mümkün. Sokakların dili olsa yaşadıklarını anlatır bize. Toprak yollarında ayak izleriyle ve koşan çocukların kaçarken kendileriyle götürmek istedikleri oyuncaklarıyla karşılaşıyoruz. Acaba Siba’dan kaçmaya çalışan kaç çocuk geride oyuncağını bıraktı, kaçı kendisiyle götürebildi. Götürmüşse de taşıya bilmiş midir? Siba’nın ferman öncesi sokakları, çocukların koşup, özgürce oyunlar oynadığı alanlarmış. Kaç çocuk geçti bu sokaklardan, kaçı büyüdü, kaçı hala çocuk kalabildi, kaçı göç yolunda farklı yaşamlara aktı, kaçı fermanın ne olduğunu bilmeden bu sokakların içine aktı soruları zihnimizi kaplıyor. Fermana en çok kadınların ve çocukların gözleriyle, hisleriyle, duygularıyla bakıyoruz.

Siba’daki yolculuğumuz hissettiklerimiz, gördüklerimiz ve bize anlatılanların ağırlığında devam ediyor. Daye Esmer ile vedalaştıktan sonra Siba’da içinde hayat olan bir başka evin önüne kadar sokaktaki çocuklara takıla takıla geliyoruz. Evin önüne geldiğimizde selam veriyoruz. Sibalılar’ın hoşgörülülüğü ve misafirperverliği bu bölgede genel olarak bilinir. Tabi bizde bunu bilerek ailenin bizi davet etmesini bekliyoruz. Evdekiler bizi kapıda fark edince, hemen içeri davet ediyorlar. Hiç reddetmeden içeri giriyoruz. Kalabalık bir aile. Baba, kızları, oğulları ve gelinleri ile birlikte 13 kişilik kalabalık bir aile.  Zor koşullarda yaşıyorlar. Ama yine de o zorlu koşullara rağmen herkes çok mutlu.

“Her defasında bizi bu dünyanın dışına atıyorlar”

“Kendi topraklarımızda olmak, bizim için farklı. Biz hiçbir zaman buraları bırakmak istemedik, ama işte bu dünya bizi kendisinden görmüyor, ailesine kabul etmek istemiyor. Her defasında bizi bu dünyanın dışına atıyorlar, yarı ölü biçimde geri dönüyoruz” diyor evin babası. Bizi kendi topraklarına ve inançlarına olan bağlılıklarıyla karşılıyorlar. Sonra evin kızlarıyla sohbet ediyoruz. Fexriye dikkatimizi çekiyor. Onunla sohbet etmek istiyoruz ve yakınımıza  çağırıyoruz. Bizimle sohbet etmeye açık. Bir süre Siba’dan, Şengal’den konuşuyoruz. Ona Ezdalık inancını ne kadar anladığını soruyoruz. O da; “Genel olarak babamın ve annemin bana anlattıklarını biliyorum.  Bize Ezdalık’ta hiçbir canlı öldürülmez, her canlının yaşam hakkı vardır deniliyordu. Ama bize ferman olduğunda çocuk, kadın, genç demeden herkesi öldürdüler, yaktılar, parçaladılar ben bunu anlamıyorum. Oysa babam bana tüm inançların kökünde her canlının sevilmesi ve yaşatılması gerektiğini söylemişti. Bize olanları anlayamıyorum.”

“Ferman benim için kaçmaktı”

“DAİŞ’in bir inancı yok muydu? Onlar inançsız mıydı?” diye soruyor. “Onlar inançsızdı, bir bedeni toprağından koparmak, yaşam köklerini kurutmak, kadınların ruhuna hançer gibi saplamak hiçbir inançta yok. Onlar yüreksiz ve hiçbir inancın kabul etmeyeceği insanlardı” diyoruz. Fexriye öyle pür dikkat bizi dinliyor. “Sen fermanda kaç yaşındaydın Fexriye?” diye soruyoruz. “12 yaşındaydım.” “Sen daha çocuktun fermanın ne olduğunu o zamanlar biliyor muydun? Fermanın anlamı neydi senin için?” “Ferman benim için kaçmaktı, her şeyini geride bırakıp kaçmaktı.” “Bize fermanda yaşadıklarını anlata bilir misin?” “Tabi ki hatırladığım kadar anlatırım.” “O zaman havanın serinlemesiyle başlayalım” deyince Fexriye güler yüzüyle “oldu ben hazırım” diyor. Fexriye ile sohbetimiz  bir süre daha devam ediyor. Karşılaştığımız her bir hayat bizi başka hayatlara, attığımız her adımda başka bir hikayeye götürüyor. Fermanı önce oyun sanan, sonra gerçek yüzüyle karşılaştığında yüreği ürperen, Fexriye’nin hikayesine kulaklarımızı, gözlerimizi ve hislerimizi veriyoruz.

“Böyle bir felaketin olacağını hayal etmemiştim”

“Adım Fexriye, Sibalıyım. Fermanda 12 yaşındaydım. Bizim sokakta birçok arkadaşım vardı. Her gün onlarla oynardım. Okul çıkışı koşu yarışı yapardık. Bizim oyunlarımız çok çeşitliydi, hayal dünyamız çok büyüktü.  Bostboste oyunu vardı. İki arkadaşımız otururdu, bizde üzerinden atlardık. Eğilen arkadaşımıza değen kişi yanardı. Top ve taş oyunu vardı. Beş yada altı taş üst üste konulur, kim topu taşlara vurur ve dağıtırsa, o kazanmış olurdu. Biz sürekli oyun oynardık. Her akşam üstü yada bizim için uygun olan her zaman, oyun zamanıydı. Okula gidiyordum 5.Sınıftaydım. Ben çocuktum, fermanın anlamı neydi bilmiyordum. Büyükler bahsediyordu, ferman diyorlardı. DAİŞ’ten bahsediyorlardı, Musul’a girmiş diyorlardı. Ben DAİŞ’in ne olduğunu bilmiyordum. Diyorlardı DAİŞ’liler kadınları, çocukları, gençleri götürüyorlar, bu beni çok korkutuyordu. Annemden hiç ayrılmıyordum. O benim korunağım, sığındığım olmuştu, onu hiç bırakmıyordum. Duyduklarıma göre kafamda bir DAİŞ tipi canlanıyordu. DAİŞ geldiğinde böyle bir felaketin olacağını hiç hayal etmemiştim.”

“Mermiler yağmur gibi üzerimize yağıyordu”

On iki yaşında bir kız çocuğu, bir çocuk kırımını nasıl karşılamıştır. Fexriye’nin anlattıklarıyla o günkü duygularını düşünüyoruz, onun yerine kendimizi koyuyoruz. İrkiliyoruz, o cehennemi vahşetten. Bizimle konuşuyor ve konuşması bittiğinde gözlerini bizden alıyor. Fexriye şimdi 19 yaşında, ama o konuşurken karşımızda duran 12 yaşındaki Fexriye. Başını kaldırıp önce bize baktı sonra, “Ayın 3’üydü, havalar çok sıcaktı. Evin damında yatıyorduk. Sabah yoğun mermi sesleriyle uyandım.  Her yerde mermiler patlıyordu, havanlar atıyorlardı. Babam, ‘biz topraklarımızı bırakmayacağız’ diyordu. Bizde korkudan, babama baskı yaptık, ‘gitmemiz gerek yoksa bizi öldürecekler’ dedik. Sonra kalan komşularımıza da ‘kaçın geliyorlar’ dedik ve evden koşarak Siba’nın çıkışına doğru kaçtık. Yakınımızda, uzağımızda canını kurtarmak için koşan bir sürü insan vardı. DAİŞ’lilerde arkamızdan ateş ediyorlardı. Mermiler yağmur gibi üzerimize yağıyordu. Az ötede iki metre yakınımda, yaşlı bir anne ve yaşlı bir dede vuruldular. Onları yerde gördüğümde çok korktum. Bakamadım. Öyle Siba’nın çıkışında yere serilmeleri onların kaderi gibiydi.”

Çocuğunun çığlıklarına yüreğini bırakan ananın acısını kim unutturabilir ki

Az ötede bizi dinleyen Fexriye’nin babası araya giriyor. “Kaçmak isterken vurulan bir sürü insan var. Hatta cayır cayır yakılan insanlar var. 7 yıl geçmesine rağmen, hala birçok evde yakılmış bedenlere ait kemikler var. Hemen az ötede bir evde varlar” diyor. Fexriye’nin babasıyla o eve doğru gidiyoruz. DAİŞ’ten kaçmaya mecal bulamayan bir ailenin sığındığı evde, yakılmış bedenlerden arta kalan kemikler, hala öyle evin kuytu bir köşesinde duruyor. Duvarda anne, baba ve küçük çocuğun izleri var. Erimiş bedenleri, duvara sığınan bedenlerini resmetmiş. O eve kadar kaçabilmişler. Anne çocuğunu kucağında sıkıca tutmuş. Bir annenin kucağındaki çocuğunu alevlere bırakması nasıl bir duygu! Bir çocuğun annesinin kucağında yakılması nasıl bir vahşet! Kemiklerin bulunduğu yerde mermiler var. Ama aynı zamanda bedenleri yakılmış. Diri diri mi yaktılar yoksa önce öldürüp sonra mı yaktılar bilinmez ama hangisinin önce yada sonra olması ne anlam taşır ki. Annesinin kucağında cayır cayır yanan çocuğun çığlıklarını kim unutturabilir ki. Bu dünyanın tüm ölümleri gelse, hiçbiri Şengal’de annesinin göğsüne sığınmış bir çocuğun, kül olmuş bedeni kadar acı veremez. Her bir Êzidî kadının ifadelerinde, bir yada bir çok kadının yakılmış, parçalanmış, satılmış bedenlerinden arta kalan acılarını görebiliyorsun.

“Kardeşlerim için ekmek ve su arayışına çıkıyordum”

Tekrar Fexriye’nin yanına dönüyoruz. Gördüklerimizin bizde yarattığı duygu öyle karışık ve öyle öfke doluydu ki. Gördüğümüz manzara içten yaralamıştı bizi. Fexriye’ye yansıtmak istemedik. Ama o zaman biliyordu ve daha kötüsünü görmüştü. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. “Bizim kaçtığımız gündü. Dağa ulaşmıştık. Sabah kalktığımda bir an nerede olduğumu anlayamadım evde olduğumu düşündüm. Sonra kalktım etrafıma baktım, dağlarda olduğumu anladım. DAİŞ’lilerin dağlara geleceğini de söylüyorlardı. Bende çok korktum, uzaktan gördüğüm her araba ışığı beni korkutuyordu. Ekmek ve su yoktu. Çok açtık. Ben artık büyümüştüm. Bir gün içerisinde büyüdüğümü hissettim. Ben artık kendi açlığımı bir köşeye bırakmış, benden daha küçük kardeşlerim için ekmek ve su arayışına çıkmıştım. Dağdan aşağıya Sikiniye, her şeyi göze alarak iniyorduk. Yiyebileceğimiz her şeyi alıyordum.

“Bebeği taşıyamadım orada öyle kaldı”

Biz dağda günlerce yürüdük. Her yürüdüğümüz gün karşılaştıklarımız hafızalarımızda silinmeyecek bir anı olarak kalıyordu. Benim unutamayacağım çok şey yaşandı. Örneğin bir kadın gördüm. Yaralıydı ve kucağında bir bebeği vardı. Sonra bebeğini bıraktı. Zor yürüyordu. Ben bebeği almak istedim, fakat alamadım. Duygularım, ruhum büyümüştü, ama beden olarak hala küçüktüm, taşıyamadım. Yüzünü az hatırlıyorum ama çok küçük olduğunu hatırlıyorum. Orada öyle kaldı. Kimse onu alamadı” diyor Fexriye…

Fexriye bunları anlatırken duygulandı ve gözlerinden yaşlar süzüldü. Acılar damla damla tekrardan Fexriye’nin kara kara gözlerinden boşalıyordu. Fexriye’nin gözlerine, sözlerine değen duygularımız yüreğimizi sıkıştırıyor. Fexriye’yle birlikte, 12 yaşında zamanın acımasızlığında bir çocuk oluyoruz, ölümlerden ve ölümlerden bin beter acılardan geçiyoruz. O kısa ömre o kadar zulüm, acı ve vahşet sığmış ki, o da bunlardan nasıl kurtulduğunu bilemiyor bir halde, gözlerimize derin derin bakarak anlatıyor.

“Fermandan öte büyük bir ihanet yaşadık”

 “Dağda 8 gün uzun ve zorlu bir yürüyüş sonrasında umudumuzu yitirmiştik. Artık DAİŞ olmasa da sıcaklar, açlık ve susuzluk bizi öldürecekti. Yani sanki tüm yollar ölüme çıkıyordu.  Sonra PKK geldi. Bu bize umut oldu. Yüreklerimizde bir nebzede olsa, yaşama tutunma gücü gelişti. Bizi Rojava’ya götürdüler. Orada bizim için bir kamp oluşturdular. Newroz kampında bize çok iyi baktılar. Ben oraya ulaştığımda artık çocuk değildim. Yaşadıklarım bende öyle bir öfke oluşturmuştu ki, kendimi ve ailemi, her koşul altında, nasıl savunabilirim, bunun yollarını öğrenmek istiyordum. Silah nasıl kullanılır, onu öğrendim. Onun dışında dil, yaşam eğitimlerine gidiyordum. Fermanda eğer silah kullanmasını bilseydim, sadece ben değil, hepimiz öğrenseydik, belki böyle bir fermanı yaşamazdık. Kendimizi korurduk. KDP ve Irak’ın ihanetine uğramazdık. Ferman olduğunda ben çocuktum, fermanın tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama şimdi biliyorum. Hatta, fermandan öte, büyük bir ihanet yaşadık ve onun sonucunda ferman oldu. Artık bunu tüm Êzidîler biliyor. Biz kampta insan olduğumuzu hissettik. Bize de bu dünyada bahşedilen bir yaşamın olduğunu anladık. Bize çok iyi baktılar.”

“Annemsiz Siba’ya döndük”

Şengal özgürleştirildikten sonra, Fexriye’nin annesi ve babası toprak hasretine dayanamayıp  Şengal’e geri dönüyorlar. Bir süre Siba’nın mayınlardan temizlenmesini bekliyorlar ve bu zaman aralığında da  Xanesor’da yaşıyorlar. Fexriye Xanesor’da annesini kaybediyor. Fexriye’nin anlatımıyla, annesi yüreğine değen fermanın yarasını kaldıramaz. “Benim annem yaşadıklarımızı yüreğinde topladı. DAİŞ’in eline geçen kız kardeşini ve onun tüm ailesini hiç unutmadı. Teyzemi düşünmediği bir anı bile yoktu. Annem Siba’yı, kız kardeşini ve tüm ailesini çok özlüyordu. Yaşananlar annemin yüreğinde yaraya dönüştü. Annemi kaybetmem bana çok ağır geldi. Annem benim için her şeyimdi, sığınağım, yalnızlığım, yaşadıklarımın toplandığı yerdi. Fermanda yol boyunca ondan hiç ayrılmamıştım. O bizi en zor koşullarda bile hiç bırakmadı.  Annem olmadan Siba’ya dönmek tuhaftı. Annemsiz Siba’ya döndük.”

“Şimdiki çocuklar daha şanslı”

Fexriye gözleri dolu dolu anlattıklarından sonra yerinden doğruluyor, bizi okuduğu okuluna götürmek istediğini söylüyor. Onun sınıfını, oturduğu sırayı, son sınavın sonuçlarını birlikte arıyoruz. Onunkini değil, ama arkadaşlarının sınav sonuçlarını buluyoruz. Fexriye’nin gözlerine baktığımızda, 12 yaşındaki onun anlatımıyla o muzip, yaramaz Fexriye oyuna durmuştu. Fexriye çocukluğunu yüreğine saklamıştı. Nasıl ki o annesinin eteklerinde saklanmışsa, çocukluğu da yüreğinin eteklerinde saklanmıştı. Onun okulunu gezerken Fexriye bize o çocuksu duygularının hepsini tattırıyor. Ve şimdide Êzidî çocuklarının kendi ana dillerinde eğitim almalarının çok önemli olduğunu, şimdi ki çocukların daha şanslı olduklarını söylüyor.

“Kadınlar DAİŞ’in zalimliğine karşı güçlendi”

“Özellikle kadınlar için yapılanlar çok büyüktü. Kapının önüne çıkamayan Êzidî kadınları, bugün her yerde ve her çalışmada var. Bu bizim için çok önemli.  PKK bizi kurtardı, bize bu dünyada bir yerimizin olduğunu ve insan gibi yaşamayı hak ettiğimizi öğretti. Biz onlara borçluyuz. Babam ‘şimdiye kadar Apocular dışında kimse Êzidîler için bir şey yapmadı’ diyor. Êzidî kadınları güçlendi. Kadınlar DAİŞ’in zalimliğine karşı güçlendi. Şimdi Êzidî gençleri silah kullanmasını öğrendi. Artık kendisini savunuyor. Kadınlar artık kendini savunmasını öğrendi.

“Tüm dünya çocukları özgürce yaşamalı”

Siba’da arkadaşlarımı bekliyorum. Ben yine Siba’dayım. 12 yaşındaki Fexriye değil 19 yaşında bir genç kız. Siba’nın sokaklarını karış karış gezdiğimde, kendimi eskiye göre daha güçlü hissediyorum, yaşadıklarım bende acı değil öfke uyandırıyor.  Arkadaşlarımı özledim. Onları tekrar görmek isterdim. Evet DAİŞ benim çocukluğumu, arkadaşlarımı ve en önemlisi annemi benden aldı. Hafızamda, hayatım boyunca unutamayacağım bir kırım bıraktı. Bundan sonra Êzidî çocukları hatta tüm dünya çocukları özgürce yaşamalı diyorum.  Çocukların elinden çocukluklarını almayın…”